ÇOK SEVDİM SENİ!.. (1)
Kaz dağlarından gelen ılık rüzgarın esintileri dalga dalga inerken aşağılara çam, ardıç, yabani çiçeklerin mis kokulu havasını otelin üçüncü kadındaki 79 nolu odanın açık penceresinden içeri dolarken derinden nefes alarak dışarı bakıyordu. Alabildiğine doyumsuz yeşilliğin sevdası içine doluyor, geldiği şehrinde böyle bir hava oratamında buluşamamanın hüzlü ile dalığ gidiyordu. Pencere önündeki ıhlamur ağacına konumuş kuşların ahenkli ötüşlerine kulağını veriyor, ’’huzurun sırrı burada’’ der gibi başını sallıyordu. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen ılıman havanın etkisi onu yatağından kaldırmış, geçen akşamın otel eğlencesinde epey yorulmasına rağmen az bir uyku ile dinlendirmişti vücudunu. Erkenden kendi isteği dışında uyanmıştı. Şaşırmıştı ama mutlu olmuştu dinlenmiş vücudu ile uyanmasına. Uzun yıllar gelmeği düşündüğü Kaz dağlarında tatili nihayet gerçekleştirmesinin sevinci ile daha önceden ’’neden’’ gelmediği üzüntüsü ile süzüyordu yemyeşil dağın atmosferini ve masmavi gökyüzünü. Memleketin en değerli oksijen deposu, astım hastası ve diğer rahatsızlıkları olanların en tercih ettikleri yerdi buralar. Ünü ülke sınırlarını bile aşmış pırıl pırıl yerlerdi buralar. Alp sağlarından sonra en temiz oksijenin olduğu kaz dağlarını kendi yurdunun insanı bile yeterince tanımıyordu; tanıyanlarda imkansızlıklarından dolayı gelemiyorlardı. Tertemiz havanın özlemini çeken varlıklı kişilerin uğray yeri olmasına ve gazetelerde zaman zaman yer almasına rağmen bir türlü gelmeyi beceremişti Turan. Nasıl oldu ise; Kaz dağlarına gelen bir arkadaşının ısrarlı telkinlerine dayanamayıp yola koyulmuştu. Geldiğine memnuniyeti yüzündeki mutluluk ifadeleri açıklıyordu. Yüzündeki huzursuz ortamın yerini sevinç kaplamıştı. Yalnızlığını yanına alıp gelmesi onu üzse de yapacak bir şeyi yoktu. Yıllardır yalnızdı. Kaz dağlarının görkemli yüzünü görecek şekilde kiraladığı odasının penceresinin önünden ayrılmıyor,nefes aldıkça ve baktıkça içine müreffeh bir mutluluk doluyordu. Düşüncelerini harmanlarken kafasında odanın telefonu çaldı.
__ Beyefendi günaydın. Sabah kahvaltısı saatiniz başladı. Aşağıya kahvaltıya inebilirsiniz.
__ Çok teşekkür ederim. Birazdan kahvaltıdayım.
Telefonun avizesini bırakıp elbise dolabına yöneldi. Askılıktan beyaz gömleğini ve gri kadife pantolonunu alıp yatağının üzerine koydu. Önce lavoya giderek sinek kaydı traşını oldu. Elini yüzünü yıkadı. Dişlerini fırçalayarak kokusundan yüzüne ve saçlarına püskürttü. İğde kokusuydu. İğdenin kokusunu o kadar çok severdi ki; köydeki bağ evinde dikili iğde ağaçlarına gözü gibi bakardı. Rahmetli Osman dedesi dikmiş, onun yadigarı olarak korurdu. Baharda çiçeklendikleri zaman onların mükemmel kokularını ta ciğerlerinde hissetmek için giderdi sürekli. Kokusuda o yüzden ona özeldi. En pahalı iğde kokusunu alırdı günlerce üzerinde kalması için. Arkadaşları ona çok takılırdı ’’Kadınları cezbetmek için mi bu özel koku!’’ diye. Halbuki onda böyle bir düşünce yoktu. Yıllardır bekar olmasına rağmen kadınlara hoş görünme, onları tavlama gibi bir düşüncesi hiç olmamıştı. Seveceği bir kadın henüz karşışına çıkmamıştı. Pek hoşlanmadığı kadın tipleri karşısına çıksada o oralı bile olmadan uzaklaşıyordu ortamdan. Onun kafasında her şeyi ile mükemmel, asil, duyguları sağlam, gelip geçici aşk düşünmeyen soylu bir kadın düşünüyordu yüreğini feth edecek. Eski sevdalar peşindeydi o! Ölümüne bir sevda, aşk istiyordu. Şimdiki içi boş sevdalar yerine şu hali ile yalnızlığı seçip, zor hayat şartlarını tek başına devam ettiriyordu. Akrabaları, babası, arkadaşları evlenmesini istediği halde o duymamıştı onların isteklerini. Sparişle gelen bir evlilik olsun istemiyordu. Yüreğin istediği, seviştiği bir sevda olmalıydı. Ömrüne iz bırakacak, asırlara kazınacak bir aşk olmalıydı yüreğinde!.
Üzerini giyindi. Yanında getirdiği ayakkabı boyası ile ayakkabılarına ince bir rütuj attıktan sonra masadaki telefonunu alarak aşağıya kahvaltı salonuna indi. Kahvaltı salonu sonbahar olmasına rağmen yoğundu. İnsanların en iyi tatil seçenekleri arasına girdiği belli oluyordu Kaz dağı etekleri. Aileler çocukları ile gelmişler, kimileri sevdiği ile ve kimileride yapayalnız. Enveai çeşit yiyecekler doldurulmuş mutfah tezgahlarına. Yeşilliklerden tutunda; balına, tahinine, her çeşit peynirlerine, zeytilerine kadar ne varsa... Mutfak görevlisi bir kadın isteyene sıcacık börek pişiriyor, katmer açıyordu. Turan, elindeki tabağa yiyeceği kadar alıp boş bir masaya gidip koydu tabağını. Çayını ve sıcak ekmeğini alarak masasına oturdu. Besmele ile çayından bir yudumla başlarken kahvaltısına, masasına biri müsade isteyerek oturmak istedi.
__ Affederseniz beyefendi, başka kimse gelmeyecekse oturabilir miyim?
__ Elbette, buyurun. Ben zaten yalnızım ve bu masada bana çok büyük. Kahvaltıma arkadaşlık edersiniz. Oturabilirsiniz beyedendi. Afiyet olsun.
__ Teşekkür ederim. Sağolasın bilader. Adım Kutluay. Size de afiyet olsun.
__ Eyvallah. Benim adım da Turan.
Dakikalık tanışmanın ardından kahvaltıya devam ettiler. Çaylar bitti, yenisi tazelendi.
Sohbete başlandı samimi duygularla. İki yeni dost birbirlerini yakından tanımak istercesine sorular soruyorlardı. Esmer tenine kirli sakalları yakışmış, kahverengi gözlerinden düşüncelerin çımbızla alındığı Kutluay söze başladı.
__Turan bey, nereden geliyorsunuz buraya? İlk kez mi?
__ Ben Isparta’nın kazası Yalvaç’tan geliyorum. İlk kez geldim. havası harika. Bizim oralarda da dağlar var ama havası, oksijeni böyle değil. İnsanı dinlendiren, mutlu eden bir havası var. Çok gelmek istemiştim ama bugüne nasip oldu gelişimiz. Siz nereden geldiniz?
__ Ben Van Ercis’ten geldim. Bayağı uzaklardan. Ben de astım rahatsızlığı var. Doktorumun tavsiyesi ile geldim buraya. İki hafta kadar kalacağım. Şayet iyi gelirse tekrar ailemle birlikte gelirim. Siz de sanırım yalnız geldiniz?
__ Evet, ben yalnız geldim. Çünkü yalnızım. Uzun yıllar ayrıyım eşimden. Çocuklarım var ama onlar kendi hayatlarını kurdular, maşallah işlerinde güçlerinde. Ben işçi emeklisiyim. Fabrikalarda çalıştım ve en son Isparta’da gül yağı fabrikasından emekli oldum. Şuan bir şey yapmıyorum. Burayı tavsiye etmişlerdi, geldik. İnşallah memnun kalırsak tekrar nasip olur gelmemiz, dedi Turan.
Çaylar içilirken sohbet öyle koyulaşmıştı ki; sanki yıllarca bir birlerini tanıyormuşcasına sohbetler devam ediyordu. Kutluay, çayının son yudumunu aldıktan sonra müsade isteyerek dışarıya çıktı. Turan, kahve keyfini çıkarmak için çay bardağını ve yemek tabaklarını alarak görevliye teslim etti. Kendiside kahve alıp tekrar aynı masasına oturdu. Masasının iki masa ötesinde üç kişi kahvaltı yapıyorlardı neşeyle, gülerek, konuşarak. Bir genç oğlan, yirmi iki yaşlarında, etine dolgun, kabadayı görünümlü, kalın kaşlı, bakışları sert. Diğeri genç ise yirmisekiz yaşlarında genç kız. Kıvrımlı saçları, hilal kaşları, güzel endamı ile etrafına hoş bir hava estiriyordu. Gülüşünde inci görünümlü dişleri bembeyaz görünüyordu. Saf, tertemiz Adadolu kızıydı. Yanlarında oturan altmışa yakın görünümlü zarif bir bayandı. Siyah saçları, ince ve alımlı yüzündeki kahverengi gözleri sevgi saçıyordu konuşurken. İnce beline giydiği elbise o kadar vücuduna oturmuştu ki Paris modasından özel ısmarlama elbise gibiydi. Çiçekli süslemeleri ile etrafındakileri zecbediyordu. Masanın yanından gelip geçenler yan gözle dikizliyor, iç çekenler bile oluyordu yüz ifadedelerinden anlaşıldığı kadar. Ama o yanındakilerle hoş sohbete devam ediyordu aldırmadan. Alımlı hali dikkatini çekmişti Turan’ın. Kahvesini dudağına götürürken Turan, genç ayağa kalkıp yanındakilere seslendi:
__Anne kahve içer misin? Ya abla sen ne içersin? dedi gülümseyerek.
Masadaki anneleri ve iki gençte kardeşti anlaşılan. Onlarda üçü tatile gelmiş görünüyorlardı. Turan; delikanlıyla göz göze geldi kahvesini yudumlarken. Yanından geçerken selamlaştılar başlar sallanarak. Turan’ın, gözleri masaya uzandı. Bakışları dikkat çekecek durumdaydı.. Kadın kızı ile konuşuyor, heyecanlı bir şeyler anlatıyordu. Bir ara nasıl oldu ise kadının dikkatini çekti Turan’ın onu süzdüğünü. Yüzü hafif pembeleşti, utangaç yüzünü kızına doğru çevirdi. Turan, ara sıra kaçamak bakışları ile onu dikizlemeye dikkat ediyordu. O ise ne kadar kaçmak istesede öyle bir an geliyordu ki; gözler bir birine adeta kilitlenip kalıyordu. Turan sanki saçı bozulmuşçasına sağ eli ile saçlarını tarar gibi yaptı, bıyıklarına dokundu, kahve fincanını etrafında döndürmeye başladı. Nasıl bir hal aldığına o da şaşırmıştı. Kadının yanında oturan genç kız farkına bile varmamıştı kaçamak bakışların. Kadın, şöyle bir toparlandı, öne düşmüş saçlarının zülfünü arkaya attı. Turan’ın onu gözlerinde misafir ettiğinin farkına vardığından tedirginliği belliydi. Başını hafifçe kaldırıp Turan’a doğru bakış atarken hafifçe tebessüm etti asil duruşu ile kadın. Turan’da bu bakışa güzel gözlerle baktı, istemeden, kontrolü dışında yüzünde güller açtırdı, dudakları bir şeyleri mırıldandı. Kadın yine mahcup edasıyla başını öne eğdi. Oğlu masaya gelip annesine kahvesini, kız kardeşine meyve suyunu verip oturdu annesinin karşısına. Turan; ’’neden annenin önüne oturdun?’’ der gibi bozuldu. Tam göz göze geldikleri sırada, aralarına bir perde gibi inivermişti kadının oğlu. Yanındaki sandalye boş olunca oraya kaydı. Kadının yüzünün bir kısmını rahat görebiliyordu. Kadın kaçamak bakışlarla gördü sandalyesini değiştiriğini Turan’ın. Anlamıştı iyice ona olan ilgisini. Kalbinde rengarenk kelebekler uçuşmaya başlamıştı.Yıllardır böyle duygulara kapıldığını hiç hatırlamayadı. Bu bambaşka bir histi. Ama korkuyordu da...
Turan, kahvesini bitirmiş öylece duruyordu. Yemekte de pek fazla kişi kalmamış, kimisi odasına, kimisi mihmandarların öncülüğünde geziye çıkmışlar, bazılarıda otelin barına oturmaya gitmişlerdi. Turan yavaşça doğruldu, sandalyesini arkaya çekerek çıktı masadan. İnce, zayıf, bir yetmişdörtlük boyu ile kavak gibi dikilivermişti. Kadın, Turan’ı aşağıdan yukarıya kadar dikkatlice gözden geçirdi. Kırlaşmış saçlarının, yüzündeki bazı kırışıkların anlamını çözmeye çalıştı. İnce bıyığının özenle kesildiğini, kıyafetlerinin kendisine ne çok yakıştığını ve kendisini sevenin, eşinin zevkli bir kadın olduğundan hiç şüphe etmedi. Çok sanşlı olduğunu bile düşündü karısının. Fakat yalnız olması kafasınıda karıştırıyordu. Turan, kadının kendisini dikkatlice izlediğine çok sevindi. Tanışmak için fırsatlar oluşturması gerektiğine kara verdi. Oradan başını öne eğerek odasına çıktı. Çeketini çıkarıp koltuğa fırlarıp ’’ Oh be! Ne güzel bir kadın. Şimdiye kadar görmediğim, yüreğimi kıpır kıpır eden bir kadın. Rabbim yardımcı olsa da tanışabilsem; nedir, necidir, medeni hali ne? İnşallah hiç bir engel yoktur onu sevmeme ve o da beni sevmesine. Gerçi benim halim ortada, yalnız biriyim. Ama o yalnız mı?’’ kafasında sorular sorular. Aslında o kadar da güzel bir değildi ama onu kendine çeken bir his uyanmıştı içinde. Bakışlarında, tebessümlerinde başka bir dünya görmüştü onda. Ten güzelliğinden ziyade, ruh ve kalp güzelliğine değer veren biriydi Turan.
Odanın ortasında deli tavuk gibi bir uçtan bir uca dolaşıp duruyordu. Dışarı çıkıp dağın güzelliklerini yakından görmek için dolaşmalıydı. Dolaşırken o kadını görme ihtimali olabilir diyerek koltuğa fırtattığı ceketini alıp sırtına takıştırır takıştırmaz kapıyı açması bir oldu. Asansöre binmeyi tercih etmeyerek hızlı adamlarla merdivenlerden inmeye başladı. Otelin lobisine bir kaç basamak kalmıştı ki; o kadın ve iki evladı ile karşı karşıya geldiler. Öyle derinden bakıştılar, bir birlerinin gözlerinin içinde hayal dünyasına dalıp gittiler. Kadının yüzünde pembeleşmeler, Turan’ın yüzünden boncuk boncuk terler akmaya başladı. Kadının çocukları bu hallerine şaşırmakta gecikmediler. Kadının oğlu acele acele:
__ Beyefendi yol verir misiniz? birazcık sert ifadeyle.
__ Özür dilerim, buyurun geçebilirsiniz, diyerek yol verdi onlara Turan.
Yanından geçerlerken kadının omzuna hissettirmeden kibarca dokundu. Kadının yüreğinde titremeleri fark ettirmeden yavaş adımlarla ikinci kattaki odalarına çıktılar. Turan, dışarı çıkmaktan vaz geçerek bara oturdu. Barmenden portakal suyu vermesini istedi. Buzlu portakal suyunu yudumlarken maç seyrediyormuşçasına heyecanlanıyor, bazen tırnaklarının uçlarını dişleri ile koparmaya çalışıyordu. Barmen durumun farkına varmıştı.
__ Beyefendi, bir sıkıntınız mı var? Söyleyin yardımcı olalım size.
__ Yok yok bir sıkıntım. Teşekkür ederim. Dışarı çıkacağımda ama önce şu meyve suyunu içeyim. Ormanlığa geziye çıkacağım. Guruplara denk gelirsem onlarla dolaşacağım mihmandarların eşliğinde.
__ Pekiyi, siz bilirsiniz efendim, dedi barmen.
Turan meyve suyunu bitirmesini geciktiriyordu özellikle. Kadın ve çocuklarının aşağıya inmesini bekliyordu. Onlarda gezmeye geldiklerine göre mutlaka gelecekler, ormana çıkacaklardı. Endişe ve heyacanla beklerken kadın merdivenlerden elbisesini değiştirmiş olarak iniyordu narin adımlarıyla arkasında iki çocuğu ile. Turan daha da heyecanlanmaya başladı, yüreği güp güp atıyordu. Oturduğu sandalyeden düşecek gibi oldu. Hemen toparladı kendini. Kadında onu orada görünce adımlarını kıvraklaştırdı. Lobiye iner inmez çocukları ile dışarı çıktılar aceleyle. Turan kalktı, arkalarından baktı kaldı. Onunda biraz vakit aralığında çıkıp gitmeliydi. Mutlaka bir fırsat oluşacağını ümidi ile içine sevinçler dolmaya, bahar esintileri akmaya başladı gönlüne. Yepyeni bir dünya kurmanın hayallerini yaşamaya başladı...
Devamı Yarın...
Zafer Direniş
...
25 Ocak 2018 Perçembe 21.20 Akşehir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.