- 511 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
EKRAN
öyle inanıyorum ki, dışarıda bir yerde var olan şartlar bizi mutlu ya da mutsuz etmiyor. hariçten bir alanda oluşmuş şanssızlık bizim bahtımızı karartmış değil. ya da mutlu insanlar, bu mutluluğu bir sabah uyandıklarında posta kutularında bulmadılar. hem iç güzellik hem de dış güzellik, güzel insanlara uzay boşluğundan ithal edilmedi.
öyleyse bu mutluluğun ve kara bahtın, zenginliğin ve fakirliğin, güzelliğin ve çirkinliğin kaynağı nerede dersin?
alnının tam ortasında görünmez bir projektör olduğunu hayal et. aklının ve kalbinin iş birliği içinde hazırladığı görüntüleri, filmleri her an dışarıya yansıtıyor ve sen de bu filmlerin başrolünü oynuyorsun. benliğinin merkezindeki hammadde, özünde var olan bir itici güç, filminin sahnelerini birer görüntü olmaktan bir adım ileriye taşıyıp realitene dönüştürüyor. bildiğin projektörler düz ve beyaz bir zeminin üzerine iki boyutlu görüntüler yansıtırlarken sen de bu sayede bir film izlemiş olursun. ancak kendi ruhunun kaynağı senin dünyana daha üst boyutlu, hologramik gerçekler yansıtıyor ve sen bu gerçekleri sadece izlemiyor, aynı zamanda yaşıyorsun.
zihnin bir senaryo yazıyor, niyetlerin ve hislerin arka planda bu senaryonun detaylarını şekillendiriyor, özündeki kaynaktan o eşsiz tanrı parçacığı sürece dahil oluyor ve böylece senin filmin dönmeye başlıyor. senarist sen olduğundan hikayenin akışını da sen belirliyorsun. senaryon, kendin için ve başkaları için istediklerin, niyetlerin, inançların ve hayallerinden ibaret. tüm bunlar alnının ortasındaki mercekte harmanlanıp senin gerçekliğine dönüşüyorlar.
bir yönetmen düşünün ki, kendi çektiği filmleri izlerken, durmadan o filmlerin kalitesizliğinden, yetersizliğinden şikayet ediyor olsun. hikayeyi beğenmiyor, karakterlerin izlenmeye değer olmadığını söyleyip duruyor. izlediği her bir sahneyi sürekli acımasızca eleştiriyor ve ertesi gün yeni bir film daha çekiyor. fakat bu yeni filmden de peşinen hoşnut değil. hatta filmlerin yazarına, yönetmenine küfürler edip duruyor.
bu adamın kulağına eğilip ‘afedersiniz, madem kendi yazdığınız hikayeler, kendi filmleriniz bu kadar kötü, neden daha iyilerini yazmıyorsunuz? daha iyi bir film yazamayacaksanız, neden sürekli yazdığınız filmleri kötülüyorsunuz?’ diye sormak istemez miydiniz?
neden kendi yarattığım gerçekliği eleştirip durmaktan, şikayet etmekten vazgeçip, dünyama daha renkli ve tutkulu görüntüler paslamıyorum ki? senaryolarımı yazarken, filmlerimi yönetirken, neden benliğimin ortasında oturan sonsuz bilgenin sözlerinden ilham almak yerine, başka filmlerin fiyasko repliklerini tekrar ediyorum? projektör bende. projektör benim. ve ihtiyaç duyduğum her şey kalp atölyemde mevcut. yoksa kontrolün bende olduğundan haberim mi yok? yoksa buna inanmıyor muyum?
yaşam senaryonuzu yazdığınız kalem, siz onu kontrol altında tutmadıkça, gelişigüzel, silik ve ortalama hikayeler yazmaya ve sizi bu hikayelerde bir figüran olmaya mecbur edebilir. o kalemi, keskin bir yaşama tutkusuyla elinize almadığınız sürece, diliniz sürekli rahat bir hayat özleminden bahsederken, kendinizi hep bir dram filminin ortasında bulursunuz. veya ödüllere layık bir gerilimin.
yaşamınızı, sahip olduğunuz tüm iyi ve kötü şeyleri, şu anki halleriyle gözünüzün önünde sıralayın. bütün bunları dünyanıza siz yansıttınız. beğenmediğiniz ne varsa, şu an yenilerini yansıtmak da sizin elinizde, bu çok kolay.
artık kanalı değiştirin.
uzanın, gevşeyin, karar verin, sevgiyle isteyin.
sonra iki kere gözlerinizi kırpın.
bir, iki, ...
iyi seyirler!
[email protected]
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.