ÇOK SEVDİM SENİ!.. (3)
Masanın başına vardığında duraksadı Turan. Kadın ise ne yapacağını, nasıl davranacağını, hatta bir şey derse ne cevap vereceğini düşünüyordu telaşı arasında. Çocuklarının gelmesinden, adamı masa başında durduğunu gördüklerinde sorunlar yaşacağı korkusuda sarmıştı yüreğini. Başını hafice kaldırıp Turan’a baktı kıpkırmızlaşan yüzü ile. Utangaç, çekingen haliyle Turan gülümseyerek;
__ Merhaba, dedi titrek sesle. Gözlerini gözlerinden ayırmadan kadının cevap vermesini bekledi.
Kadın şöyle bir baktı, ağzından zor ve mahçupca çıkan kelimeyi yutkunurken heceleyen kısık sesle:
__ Merhaba, dedi başını öne eğerek. En çok korkusu çocukların görmesiydi. Kızı ve oğluda annelerini çok kıskanır, yabancı birinin yanına yaklaşmasına tahammül edemez, gerekli tepkiyi tereddüt etmeden verirlerdi. Oğlu korkusuz, dağ komandosu yapısında, sert bakışlı, tok sözlü, kollarında pazuları pehlivan pazuları gibi güçlüydü. Lise yıllarında okulun boks takımında yer almış bir kaç mağlubiyetin dışında maçlarını nakavtla kazanmış, milli takıma çağrılarak uluslar arası maçlara katılması istenmiş, fakat akrasif davranışlarından dolayı kendi isteği ile milli takımda olma isteğini reddetmişti. Mahallede; mahallenin kızlarına yan bakan dışarıdan gelenlerle çok kez canlarına okumuş, defalarca karakolluk olmuştu. mahallenin fedaisi denebilirdi. Mahalle halkıda onu çok seviyordu. Annesinin korkusu oğlunun akrasifleşebilir nedeniydi. Masanın başında dikilen Turan’ı gördüğünde bir bahane ile kavga etmesinden, tatilllerini gereksiz bir kavgadan zehir olur çekincesiydi. Turan, kendini suskunluğa hapsetmiş kadının suskunluğunu bozarcasına;
__ Oturabilir miyim? der demez oturmaya yönelen Turan’a müdehalede gecikmedi.
__ Lütfen! Rica ediyorum sizden. Oturmayınız! Çocukların geldi gelecekler, diye tatlı sert rica mahiyetinde bir sesle sesleniyordu.
__ Sizinle tanışmak istemiştim. Neden bilmiyorum ama inanın yüreğimin sesini dinleyerek geldim yanınıza. Otelde ilk gördüğümde, sizinle tanışmak, sizi tanımak istemiştim. Elbette ben de çekindim çocuklarınızdan. Şimdi yalnız kalınca cesaretim arttı yanınıza gelmeye, dedi mahcup haliyle.
__ Ben de tanışmak isterim, bir mahsuru yok. Çocuklarım yanlış anlar. Ben ve siz sor durumda kalırsınız. Tatilimi erkenden bitirebilir çocuklar. Şu güzel havayı rahat rahat yaşayalım. Belki bir fırsatını bulur konuşuruz. Şimdi lütfen gidiniz buradan!
__ Peki hanımefendi gideyim ama mutlaka sizinle tanışmak bana şereflerin en güzeli olacak. Bu arada benim ismim Turan. Sizin isminizide bilmek isterim müsaade ederseniz? Tebessüm yüzünde al aldı Turan’ın.
__ Benim adım da Gülcan. Şimdi gidin, çocuklar gelmek üzereler...
__ Çok teşekkür ederim. Ne güzel bir isim. Çok memnun oldum. Görüşürüz inşallah. Günün güzellikler getirsin size sevgili Gülcan. Sadece adını söyledi. Hanımefendi demesi ona uzak bir söylemdi. Samimi duygulardan ziyade resmiyet ifade ettiğinden pek hoşlanmıyordu. İsmi ile hitap etmeyi yeğliyordu karşılaştıklarında...
__ Sizede Turan bey, derken gözleri gülüyordu Gülcan’ın. Turan keyifli adımlarla otele doğru yürürken ıslık çalmayı ihmal etmiyordu. İçine bir sevgi, sevinç, huzur dolmuştu. Hülayalar eşliğinde mutluluğun zirvesindeydi. Yürüdükçe gökkubbenin altında yıldızlara, Ay’a güneşe, kuşlara, rüzgara eşlik ediyor, Akdenizin masmavi sularında kutlaçlar atıyor, kumsallarında yüreğinin sevdasıyla koşuşturuyorlardı. Yılların ızdıraplı yalnızlığı bitecek ümitleri çocuklaştırıyor, avazı çıktığınca çığlıklar atacak coşkuyla dolup taşıyordu. Ergenlik çağına adım atmıştı sanki bugün!
Kendinden geçmiş halde giderken Gülcan hanımın oğlu ve kızıda geliyorlardı. ’Oh be! Tam vaktinde ayrılmışım’ diye geçirdi içinden. Biraz daha lafa tutsaydı Gülcan hanımı, yan yana görünmesi pek hoş olmayacaktı. Kalbinin atışları sevdasına susabilirdi karışalacağı olumsuzluklarda. Başka bir hava olgusuyla, neşeyle adımlarını sürüklerden oğlan ve kızla karşı karşıya geldiler dar yürüyüş patikasında. Turan yüzlerine baktı gülümseyerek. Onlarda bu bakışa aynı güzellikle cevap verdiler. Turan bir bahane bulup konuşmak istedi onlarla.
__ Gençler kusuruma bakmayın, nasıl buldunuz burayı? derken kız söze girdi beklemediği bu soru karşısında:
__ Teşekkür ederiz beyefendi. Çok güzel bulduk. Bizim açımızdan çok iyi. Ya sizin açınızdan?
__ Benim açımdan da mükemmel bir yer. Ben ilk kez geldim ama yine geleceğim yaz aylarında. Huzur, tertemiz bir hava burada, öyle değil mi?
Oğlan, kızkardeşi cevap vermeye hazırlanırken:
__ Beyefendi, siz nereden geliyorsunuz? Buraların insanına pek benzemiyorsunuz. Bana biraz öyle geldi. dedi nazik ve yumuşak bakışları ile.
__ Evet, buralardan değilim. Isparta’nın Yalvaç adlı kazası var. Oradan geldim. Nasıl farkına vardınız? derken gülümsedi Turan.
Ayak üstü konuşmalarda bir birlerinin isimlerinide öğrendiler. Oğlanın adı Bedirhan, kızın adı Birgül’dü. Annesiyle birlikte geldiklerinide ilave ettiler konuşmaları arasında. Turan; annelerini kendilerinden önce tanıdığını dese; fırtına kopabilirdi. Bu güzel tanışmaları hiç olmayabilirdi. Turan onlara güzel temenniler dileyerek ayrıldılar. Turan’ın gönlü anneleri ile birlikte çay partisinde buluşmasını arzulayarak otele, onlarda annelerine döndü.
Akşam olmak üzereydi. Kaz dağlarının eteklerini öpen güneşin fersiz ışınları kıpkırmızı, romantik aşıklara kucak açıyordu. Günbatımının seyri doyumsuzdu. Güneş daha aşağılara indikçe uzun çamların arasından süzülüp gelen şiirsel ışınları ruhu okşuyor, nice sevdaları buluşturuyordu. Dağların ardına usul usul kayıp giderken, bazıları akşamın hüzünlerini kadehlere dolduruyor, bazıları kahve fincanlarına ayrılık kokularını serpiştiriyordu. Kimileri akşamın yalnızlığına boynunu bökerek, gözlerin nemli bakışları ile karınlıkların içinde kayboluyordu. Mechul yalnızlıklar daha bir kahırdı! Turan, odasında kısa bir kestirmenin ardından akşam kıyafetini giyerek akşam yemeğine indi. Nefis yemeklerin kokusunun sardığı otelin lokantasında boş bir masaya geçip oturdu. Sabah kahvaltısındaki Kutluay’ı aradı. Yine birlikte yemek yemeği umuyordu. Yemeklerini alıp masasına korken arkadan biri omzuna dokundu.
__ Afiyet oldun Turan bey, dedi Kutluay.
__ Ya inan kalp kalbe karşı derler ya! Aynen öyleymiş. Seni arıyordu gözlerim birlikte yemek yeriz diye. Bu düşüncelerde iken omzuma dokundun. Bu kadar olur artık, dedi gülerek.
__ Tamam, bende yemeklerimi alıp hemen geliyorum. Senin başka bir isteğin varsa getireyim mi?
__ Çok teşekkür ederim. Tatlı almadım ama yemekten sonra alırız, dedi.
Yemekler yenirken günün nasıl geçtiğini bir birlerine soruyor; gördüklerini, yaşadıklarını birbirlerine anlatıyorlardı. Yemek saati henüz başlamıştı. Çoğu henüz gelmemişti. Gelmeyenler arasında Gülcan hanım ve evlatlarıda yoktu. Nedense henüz teşrif etmemişlerdi yemeğe. Turan, arkadaşı ile sohbet ediyor, yemeğini yiyor ama onlarıda düşünüyordu. Buradan ayrılmalarından korkuyordu. Bir kaç dakikalık tanışmanın ardından daha çok şeyler konuşulacak, birbirlerini daha iyi tanıma fırsatı doğacaktı. Sabırla lokmalarını yutarken, Allah’a dua ediyordu onların gelmelerine. Yıllarca yüreğinde saklanmış bir sevda ateşini tutuşturmuştu. Mutlaka onunla enine boyuna tanışmalıydı. Ömrünün ikinci baharını yaşayacak akderi olabilirdi Gülcan hnaım.
Gülcan’dan kısa zaman içinde etkilenmesin tek bir nedeni olabilirdi. Duruşu, bakışları, yürüyüşü, giyinişi, konuşu onu büyülemişti. Zarif vücut yapısınının ayrı güzelliğini bir kenara koyuyor, onun bakışlarındaki derinliğinde kendini buluyordu. ’Yıllarca beklediğim güzel, asil bir kadın!’ diyordu gönlü. Çevresindeki tanıdık kadınlarıdan apayrı bir özelliğin olduğunu hissediyordu. Tek düşüncesi, yeterince konuşamadığından medeni halini henüz öğrenememişti. Çocukları ile geldiğine göre kendisi gibi yalnız olduğuna hüküm veriyordu.’ Evli olsaydı kocası mutlaka yanlarında olur’ diye yorumluyor, kocasından ayrılmış umutları kat be kat artıyordu düşüncesinde. O düşüncelerle kafasını meşgul ederken kendisini masada yemek yediğini utmuştu. Yemeğini yerken yanındaki arkadaşı ara sıra konuşsada duymuyordu. Belirsiz kafa sallamakla geçiştiriyordu arkadaşını.
Kutluay dayanamadı bu duruma:
__ Hayırdır bilader? kafanı meşgul eden bir durum mu var? Dalıp gittiğini, konuştuklarımı duymuyorsun, dedi hayret bakışlarıyla.
__ Özür dilerim Kutluay. Sorma, kafam bir yere takıldı ama kötü bir durum yok anlayacağın. Öylesine dalıp gittim.
__ İyi aman öyle olsun kardeşim. Bende korktum aksi bir durum var diyerek...
Yemekler ve tatlılar yendikten sonra çay faslına başlamışlardı Turan’la Kutluay. Nefis çaylarını yudumluyorlar, kendi bölgelerinden bahsediyorlardı. Her ikisi de birbirlerinin geldiği vilayete, kazaya gitmemişlerdi. Van Ercis Turan’a uzak olduğu kadar, Kutluay’a da uzaktı Turan’ın geldiği yerler ve hiç bir işleri düşüp gitmemişleri. Oralara özel gezi yapmak akıllarına bile gelmemişti. Yabancılar ellerinde haritalar Türkiye topraklarını karış karış gezerlerken ve görerek sağlam bilgiler edinirken bu ülkenin kendi öz evlatlarının çoğunluğu gezme, görme alışkanlıkları olmadığından, kimileri de maddi imkansızlıklarından ülkesini tanıma fırsatını bulamıyorlardı. İmkanı olanların genelde Marmara, Ege, Akdeniz bölgesine gitme tercihleri oluyordu. Diyarbakır, Mardin, Urfa, Hakkari, Doğubeyazıt, Van, Bitlis vs. doğu illerimizin tarihi yerlerini, güler yüzlü, misafirperver insanlarını tanımaktan mahrumdular. Ecnebiler en ince ayrıntılarına kadar ülkeyi tanımak için her fedekarlığı ve zorluğu göze alıyorlardı. Halkla kaynaşıyor, kültürel zenginlikleri tadıp ülkelerine dönüyorlardı. Nedense bu ülkenin kendi insanı gezi alışkanlığına erememişlerdi. Turan ve Kutluay yaşadıkları yurtlarının özelliklerin yemeden içmeye anladırlarken hayretler içinde kalıyorlardı. Birbirlerine ziyaret etme söz verirken sohbetin tadında zamanda akıp gidiyordu. Samimiyetleri bal kaymak devam ederken Turan, beklediklerinin geleceğinin sabrı ile lokantaya giriş kapısını sık sık dizkizliyordu Kutluay’a farkettirmeden.
Elinde alışveriş çantaları ile içeri girdi Gülcan ve çocukları. İçeriye göz gezdirerek pencere kenarında bir masaya oturdular. Belliki yemek yememişler, alış veriş yapmışlardı. Kazaya inerek mağazaları dolaşmış, markalı çantalardan da anlaşıldığına göre elbiseler alınmıştı. Gülcan, kendi çantalarını ve kızının elindeki çantayı alarak oğluna verdi.
__ Oğlum hadi sen bunları odaya koy gel. Bizde yemeklerimizi alıp gelelim. Sana da bizim yediklerimizden getiririz.
__ Tamam anne. Hemen kor gelirim, diyerek odalarına gitti. Annesi ve kızkardeşi masadan kalkarak mutfak tezgahında sergilenen açık büfelerden yiyecek ve içeceklerini almaya gittiler.
Turan, Kutluay’ın bir yere dikkatlice baktığını görünce, o da onun baktığı yöne baktı. Gülcan ve kızını görünce zemheride kalmışçasına içini bir titreme aldı, sevincini belli edercesine:
__ Oh be! dedi derin nefes alarak. Bu duruma şaşıran Kutluay:
__ Anlamadım! Neden derinden bir ’Oh’ çektin Turan? Yüzünde de bir değişim oldu. İnan anlayamadım!
__ Yok ya! Öylesine içimden bir ses geldi. Eski bir geçmişi hatırlar gibi oldum, dedi.
Gülcan ve kızının yemek almaya gidişine bakışları mıhlanıp kaldı. Çok sevinçliydi. Gittiklerini sanıp içini korku sararken akşamına huzursuzluk doluyordu arkadaşına belli ettirmeden. Neyseki Allah dualarını kabul etmişti. Onları görünce çölleşen yüreği gülistanlık oluvermişti bir anda. Ne olursa olsun, bu akşamın ilerleyen saatlerinde onunla oturup konuşmanın çaresini bulmaya çalışıyordu. Arkadaşından bir bahane ile ayrılıp veya onu yanından göndermesi gerekiyordu. Mutlaka konuşmalıydı Gülcan’la. Önüne ne engel çıkarsa çıksın kesinlikle onunla konuşacaktı. Ama bu isteğini ona bildirmesi gerekiyordu. Ya kabul etmezse, çocuklarından dolayı görüşmeye yanaşmazsa! Deli düşünceler beynini kemiriyordu. Sonunda kararını verdi. Bir sebeple arkadaşı yanından gittikten sonra bir kağıda kısacık mesaj yazıp çocukların farkına varmadan ona ulaştırmasıydı. Ancak böyle bir haberleşme yoluyla buluşabileceklerine kendi kendini ikna etti!
Arkadaşı yorgunluğunu öne sürerek odasına çıkacağını söylediğinde bayram sevinci yaşamıştı Turan. Kendi isteği ile gitmesi onu daha da memnun etmişti. Bir şeyler söyleyip yanından ayrılması arkadaşını gücendirebilirdi. Neyseki kendi isteğiyle gitmesi Turanı çok mutlu etmişti. Şimdi kısa bir pusula yazarak Gülcan’a ulaştırabilmek meseleydi. Cebinden not defterini ve kalemini çıkarıp isteğini yazdı.
’Sevgili Gülcan,
Bu akşam geç saatte olsa sizinle mutlaka konuşmak istiyorum. Ne olur bu ricama olumlu karşılık vermeni istiyorum.
Sevgilerimle...’
Pusulasını dürdü, büktü. Vereceği anı kollamaya başladı...
Devam edecek...
Zafer Direniş
...
01 Şubat 2018 Perşembe 00:15 Akşehir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.