ÇOK SEVDİM SENİ (5)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Turan geç saatlerde uykuya bıraktığında kendini dopdoluydu. Gülcan hanım yüreğini hüküm altına almasının bahtiyarlığında uzanmıştı yatağına, uyuyamıyordu. Yalnız kalbine sıkıntı düşüren Kaz dağlarının asırlara damgasını vurmuş efsanevi sevdasını bir arkadaşının tanıtım amaçlı verdiği kitapda okumuş ve aklında izler bırakmıştı gerçek bir aşk hikayesinde. Hazinle noktalanan bu sevda içini çok acıtmıştı İşte bu yoğun duygularını harmanlayıp uykuya dalmaya çalışmış geç saatlerde ama gecenin sessizliğinde gözlerinin önünde duran ’ay yüzlüm’ dediği Gülcan’ın gözleri, endamı uykusunu kaçırmış, yatakta sağa sola döne döne yenik düşen çırpınışlarına teslim olarak uyuyabilmişti gönlünü kaptırdığı kadının adını sayıklayarak. Dönüşü olmayan sevdanın ateşi yakıp kavurmuştu kısacık zamanda. ’ Allah’ın yazgısı inşallah ebedi olur!’ diyerek kendini hazırlıyordu Gülcan’a. ’sabah ola hayır ola’ diyerek yummuştu gözlerini.
Bir saat kadar olmuştu uykuya dalalı Turan’ın. Yatakta inliyor, derin derin solumaları geliyordu. Kanter içinde kalmıştı. Mutlaka bir rüya içinde mücadele ediyordu. Bazen ’ Ah güzel gözlüm, ay parçam Gülcan’ım’ diye mırıldanıyordu. Belli ki Gülcan’ın hayali ile uykuya dalmıştı. Gündüz ve akşam onu gördüğü anları rüyasına taşımıştı. Aklından hiç çıkmıyordu. Çılgınca utulmuştu. Adına yıldırım aşk dediklerinden... Elbette uykusunda ona malum olacak, onunla konuşacak, sevdaya kanat açacaklardı. Kimbilir ne hallerde onunlaydı? Sayıklamaları sıklaşıyordu. Bir ara ’Gülcan, biliyor musun burada bir aşk yaşanmış tarihte. Bizim aşk onların ki gibi olmasın!’ diyordu tuhaflaşan ağız hareketleriyle. Okuduğu hikaye ile karşılaştıyordu sevdasını ve düşünde o öykünün kendilerine birebir yansımasından korkuyordu. Uykusundaki mücadeleside bu yüzdendi. Gülcan’ın uyku dünyasında Turan’ınkinden pek farkı yoktu. O da aklına Turan’ı koymuş ama bunun kendisi açısından bir çok zorluklarla uzun zaman mücadele etmesi gerekiyordu. O duygularla uykuya dalmıştı o da. Korktuğu başına gelmesi halinde bir aşkın başlamadan bitmesi derinden yaralar almasında ömrü boyunca mutsuz yaşama devam etmek demekti bu! Uykusunda sayıklayıp Turan’la ilgili sözler söyleyip çocuklara duyurmasından ayrı bir endişe vermişti kendine uykuya uzandığında. Gönlünde hazan mevsiminin bahara dönüşeceği, geçen yılların mutsuzluğunu telafi edebilecek miydi gerçek aşkla? Kolay değildi, teredütünde haklıydı! Karşısına çıkacak yıldırım sevdayı aklının ucuna bile getirmemişti. Ama ısınmıştı yüreği Turan’a elinde olmadan. Artık geleceği durumlara göre değerlendirip, geçte olsa yürekten bir sevgiyi paylaşabileciği kişi ile ömrünün sonuna kadar mutlu yaşayabileceğini ümit ediyordu. Şuan, imkansız durumu çocuklarına belli etmemekti. Bu sevda da açık vermemeye özen gösterecekti. Çocukların anlaması yıkılışı olabilirdi. Dikkatli olmalıydı!
Turan, yatağından ani sıçramayla kalkıp oturdu. İki eliyle gözlerini ovuşturdu, kirpikleri sıklıkla inip kalktı. Rüyasının etkisindeydi hala. ’Off ya! Nasıl bir şeydi bu? Kanter içinde bıraktı beni.’ dedi birine konuşurcasına. Yorganı sol eliyle fırlatım lavobaya gitti. Sıkışmıştı da. Sıkıntısını giderip lavobada elini yüzü yıkadı. Raftan havluyu alıp kuruladı yüzünü. İçeri geçip saatine baktığında sabahın 5:45’i gösteriyordu. Şafağın sökmesine daha vardı. Masaya geçip oturdu. İki elini başına koyarak düşünmeye başladı. Gülcan, olumlu cevap verdiğinde neler konuşabileceğini tasarlıyordu. Ya olumsuz tavrı karşısında mahcup olması, günü gelmeden oteli terk edecekti. Mahtup bakışlarla onun yüzüne bakamayacağından, orada kalmasının anlamsız ve kendisine sıkıntı vereceğini biliyordu. ’Of’lamalarla doluydu kafası!
Tarihe iz düşüren Kaz dağı aşk efsaneside zihnini meşgul ediyor, kendisi için uğursuzluk olabileceği saçmalığında takılıyordu. Bu Kaz dağlarında birbirlerine aşık olan iki gencin serüvenlerine benzemesinden yılgınlığa düşercesine suratında tatsızlık çizgileri oluşuyor, umutla beklediği sabahını gittikçe daha da karartıyordu.
Asırlar öncesine yaşanmış bir aşk dillere destan olmuş, nesillerden nesillere aktarılmıştı kadersizlikle sonuçlanan karasevda. Bu ölümsüz aşk, Hasan ile Emine arasında geçen ama bir birlerine kavuşamadan ölen iki karasevdalının destanımsı hikayesi şöyle anlatılıyordu yıllarca:
’Kaz Dağları’nın zirvesinde Beyoba Köyü’nün güzel kızı Emine; yetiştirdiği süt, bal, peynir, tereyağı gibi ürünleri beş saatlik bir yürüme mesafesiyle dağdan inerek pazara getirip satarak ailesinin geçimini sağlardı. Ova Köyü’nden yakışıklı Hasan da aynı şekilde, aynı pazarda sebze ve meyve satmaktadır. Emine ve Hasan bu pazarda tanışır ve birbirlerine aşık olurlar.
Her hafta Çarşamba günlerinde pazarda; Hasan, Emine’ye aldığı sebze ve meyvelerin yanında karpuz da ikram etmektedir.
Hasan ve Emine birbirlerine duydukları büyük özlemi bitirmek için evlenmeye karar verirler. Emine’nin ailesi ise bu evlilik kararından damat adaylarının ovada yetişmesi nedeniyle haz etmez. Hasan’ın Yörük hayatını ağır bulacağı, dayanamayacağı kanısındadırlar.
İki gencin birbirleriyle evlenmeye kararlı olduğunu gören aile, Hasan’ın gücünü sınamak için bir sınavdan geçmesini şart koşar. Kırk okka bir tuz çuvalını beş saat mesafedeki Kazdağları’nın zirvesine yakın bulunan obaya sırtına alıp çıkarabilirlerse; Emine ile evlenmesine izin verilecektir.
Kırk okka tuz çuvalını sırtlayıp Emine ile birlikte yola düşen Hasan, beş altı kilometre sonunda yavaşlamaya, yorulmaya başladığından dolayı dizlerinin bağları da çözülmektedir. Ova genci olan Hasan, nazik ve ağır işlerden uzak yetiştiği için yüke dayanamaz. Bulunduğu yere yığılır kalır.
Emine ise her şeyden habersiz bir şekilde sevgilisinin arkasında olduğunu düşünür ve yürümeye devam etmektedir. Köye vardığında arkasında sevdiği adamı göremeyince geriye döner ve onu aramaya başlar. Hasan’a hediye ettiği yazmanın gölette yüzdüğünü görünce boğulduğunu düşünür ve kendini yazmasıyla bir çınar ağacına asarak intihar eder.’
Sonsuzluğa uçmaya giden derin bir sevdanın hüznü sarar Turan’ı. Sevdası için aşılması zor aşamalardan geçemez ise; sonu Hasan ile Emine’in hazin aşk hikayesine benzerse gözü arkada kalacak, yıllarca beklediği mutluluğa eremeden hayata gözlerini yumacak korkusu sarıp kemiriyordu yüreğini. İçinin yangınlığına serinlik dokundurması için buzdolabından soğuk su alıp içti derin bir ’oh’ çekerek. Güneşin doğmasını sabırsızlıkla beklemeye koyuldu. Bu saatten sonra uması imkansızdı, sabahın aydınlığını bekleyecekti çaresiz!
Gülcan, kuş cıvıltıları arasında kalkmış, aynanın karşısında makyajını tazeliyor, siyah saçlarının kıvrımlarının arasından tarağı kaydırıyordu. Genç kızlığının o siyah saçları pırıl pırıldı. Ellisekiz yaşına varmasına rağmen güzelliğinden hiç bir özellik kaybetmemişti. Onun yaşındakilerin çoğunun kilolar alarak yürüyemez haller alırken yüzlerindeki, saçlarındaki güzellikler kaybolup gitmişti. Gülcan, hala tazeliğini ve zindeliğini koruyan bir kadındı. Bakımlı, kendisine bakanları hayranlık noktasında cezbettirir, iç geçirttirirdi. Hiç evlenmemiş kadın muamelsi görürdü çevresindekilerden. Enrafındaki kadınlar hayli kıskanırlardı güzelliğini, maharetlerini. O tam tersine, herkese güler yüzle hayat sunar, kadın erkek demeden gönüllere sevgi ekerdi. Gülüşünde Karadenizin paha biçilmez güzellikleri yansırdı karşısındakilere. Bahtı istediği gibi olmamıştı ama Allah’ına şükrediyordu. İki çocuğu Allah’ın verdiği en büyük hazine olarak değerlendirirdi. Alın yazısına isyan edecek halide yoktu Gülcan’ın. Erdemli bir kadındı!
Bedirhan, tek gözünün aralığından annesini masa başında süslendiğini görünce mahmur haliyle:
__ Meleğim günaydın! Maşallah çok erkencisin. Biz senden önce uykuya daldık ama sen bizden erken kalktın bitanem! derken yatağından doğruluyordu. Birgül uyanmamıştı. O birazda uykucuydu. Kaldırmasalar öğleye kadar uyumak isterdi hafta sonları. Hafta içinde çalıştığından erken kalkıp işine gitmek zorndaydı. Büyük bir firmada altı ay olmuştu işe başlayalı. Kamyon, otobüs lastiklerinin satışını yapan bir firmanın pazarlama kısmında görev yapıyordu. İşine o kadar aşık bir kızdı ki; iş yerine saatinden önce varır, günün çalışma proğramlarını alarak müşterileri ile görüşmeye çıkardı. Ama burada dinlenmeye geldiğinden uyanmaya hiç niyeti yoktu. Kardeşinin tok sesi patladı kulaklarında Birgül’ün:
__ Ablaaa! Üsküdar’da sabah oldu, kalk haydi!, dedi ve şappadak şamarı kondurdu sırtına. Birgül ummadığı bu şamar yiyince fırladı yatağından! Sinirli sinirli:
__ Yav sen manyak mısın? Ablanı sabah sabah rahatsız ettin! İnsan bir yumuşak sözle ’günaydın’ der be!
__ Tamam abla ya! Özür dilerim. Kızım ben sana sevgimden vurdum!
Birgül’ün gözleri yuvasından çıkmışçasına:
__ Hadi be külhanbey! sevdiğindenmiş! Annem günaydın. Şu deli oğluna bişiler desene!
__ Oğlum, kardeşini niye öyle uyandırdın? Bak bir daha öyle yaparsan benden aynı tokadı yersin benden! Artık gerisini sen düşün yaramazım!
__ İyi ya bi şakayla kaldıram ablamı dedim, hemen kızdınız. Ablacığııımmmm, diyerek abalsının yatağına uzanıp kucakladı, yanaklarından öptü. Özür dilemeyide ihmal etmedi.
__ Bi da yapma ablam, bitanem. Affettim, ablalar affedicidir! gülerek o da kardeşini öptü.
Makyajlar, taranmalar, süslenmeler bitmişti. Gücan, beyaz çizgili bulizin altına ebrüli renkli etek giymişti. Etek ne kısa, ne uzundu. Dizlerinin az üstündeydi. Dar ve şık bulizi ile eteği zarif bedenine tam oturmuştu. Saçlarını arkadan bağlamış, zülküflerini öne çıkarmış, kibar ince dudaklarına hafif pembe ruj sürmüştü. Türk saraylarının ecesiydi. Şıklığı göz kamaştıracak, Turan’ın görür görmez aklı uçacaktı görkemli ve erdemli gözellik karşısında. Ayağınada ince topuklu yumuşak deriden yapılma siyah bir ayakkabı giymişti. Yanına aldığı simlerle işlemeli çantası asiriliğin zirfesiydi. Kızı ve oğlu da üzerlerini bir annenin öğrettiği şıklıkta giyinmişler, odadan çıkıyorlardı. Kahvaltı yapacakları birinci kattaki lokantaya giderlerken sağında oğlu, solunda kızı narin adımlarla yürüyorlardı. Yanlarından geçenler Gülcan’a saraydan gelen prensese baktıkları hayranlıkla bakıyorlar ’ Günaydın hanım efendi ve gençler’ derken eğiliyorlardı karşısında. Müthiş bir şıklık karşısında eziliyorlardı adeta. Bu zarafetin alyansında gözleri kamaşanlar hayranlık bir Gülcan’a, bir de yanlarındaki eşlerine bakıyorlardı. Gülcan şıklığının verdiği onurla keyifle yürüyordu. Aklında Turan’ın gördüğü andaki halini düşünüyordu. Gönlü ona doğru akmaya başlamıştı ki bu zerafeti kuşanmıştı kendini ona takdim etmek için. İstiyordu buluşmayı, onunla konuşmayı. Kafasına koymuştu, illa görüşecekti bugün! Sevda yelleri esmeye başlamıştı...
Turan, traşının ardından kokusunu sürünüp yeni açık yeşil tişörtünü, lacivert kadife pandolunu giyerek içinde hapsettiği heyacayla odasından çıkar çıkmaz merdivenleri ikişer basamak atlayarak kahvaltıya indi. Yiyeceklerini tepsiye koyarken Gülcan ve çocukların içeri henüz teşrif girdiklerini gördü. Gülcan’ın sırtı Turan’a dönüktü ama arkadan bile görünüşüne dondu kaldı. Gülcan sandalyesine oturken Turan’la karşı karşıya kalınca her ikiside heykel gibi cansız kaldılar. Gülcan ne oturabildi, Turan’da ne yiyeceklerini alabildi. Çakılıp kaldılar gözlerin vurgunluğunda! O şıklığı gören Turan neye uğradığını bilemedi. Elindeki tepsisini düşürecekti neredeyse. Yepyeni bir günün müjdesidi bu bakışlar. İyice kanaat getirmişti bu şaşkın bakışları arasında Gülcan’ında kendisi ile ilgilendiğine. Ufuktan aşk güneşinin doğmasına ramak kalmıştı...
Devam edecek...
Zafer Direniş
...
06 Ocak 2018 Salı 00:55 Akşehir
YORUMLAR
direniş
Evet devam edecek...
selam ve saygılar