Adamın İçinde Kadın, Kadının İçinde Hüzün Saklıydı
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Notlar yazıyordu bir adam sevdiği kadına.
Her anını özel kılıyordu yazdıklarıyla.
Kimi zaman gülüşünü resmediyordu kelimelerle, kimi zaman yürüyüşünü, kimi zaman da bakışını. Kadın da seviyordu yazmayı ve okumayı ve film izlemeyi... Küçücük jestler mutlu kılıyordu her ikisini. Günümüze dünyasında pek de makbul değildi böyle sevmek ama neylersiniz?
Bir tebrik kartı...
Bir "Al Yazmalım, Selvi Boylum" yazılı oyuncak kırmızı kamyon...
Çikolata...
Defter ve kalem...
Ve hepsini içinde saklayan muhteşem bir hediye kutusu...
Mutluluk buydu.
Ne şan şöhret, ne araba, ne mal mülk, ne de makam mevki...
Adamı mutlu eden bir hal hatır sormaydı, bir selamdı.
Kadını mutlu eden ise gönül okşayıcı bir iki kelamdı.
’Hüzne aşina kalpler birbirini buldu mu içlerindeki o hüzün deryası sevince dönüşürdü.’ Öyle diyordu Kaptan. İki kızgın bulutun havada çarpışması ve bu çarpışmanın neticesinde şimşeğin çıkması yağmurun başlaması... İki yaralı ruhun yan yana gelmesi ve bu yaraların iyileşip çiçeğe dönüşmesi diyebiliriz onların birlikteliğine.
Adam, kadını bu dünyada başkasının sevmeyeceği gibi seviyordu. Hani şöyle bir özgür kılabilseler kendilerini ; kadın aşırı sevilmekten cennette olduğunu sanacak yaşadıklarının hayal mi gerçek mi olduğunu sorgulayacaktı. Ancak filmlerde olurdu böyle sevmek. Ve ancak filmlerdeki adamlar böyle sevebilirdi, kadın buna inanıyordu. Adam ise zaten filmlerdeki gibi yaşıyordu kadını. Kadın bunun farkında mıydı acaba?
Yazmak yazgısıydı adamın.
Ve kadın bu yazgının adamın kalbine işlediği en güzel nakıştı.
Adam hissediyordu kadını içinden.
Kadın da adamı hissediyordu derinden.
Cebinde kelimelerle dolaşıyordu adam, kadına duyduğu özlemi anlatan kelimelerle... Kadına duyduğu aşkı en beliğ ve veciz şekilde aleni beyan ediyordu adam. Kim umurundaydı ki zaten! Millet ne anlarsa anlasın, ne derse desin! diye düşünüyordu. Çünkü kadından başkası yoktu aklında. Ondan başkası ikamet etmiyordu yüreğinde.
Adamın içinde kadın, kadının içinde hüzün saklıydı.
Kadının içinde adam, adamın içinde yine kadın saklıydı.
Kadın iki günlüğüne şehir dışına çıkmıştı ve adamın haleti ruhiyesini anlamak adına yazdığı notlardan bir kaç satırını burada paylaşmak istiyorum. Bir kadına yazmak nasıl bir duyguydu acaba? Ve kendisine yazıldığını bilmek nasıl bir histi? Bu aşka şahit olanlar ve şapka çıkartanlar elbette olacaktı. Var mı böylesi? diye yorumlarda bulunacaklardı.
İşte o can alıcı satırlardan kalbe atılan paraflar...
"Can çekilir ya bedenden yavaş yavaş, ilkin ayak uçların soğumaya başlar sonra her tarafın... Sen ayrılınca bu şehirden ayak uçlarım soğuyor sanki başıma bir ağrı saplanıyor, kendimi terk edilmiş bir yuva gibi hissediyorum. Son sıcaklığımda gidiyor, son neşem... Güneşim kararıyor, nefesim sıklaşıyor.
’Sen gitme!’ diye bağırmak istiyorum ama sesim çıkmıyor. Bir korku filminin en can alıcı sahnesindeymişim gibi...
’Sen gitme!’ diye bağırmak istiyorum ama sesim çıkmıyor. Kendimi bir uçurumda düşüyormuş gibi buluyorum.
"Ne zaman ve nasıl sevdin beni bu kadar?" diyorsun ya inan ben de bilmiyorum. Sanki seni çok eskiden beridir tanıyorum ve seviyorum gibi yakın hissediyorum. Ve hiç eskimeyecek gibi de hep yeniden seviyor olacağım."
Adam, kadının görüp görebileceği en güzel yüreğe sahipti ve kadın da o yüreğe özenle yaklaşıyordu. Kadın ise adamın sevip sevebileceği en güzel kadındı. Adam da bu yüzden onu kırmadan, incitmeden ve kıymadan seviyordu. Herkesin et beden derdine düştüğü ve şehvete bulandığı bir zamanda bir kadını ruhen sevmek ve onun ruhunu okşamak pek de gülünç gelebilir insanlara. Ama adam ruhtan başlamıştı sevmeye, kalpten...
Her neyse!
Mevzuyu uzatıp da bulandırmayalım bu berrak aşk hikayesini.
Adamın bir duası ile bu bahsi kapatmak istiyorum:
"Rabbim aşk bizden, takdir senden!" diye.