- 1721 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Erik Ağacı
Çocukluk başka bambaşka bir şey, hele bir de biraz asi ve yaramaz iseniz doyumsuz anılar bırakır çocukluk insanın ömrüne.
Yedi sekiz yaşlarındaydım, kız çocuğu demeye birkaç şahit gerekirdi o dönemlerde bana, hiç bebekle oynamadım, evcilik nedir hiç bilmedim, erkek kuzenlerimle misket, dokuz taş, savaşçılık vs oynardım hep. Zaten çocukluğum arasta içinde, çarşının orta yerinde iki katlı L şeklinde küçük bir bahçesi ve hatta yeşil eski tahta kapısı olan bir evde geçti. O evde büyüdüm, o evde genç kızdım ve o evden gelin çıktım.
Zeminine beton dökülmüş fakat iki duvar tarafı ince uzun toprak bırakılmış minik bir bahçe ve o bahçede altı yedi kuzen neredeyse her gün birlikteydik. Bir de erik ağacımız vardı, lakin hiç meyvesi olmazdı, her bahar bembeyaz çiçek açardı, altına dinelir kafamı yukarı kaldırır beyaz efsunlu çiçeklerine bakar hayaller kurardım. Bazen gelinliğimin süsü olurdu, bazen kar, bazense ağaçta çıkan patlamış mısır.
Dedemlerin köydeki bahçelerinde erik ağacı çoktu, mevsimi geldiğinde çok fazla yemekten midemiz bozulur üç gün hasta olurduk. Dedeme dırlanır dururdum ‘’ bizim ağacımız erik vermiyorrrr’’ dedem de ‘’beceriksiz baban aşılasa verir ama nerde onda o kabiliyet’’ der laf söyler kızardı ama vakti gelince o da gelip aşılamazdı ağacımızı. Bir sömestre tatilinde köydeyken dedemin erik ağaçlarını kesip bağlayıp bir şeyler yaptığını gördüm. ‘’ dede bunlar ne? Ne yapıyorsun? Neden bağlıyorsun?’’ diye sordum o da bana ‘’ bu küçük erikleri aşılıyorum meyve versin diye’’ cevap verdi. Aaaa bu kadar kolay mıydı? Ağacı bağlıyorsun ve erik veriyor, ne olacak ben de yapardım bunu, sonuçta bağlamak işte. Eve döndüğümüzün sabahı ilk iş eriğin başına geçmekti, geçtim de, ince gövdesi ve dalları olan ağaca kaç tane bıçak darbesiyle kesik yaptım bilmiyorum. Özenle her bir kesiği sargı beziyle sardım, evet yanlış okumadınız sargı beziyle, hani şu sağlık sektöründe kullanılanlar ( o yaşta bu kadar sargı bezini nereden buldu? Ya da bir evde o kadar sargı bezi olur mu? Diyorsunuz biliyorum, kardeşim özürlüydü ve evimizde birçok malzeme elimizin altındaydı çünkü annem her türlü bakımını evde de yapıyordu ).
Ağacımız ince gövdeli ve uzundu, binaların arasından güneşi görmek için uzanmak zorundaydı hayata, o ince bedeninde ve narin alt dallarında katmanlar halinde sargı beziyle endamlıydı yine de. Annem ve babam ağacı gördüğünde küçük bir şok yaşadılar ama ses etmediler, ben bu sessizlikten yüz bularak ‘’ görürsünüz baharda bir sürü eriğimiz olacak, sizin yapamadığınızı ben yaptım’’ diye diye böbürlenip durdum.
Bahar geldi, benim ağacım yine gelinlik süslerimi cömertçe sundu göz seyrimize. Heyecan içinde çiçeklerin meyveye dönüşmesini bekliyordum, bütün çiçekler kar gibi döküldü lakin yine olmadı, bu ağaç meyve vermeyi bilmiyor muydu? Oysa aşılamışdımda. Yeşil yaprakları o kadar sık ve güzeldiki, olsun meyve yapmayı bilmiyor bile olsa yaprakları güzeldi ve benimdi sonuçta.
Birkaç hafta sonra babam seslendi ‘’seyideeeee bak ağaçta bir tane erik var’’ durur muyum, çığlık çığlığa koştum ‘’biliyordum biliyordum aşının tuttuğunu biliyordum’’ babamın yanında dikelip yukarı baktım, aman yarabbim oradaydı, yemyeşildi ve o erik değil sanki çok değerli bir taştı, zümrüttü hatta. Babam elini omuzuma koydu ‘’bu eriği yemek yok küçük hanım, böyle dalda duracak, biz de yıllardır görmek istediğimiz şeyi seyredeceğiz ‘’ dedi. O an cazip geldi babamın söylediği ‘’peki’’ dedim.
Bir iki hafta geçti, bizim erik oldu kocaman, sol omuz üstümdeki hınzır meleğim ‘’ hadi ama çok lezzetli görünmüyor mu? Baksana kocaman ve seni çağırıyor beni ye diye’’ söylenip aklımı çeliyordu. Sağ omuz üstümdeki muhlis ve uslu meleğim ise ‘’hayır, onu yiyemezsin, baban gelir geçerken ona zevkle bakıyor, hem yersen baban çok kızar biliyorsun’’ diyor beni durduruyordu. Birkaç gün bu iki meleğin savaşıyla geçti ve ben yine ağaç altıdayken bir ilham perisi bir fikir getirdi aklıma. Her iki meleği de kırmadan daha da önemlisi babamı kızdırmadan bu eriğin tadına bakabilecektim. Hem birinin bunun tadına bakması gerekiyordu değil mi? Ekşi mi tatlı mı nereden bilecektik?
Annemin işlere daldığı ertesi gün evin ikinci katındaki terasa çıktım, kasap vitrininin önündeki kedi misali uzun uzun seyredip plan yaptım ben bir dâhiydim yahu. Ağaç dalları terasın duvarının yanından yukarı uzanıyordu, önce kenar korkuluğuna çıktım terasın boyum yetmedi, sonra bir sandalye çıkardım, mutfağa inip oklavayı aldım ve bir tel bulup oklavanın ucuna kanca yaptım. Biraz gevşekçe bir kanca oldu ama olsun işimi görürdü. Artık teşkilat hazırdı ve ben bir zafere imza atmak üzereydim, plan tıkır tıkır işliyordu. Sandalyeyi korkuluk betonunun yanına koydum üstüne çıktım, bir ayağım korkuluk duvarında diğeri sandalyede parmaklarımın ucunda yükselip kancalı oklavayı eriğin olduğu dala taktım ve yavaşça kendime çekip dalı tuttum. Narin narin dalı elimle çektim dalda hiç nazlanmadan geldi, eriği koparmadan usulca ısırdım yarısını. Evet yarısını ısırdım ) ve dalı yine usul usul serbest bıraktım. Aman yarabbim erik mi bu? Şeker, bal, harikaydı tadı ve hala o tadı unutmadım. Yarısı ısırılmış erik daldaydı işte, ne meleklerimi kırdım ne de babamın sözünden çıktım. Hepimiz gönlünü yapacak muhteşem bir fikirdi işte.
Dakikalarca yutmadım o minik lokmayı, sanki ilk kez yemişim gibi ağzımda tuttum durdum.
Bu planı yaparken bir şeyi unutmuşum işte, o da ısırıklı tarafın görünen yerde kalmasıydı. Halbuki bunu düşünmüş olsaydım babam görmeyecek ve ‘’ sen hiç mi erik yemedin, ne biçim bi kız çocuğusun, ya düşseydin ya bir şey olsaydı sana, cezalısın iki hafta sonu köye gitmeyeceksin’’ naraları duyup bu saçma cezayı da almayacaktım ))
O yıldan sonra ağacım her yıl üç beş tane erik verdi ve babam bir daha hiç dalında kalsın demedi.
YORUMLAR
Canım nasıl da erik çekti bi bilsen Seyidecim. Bu sene ağaçtaki üç beş erikten ikisi benim yoksa fena bozuşuruz haberin olsun :)
Sevgiyle kucaklıyorum seni <3