- 1701 Okunma
- 5 Yorum
- 6 Beğeni
MASUMİYET, ATLAR, ERDEM VE BUNUN GİBİ ŞEYLER
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Hayal gücü ile şizofrenliği ayıran o ince çizginin yakınlarında yaşamak… Çocukluğumdan bu yana o kızıl, gerçeküstü nehrin damlacıklarını ve kokusunu hissettim üzerimde. Bu karşı konulmaz hisler reddedilmesi imkânsız acılar sunuyordu hayatımın merkezine. Bundan kurtulmamın tek yolu içimdeki Masum’a yapılan bütün kahramanlık ve ölümsüzlük tekliflerini geri çevirmekti. Bir yıldız yol gösterdi bana dilsizliğin yüce tepelerinde. Kiralık bir yüz edindim. Issız patikalardan sözcükler evine döndüm. “Düşüş” eski yerinde yani kapının hemen önünde kedi gibi kıvrılmış yatıyordu.
(…)
Annem… Annemin aniden yaşlanmış olduğunu fark ettim. Her pişmanın, her geç kalmışın annesi aniden yaşlanmıştır. Çok üzüldüm. Üzülmek kanatlarını çırpa çırpa geldi ve sabırsızlık numarası yaptı yüzümde. Kabullenmek çok zordu. Keşke hayalimdeki o ışık hızıyla koşan atlar burada olsaydı şimdi. Ve o atlar annelerin yaşlanışını uzaklara götürüp yerine “geriye dönüş” getirse… Ne olursa yapardım bunun için. Hatta bunun karşılığında istiyorlarsa hüznün son koruyucuları da konuğum olsunlar uzun süre. Onlara şarap ve gizleniş ikram ederim insanlı bir gecede. Ama gerçekliğin mabedindeki bütün atları atlıkarınca denen lunaparkta kullanıyorlardı.
Atlar kaçmalı oradan, o etrafında dönüp duran kavramlardan.
Atlar kaçmalı oradan ve oyuncaklığı bırakmalı.
(…)
Nesneler çok yavaş taşıyor bilgiyi. Geciken bilgi ve duyguya varılamayış, yüzüstü bırakılış, anlamın içine girilemeyiş… Bütün bunlar gözdağı. Bütün bunlar bir kanat çırpışı kadar bile değil. Ama bu kurtulamayışın uçsuz bucaksız yolculuğunda otostop yapan harika çıkışsızlıklar seninle yoldaş olur. Harika çıkışsızlıklar sanata götürür. Seni soğukluğun tanrısı bir gökdelenin çatısına çıkartır. O çatıda, gecikmekten yapılmış ayaklarını aşağıya sarkıtırsın ve bağırırsın büyük caddenin kadrolu kölelerine doğru: her insan başkalarıdır, her insan başkalarıdır, her insan başkalarıdır.
Büyük caddenin kölelerinden kimse duymamıştır seni. Çünkü kimse kendisi değildir o saatlerde. Kimse birini sevmemiş, sarılmamış, sevişmemiştir. Ve ömrünü yırta yırta çıkardığın uçurumsu sesler dönüp bakılmayan anlam parçacıkları halinde boşluktaki yerini alır.
(…)
Sözcükler evinde Zaman koyudur, karanlık ağızlıdır. Gözlerini içindeki o Masum’a dikmiştir; yenilgisi olmayan tek şeye… “Sormamak” adında bir defter inanılmaz hafifliğin yatağına uzanmış, büyük bir zevkle varoluşun uykusunu izlemektedir. Sözcükler evinde zamanın elinden kaçıp kurtulmayı başarmış ve özenle biriktirilmiş yol kenarları vardır. Yol kenarları Masum’un kanamış avuçlarıdır. Çünkü erdem oluşurken görünmez kılıçlarla masumun avuçlarını kanatır.
Öbür tarafta ise düşüklüğe eğilim durmaksızın devam etmektedir. Alkışlarla çevrilidir düşüklük. İçinden demir akan insanlar ve otomatik seyirciler hastalıklı bir ordu gibi her an hazırda bekler. Oysa erdem hazır olmadığın bir anda gelip seni göreve çağırır; insanı düştüğü aşağılıklar çukurundan yukarı çıkarmaya… Gerçek tehlikelerin içine atar, o yüzden erdem ölümcül yenilgi riski içerir. Çünkü aşağıdakiler kımıltısızlığı seçmişlerdir.
(…)
“İyi adamlar yalnızlıktan ölüyor, İyi kadınlar ise
kötü adamların balkonundan gökyüzüne bakarken…” diyor ya Dostoyevski…
İyi adamlar ve iyi kadınlar için ne yalnızlık, ne balkon, ne de gökyüzü var artık. Kimse o kadar derine inmiyor yeniçağda. İtaatsizliği seçmiş küçük bir azınlık dışında herkes, güvenli bölgede kalmak için hissizliğin kusursuz kulesine çıkıp oradan düşüncelerini aşağıya atıyor. Otomatiğe bağlanmış atlayışlarla ölüyor düşünceler. Kimse inanmak istemiyor; düşünceleri ölmüş olanın ruhunun da öldüğüne…
(…)
Her akşam ve her sabah sözcükler evinin kapısı, büyük caddede dönüp bakılmayan anlam parçacıklarının oluşturduğu dizelerle açılıyor. Güce karşı itaatsizliği seçen o küçük azınlık giriyor içeri; içindeki Masum’u yitirmemiş olanlar… Tutkuları, aşkları, sevgileri ve işçi renkleri getirmişlerdir yanlarında. Bir de… Kendi içine yürüyen ve saatler boyu kimselere rastlamayanları.
(Kendi içine yürümek ve saatler boyu kimselere rastlamamak?-Rilke)
YORUMLAR
herkesin bir "düşüş"ü vardır; kimi zaman vakitten kimi zaman yaşam merdiveninden...
"Yol kenarları Masum’un kanamış avuçlarıdır"
Atlar koşmalı üstüne üstüne sözcüklerin… Ve erdem denen kavramı daha insan çocukken öğretilmeli çünkü çocuk daha çocukluğunu yaşamadan ya camilere ya da okul öğretilerine hapsedilirken beyin doluyor; dolan beyin belli bir yaştan sonra ne kavramları ne de sözcükleri kavrayabiliyorlar! dolu bir beyin bilime, teknolojiye bilhassa kültür yerleşik hale getirilemiyor.
Bunun gibi şeyler olmayınca şiddet, anlamsızlık ve yalnızlık egemen olmaktadır.
Kelimelerden ülke inşa edebilen, ruh âlemine doğruluğun, gerçekliğin damlalarını serpiştiren bir anlatım olmakla birlikte insanı gelecek ile geçmişin zıtlığından okuru geniş bir düşünceye gark etmekteydi yazı.
Eylemi olmayan bir insanın yüklemi de olmaz kanısındayım; iyi bir yaşamı durağan vasat bir yaşama tercih eden toplumlar yalnız kalmaya mahkûmdur. Tüm bunlara sebebiyet insanların gerçek Allaha değil meta tanrısına aşırı bağlılıktan kaynaklanıyor sanırım.
"İyi adamlar yalnızlıktan ölüyor, İyi kadınlar ise
kötü adamların balkonundan gökyüzüne bakarken…” diyor ya Dostoyevski…
Kimse inanmak istemiyor; düşünceleri ölmüş olanın ruhunun da öldüğüne… "
Ah inanabilseydik...
İyi bir yerlerde var olmak da erdemliliktir; susmak, kendine küsmek ve toplumsal kavramlardan uzak durmak eğreti bir yaşamaktan başka bir şey değildir.
Acaba tükenmişlik ve kaybolmuşluk bizim için bir kader midir?
teşekkürler kocaman yüreğine
Dramatik Buluntular
Sevgi ve selamlar...
Dramatik Buluntular
Erdem öyle güçlü bir kalkan ki masumiyeti de korur, atları da korur, hatta çocukları, anneleri, iyilik ve güzelliğe dair ne varsa hepsini korur.
Sözcükler evinin kapısına bir demet memnuniyet bırakıyorum.
Teşekkür ve tebrikler bu güzel yazı için.
Dramatik Buluntular
Teşekkürler...
Çoğu evin kapısı demirden-çeliktendir ya hani; güven de, hissizlik de, sessizlik de o kapının dış tokmağı gibi yirmi dört saat nöbet tutar beraber...huzursuz ve tedirgindir sürekli...kancalı kilitler ve çift contalar Tse belgesiyle gözdağı verir aslında...dışarıya ve insanlara güvensizlik orda başlar..kapının hemen önünde...pencerelerini hapishane tutsağı gibi demirlemek ve evin duvarlarını birkaç metre örmek...balkonlar ise gökyüzüne bakmak için değil, çamaşırları sermek ve çöpleri bırakmak için daha çok...
yani dışarıyla hiçbir ilişkisi olmayan ve herkesi olduğunca kendinden uzak tutanların dünyayla ve olup bitenlerle ilgisi de sıfırın altındadır...o hãlã evinin teknik onarımını ve eksiğini gidermeye çalışmaktadır...
sevgiyle...
Dramatik Buluntular
Sevgiler...