Tek Yol Bu
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ne zaman bu şehre yolu düşse oraya mutlaka uğrardı, gün doğumuna yakın. Ortalıkta kimsecikler olmazdı. Özellikle o kayaya oturur, denizi dinler, dalgaların kayalıklara her vuruşunda üstünden bir parça kir götürdüğünü hisseder, doğan güneşle de tüm günahlarından arındığını düşünürdü.
Bu kez kayasında başka biri oturuyordu. Kimdi bu? Birkaç metre yakınında dikildi, onu bir süre izledi. Herif elindeki şişeden bir yudum alıyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyor, şişeyi tekrar kafaya dikiyor, yine hıçkırıklara boğuluyordu. Ona sessizce yaklaştı. Tam önünde durdu. Esen bahar rüzgarı paltosunu dalgalandırıyordu.
“Selam arkadaşım,” dedi.
“Ölmek istiyorum dostum,” dedi Herif, yaşlı gözlerini ona dikerek. Aldığı alkol konuşmasına yansıyordu. “Hayat çok kötü dostum, hayat çok kötü.”
Yanındaki kayaya oturdu. Sigarasını dudaklarına sıkıştırmadan önce ona da bir dal uzattı. İki sigarayı da tek kibritle yaktı. Derin bir nefes çekti. Kayasını işgal eden genç, tüysüz yüze uzun uzun baktı. Yakışıklı adam diye geçirdi içinden. İçine hapsolmuş mahkumların Hıçkırık Gardiyanlarını atlatır atlatmaz firar edişlerine kulak verdi.
“Onu öz kardeşimle yakaladım dostum. Buna hala inana… Öz kardeşimle dostum. Hem de bizim yatağımızda.”
Elini uzattı, Herif’in omzuna pıt pıt vurdu.
“Daha evleneli bir ay bile olmadı.” Elindeki yarıdan fazlası dolu şarap şişesini hırsla denize fırlattı.
“Orospu! Orrrosspu! Orrrospular! Ben gece işe, orospu hanımlar cup yatağa. Anlamalıydım ama, anlamalıydım bir haltlar olduğunu. Orospu kardeşime nasıl kandım da evlendim. En iyi arkadaşıymış. Elinden her iş gelirmiş.”
Duraksadı. Kafasına birkaç yumruk attı. “Bu gece fabrikaya giderken planımı yapmıştım dostum. Bir hastalık uyduracak ve sevgili karıma koşacaktım. Kapıyı sinsice açacak, uyuyorsa sinsice yanına uzanacak ve öperek uyandıracaktım. Sonra da sabaha kadar… Eve girdim dostum. Yatak odamıza yöneldim. Kızıl ışık buzlu camdan yansıyordu. İnlemelerini bir süre dinledim. Ter içinde kalmıştım. Kapıyı sessizce açtım ve kapattım. İkisi de çırılçıplaktı. Beni fark edemeyecek kadar kendilerinden geçmişlerdi.”
Gözyaşları konuşmasına izin vermiyordu. “Orospu karımla öz kız kardeşimi aynı yatakta yakaladım dostum.”
Yaklaştı. Kolunu Herif’in beline doladı, “Hayat çok boktan be arkadaşım,” dedi ve çekip birer sigara daha yaktı.
“Ölmek istiyorum dostum, ölmek istiyorum!”
Gözlerini yaşlı gözlere dikti. “Gerçekten yaşanacak bir hayat değil bu arkadaşım. Yerinde olsam hiç düşünmeden intihar ederdim. Cidden. Bir an bile düşünmeden… Ne diyor Hayyam,” dedi ve ayağa kalktı. Dörtlüğü ağır ağır okudu:
Can verinceye dek bu çorak yerde
Dertten başka ne geçer ki eline?
Ne mutlu çabuk gidene dünyadan;
Hele bu dünyaya hiç gelmeyene!
Ve ekledi, “İnan bana tek yol bu arkadaşım. Kurtuluş ölümde. Hatırla, çocukluğunu hatırla ve sonraki yılları. Seni hep hor görenleri, seni hep ezenleri hatırla. Aldığın darbeleri her devasında sineye çekişini hatırla. Ama seni içten içe kemirişlerini de hatırla. Orada hep bir yer vardı di mi? Görmesen de gitmesen de… Mutluluk oradaydı hep. Umutların oradaydı. Yıllarca bir köle gibi kullanılırken o hayallerle yaşadın. Bir gün karşına sevgili eşin çıktı ve işte dedin, o mutluluk dolu yer burasıymış meğer. Ama o naptı, hem de öz kardeşinle arkadaşım… İnsanın başına gelebilecek en berbat şeylerden biri, hatta en berbat şey bu!”
Onu omuzlarından kavradı ve silkeledi. Gözlerinin içine baktı.
“Kendine gel arkadaşım, artık kendine gel! Uyan artık ve anla herhangi bir mutluluk ülkesi olmadığını. Boktan sefil bir dünya bu… Daha net bir ifadeyle, boktan da boktan sefil bir dünya!”
Herif hala ağlıyordu. Yeni açtığı şişeyi kafasına diktikten sonra ona uzattı.
“Acı çekiyorum dostum, çok acı çekiyorum.”
Şaraptan ufak bir yudum aldı. “Ben de acı çekiyorum arkadaşım, ben de… Zaman bu acıları dindirme zamanıdır!”
“Nasıl?”
“İntihar arkadaşım. Hemen bitirebiliriz bu işi.”
“Ama nasıl?”
Ellerini hızla beline attı ve iki silahı Herif’e doğrulttu.
“İşte bunlarla arkadaşım, var mısın? İki kelleye birer kurşun, ikimiz aynı anda, üç deyince!” Silahın birini kendi kafasına dayadı, ağzıyla “dan” sesi çıkardı. “İşte böyle, tek atış!”
Herif elleriyle yüzünü kapadı, başını iki yana salladı. Ve ayağa kalktı. Hafiften sallanıyordu.
“Ölmek ya da yaşamak umurumda değil dostum. Ver şunu!”
Silahı ona uzatırken geri çekti. “Dur bir dakika” dedi. Kafasını ve elini salladı, “Dur bir dakika, dur… Sen bana ben sana…” Sağ elindeki silahı Herif’in kafasına dayadı ve diğerini ona uzattı. “Hadi yerleştir onu yerine! Hadi! Üç deyince!
İki kellede iki silah… Aynı anda saymaya başladılar.
“Bir!”
“Dur bir dakika,” dedi Herif, “Dostum neden önce onları öldürmüyoruz?”
“Kimleri?”
“Onları işte dostum, orospu karımla kız kardeşimi ve sana çektiren kim varsa.”
Derin bir nefes aldı ve bıraktı. Ağzından çıkan buhar dağılırken elini Herif’in omzuna koydu. Başını iki yana salladı.
“İnan bana arkadaşım, buna değmez. Tek çözüm bu. İnan bana.”
İki kellede iki silah... Tekrar. Aynı anda saymaya başladılar.
“Bir!”
“İki!”
Herif’in elleri titriyor, alnından ter damlıyordu.
“Üç!”
Tetikler aynı anda çekildi. Herif karşısındakinin kayalara yığılışını izledi. Kendi elindeki ve ölünün hala sımsıkı tuttuğu silaha baktı. Kalbi hızla atıyordu. Ne yapacağını bilemez halde silahı montunun cebine soktu ve koşmaya başladı.
Gün doğuyordu. Ölünün başından sızan kan kayalıklara yayılırken ne denizin ne de güneşin gücü onu kirlerinden ve günahlarından arındırmaya yetiyordu. O yaptığı hatanın bedelini ödemişti. Yirmi altı yıllık hayatına sığdırdığı bir dolu kötülüğü süslediği ilk ve son cinayeti sonrası çaldığı arabada bulduğu boş silahla dolu olanını karıştırmanın bedelini.