Safaviler ve Şah İsmail
ŞAH İSMAİL HATAYİ (1487-1524)
Şah İsmail 37 yıllık hayatına, yüzlerce sıradan insanın yüzlerce senede sığdıramayacağı kadar olayı sığdırmış… Yaşadığı her anı dolu dolu yaşamış… Acıyı ve sevinci daha doğrusu her şeyi ölümüne tatmış… Duruşuna, düşüncesine ve dostluğuna canlar adanmış, ulu bir din önderi, halkın dostu, halk ozanı ve hak aşığı… Daha 13 yaşındayken başına geçtiği ordularıyla o günlerin en büyük dünya imparatorluklarından birini kurmuş büyük bir lider.
Aslında Sünni inanca sahip bir tarih öğretmeni olarak, onu hep müfredata uygun olarak işlesem de derslerimde, olayın aslında bir kardeş kavgası olduğunu belirtmeden de geçemezdim. Şah İsmail’in Türkçe divanı ve Türk diline hizmetlerinden de bahsederdim.
Fakat bu yazıyı kaleme alınca, onun olağanüstü trajik ve mücadeleler içinde; korkular, kaygılar, zaferler, yenilgiler, şiire dökülmüş Ehlibeyt aşkı ve sevgilerle geçen yaşamını biraz derinliğine araştırınca, doğrusu çok duygulandım ve aşağıdaki dizeler döküldü kalemimden.
ŞAH İSMAİL HATAYİ
Şah arkasından milyonların /Akıp gittiği bir ışık /Yürekleri yakan bir har… /Önüne katmış her şeyi /Sürükleyip giden bir rüzgâr…
İsmail, getirilip Erdebil’den /Tebriz’e dikilmiş bir fidan /Ki:Tebriz onunla yaşar.
/Çünkü o, tüm İran’ı kaplayan /Ulu bir çınar.
Hatayi duygularının yoğunluğunda yorgun /Sanki bin yıl yaşamış bir ozan.
Ve binlerce yıl daha /Yaşayacak olan bir yazar /Yüce bir hükümdar.
Nasıl olur, milyonlarca müridi olan Erdebil Şeyhinin oğlu, döneminin en büyük hükümdarlarından Uzun Hasanın torunu… Bir eli yağda bir eli balda olması gerekmez mi? Fakat ne var ki, bu üstün özellikler ona fayda yerine zarar getirdi hep. Uzun Hasan sonrası taht kavgaları, onun torunu olduğu ve arkasında çok büyük bir Türkmen gücü bulunduğu için, Akkoyunlu tahtına geçenleri korkutuyordu.
Şah İsmail, daha bir yaşındayken, babası Şeyh Haydar, Şirvan Şahı Ferruh Yesar ile yaptığı savaşta ölüyor. Akkoyunlu Hükümdarı Yakup bunları kendisi için bir tehdit olarak algıladığından üç kardeşi, anneleriyle birlikte Şiraz’a sürgüne gönderiyor. Ve buradaki Istahar kalesinde beş yıla yakın bir süre hapis hayatı yaşıyorlar.
5608 Erdebil’de Şah İsmail’in Heykeli
Tebriz’de 1590 yılında ortaya çıkan veba salgını da depremin başka bir çeşidi gibi halkı kırıp geçirdiği gibi Hükümdar Yakup Han da ölenler arasındaydı. Yakup’tan sonra taht kavgalarında Rüstem, Türkmenlerin gücünü arkasına alabilmek için, Şah İsmail ve kardeşleriyle annesini serbest bıraktı.
Ağabeyi Şeyh Sultan Ali Akkoyunlularla savaşarak ölürken Şeyhliği yedi yasındaki kardeşi İsmail’e bırakıyor. İsmail ise sürekli öldürülme tehlikesi içindeydi. Bu yüzden Kızılbaş ileri gelenleri İsmail’i Erdebil’e götürüyor. Fakat Akkoyunlular Kızılbaşları kendileri için büyük bir tehdit olarak gördüklerinden, İsmail’i öldürerek bunları başsız bırakmak istiyorlardı.
Oysa Akkoyunlu Hükümdarlarının; bu sırada sınırları Horasan’dan Fırat’a; Kafkas dağlarından Hint okyanusuna uzanan kocaman bir imparatorluktur ve bu dünya imparatorluğunun en büyük korkusu da yedi yaşında bir çocuktur.
Şimdi dünya devi kocaman bir İmparatorluk, yedi yaşındaki bir çocuktan bu kadar korkuyorsa, o çocuğun bu devasa imparatorluktan korkusunu varın siz düşünün artık.
Çünkü Akkoyunlular, Tebriz’i Karakoyunlulardan almıştı. Yani Tebriz önce Karakoyunluların başkentiydi. Akkoyunlular onları yıkarak kendi başkentini Tebriz’e taşımıştı. Aslında ikisi de Türkmen devleti olsa da, Karakoyunluların temeli Kızılbaş Türkmenlerdi. Bu yüzden Safaviler
bunlarla birleşerek çok büyük bir güç haline gelebilirler veya Karakoyunlular Safavilere dayanarak yeniden büyük bir imparatorluk haline gelebilirlerdi.
Öte yanda Osmanlı Türk Devleti sürekli büyüyerek Fatih ile imparatorluk haline gelmişti. Mısırda Memluk Türk Devleti ise hala dünyanın en büyük gücüydü. Ve bunların hepsi de birbirleri için en büyük tehdit idi.
Tüm bunlar da göstermektedir ki, “Türk’e Türk’ten başka dost olmaz” deseler de, Türkün Türk’ten başka düşmanı yoktu.
Hele bir de Erdebil Şeyhliği unvanının yanında, Uzun Hasanın da torunuysan, kurtuluşun yoktu. İşte bu yüzden İsmail kaçırılıp altı yıl boyunca Gilan’da saklandı. Burada devrin sufi ve bilginlerinden sıkı bir eğitim aldı.
Arapçayı, Farsçayı ve devlet yönetimini öğrendi. Savaşmayı, kuşatmayı, kuşatmadan kurtulmayı, silah kullanmayı her türlü zorluk altında mücadele etmeyi vs öğrendi. Yeterli eğitimi aldığına kanaat getirildikten sonra 13 yaşında saklandığı yerden çıkarak, Türkmen’i örgütlemeye başladı.
Bunun için en uygun yer olarak Erzincan seçildi. Bu yüzden 1499’da Hazar‘ın güney batısındaki Gilan’dan, Erdebil’e ve oradan da tüm Azerbaycan’ı aşarak Erzincan’a (1500) geldi. Gittiği her yerde bilmediği tanımadığı insanlarla konuşup onların gönüllerini fethetti.
Anadolu’daki Türkmenler akın akın Erzincan’a gelerek Şah İsmail’e katıldılar. Çünkü artık Osmanlı bir Türkmen devleti olmaktan çıkmış, yerleşik unsurlara ve kalıcı katı kurallara sahip, otoriter bir devletti. Bu yüzden, sadece Erzincan Sivas değil, taa Karaman’dan, Elmalı’dan, Toroslardan, Maraş’tan Türkmenler 13 yaşında bir çocuk olan, Şah İsmail’in yönetiminde toplandılar. Karakoyunlu beylerinin kalıntıları da bu harekete katıldı.
Pir Sultan Abdal, Anadolu Türkmen’inin bendini yıkmış bir akarsu gibi Şah İsmail’e koşmasını “Açılın Kapılar Şaha Gidelim” şiirinde dile getirmiştir.
Ilgıt ılgıt esen seher yelleri/ Yare selam eylen urum erleri/ Bize peyik geldi şah bülbülleri/ Açılın kapılar şaha gidelim
PİR SULTAN’ım eydür mürvetli şah’ım/ Yaram baş verdi sızlar ciğergahım /Arşa direk direk olmuştur ahım/ Açılın kapılar şaha gidelim
Şah İsmail, topladığı kuvvetlerle ilkin Azerbaycan’daki Baku merkezli Şirvanşah devletine saldırdı. Babasını öldüren Ferruh Yesar’ı yenerek Azerbaycan’ı ele geçirdi.
1501 yılında da Tebriz’i alıp Şahlığını ilan ederek, burayı başkent yaptı.
Adına hutbe okutup para bastırdı ve 12 imam dinini (Safavi Devletini) ilan etti. Bu din o güne dek süregelen Kızılbaşlıktan biraz daha farklı bir Kızılbaşlıktı. Fakat Şiilik de değildi. Zaten o zamanlar İran’da resmi mezhep Sünnilik olup Şiilik gizli idi. Örneğin o zaman 300.000 insanın yaşadığı Tebriz halkının 200.000’nin Sünni olduğu ileri sürülmektedir.
5145 Şah İsmail ve Safavi paraları
Şah İsmail bundan sonra yıkılmaya yüz tutmuş olan Akkoyunluları da ortadan kaldırarak, daha önce Akkoyunluların ve Karakoyunluların sahip olduğu topraklarda büyük bir İmparatorluğun hükümdarı oldu. Sanki kaderi tersine dönmüş, her şey yoluna girmiş iken, 1514 Çaldıran Savaşı Şah İsmail için büyük ve güzel şeylerin bir anda tersine dönmesine neden oldu.
Gerçi Yavuz Tebriz’i yağmalatmadı. Dokuz gün kalıp bazı sanat eserleriyle sanatçıları toplayıp gitti. Ve en önemlisi böylesi büyük bir depremi fırsat bilerek, Şaha karşı ayaklanan veya ayrılan da olmadı. Fakat Şahın onuru ve kendine güveni yara almıştı.
Çünkü 13 yaşından 27 yaşına kadar dört büyük savaş yapmış ve dördünü de kazanmıştı. 27 yaşında, bir başka deyişle üstelik gücünün zirvesinde yaptığı bu beşinci savaş ise tam bir hezimetti. Tebriz’in sefasını süremedi. Onun aşağıdaki şiiri, bu ruh halini ortaya koyuyor sanırım.
Şu dünyanın ötesine/ Vardım diyen yalan söyler /Baştan başa safasını/ Sürdüm diyen yalan söyler
Ark kazarlar argın argın/ Felek çevirmekte çarkın
Bu dünyada mal ve mülküm/ Vardır diyen yalan söyler
Şah Hatayi’m der varılmaz/ Varılırsa da gelinmez /Rehbersiz hiç bulunmaz/ Buldum diyen yalan söyler
Safavi devletinin dağılmamasında elbette ki inançların büyük önemi vardı. İnsanlar, Şah İsmail’in arkasından gelirken, kendisini “Allah’ın tecellisi” ya da “Ali’nin tecellisi” olarak gördüklerinden onun yenilmezliğine inanıyorlardı. Şimdi bu inanç sarsılsa bile devlet dilleri, dinleri bir olan Azeri Türkmenlerin devletiydi. Bu yüzden bu büyük deprem kayıpsız atlatıldı denilebilir.
Fakat Şah İsmail çok büyük bir yara aldı ve başkent Osmanlı işgali altındaki Tebriz’den Kazvin’e taşındı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.