Korkularım-Kavgalarım
Elimdeki bir bardak siyah çayın rengine akıttığım kederlerim ve bu denli durgun oluşumdan sezinlediğim şüpheler. Hislerimin üstünde ayağını sürüyen bir sabi. Lakin benliğimin etrafına demir parmaklıklar örecek kadar usta ve kurnaz.
Şüpheyi belki onu cenin haline getiren sebeplerin rahminde daha doğmadan boğmalıydım. Yaşadığım tüm gecelerin en koyu yerine izin almadan ve sessizce “hüküm” koyan “muamma”
Sanki bana anlatmaya çalıştığı bir şeyler var da fısıltıları kulağımın kapı eşiğinde eriyip gidiyor. Sanki “düş mekanizmamın” çarkları arasında sıkışıp kalmış bir paçavra. Dudaklarım birkaç veda kelimesinin harfleriyle kavgaya düşmüş ve ılık gözyaşlarımla yıkanmışçasına nemli. Yalnızlığım uykusundan uyandırılmış “öfke” gibi çılgınca “kefen bezi” aramakta ve ne varsa sarıp sarmalayıp onları kurtulamayacakları bir ıssızlığa gömmeye ant içmişçesine yeminli.
Soru kılıklı bir yığın sancı!..
Şiir kıvamına gelmiş duygularım tüm hassaslığıyla zihnimdeki hayallere senaryo bulmak için çırpınarak sanki “İlham perilerime” borcunu ödemekte. Yüreğime devrilen “sükût-u hayal” ve bir “enkaz”ın analizi!... Kafamda yankılanan o zehir zemberek soru. “Neden?”
Oysa asıl soru… “Nasıl?” Olmalıydı.
Lakin hayatı bir şeye adamak gerek, bu bir zaruret. İçimde gezinip duran uzun geniş beyaz elbiseli bir “peri kızı” ve “zikir” çekerek yürüyen yeşil-beyaz elbiseli bir derviş. Sesler ve renklerden kurulu bir dünya. Kelimelerin ve “kalıp cümlelerin” renkleri var o dünyada. Soyut, somut pek çok resimden müteşekkil bir galeri.
“Onu yaşamak” yasağını çiğnedim ben!.. Kimse bilmesin, kimse duymasın. Cezamı ben veririm kendi kendime, gözlerim acı ve hasretten yanarken gözyaşlarım parçalar yine yüzümü.
Ağaçlar, martılar, deniz ve kalemim özlemiş ondan bahsetmeyi. Gökyüzü ve İstanbul da özlemiş, ayak bastığı her taş her toprak parçası da özlemiş, hatta sonbahar ve sarı yapraklar bile…
Yüreğim, gözüme ilişen her “yan bakışın” hesabını soracak kadar delikanlı, omuzlarım ise “zaman-ı zamana” taşıyamayacak kadar yorgun. Gönlümdeki romantizm tüm çağlara hakimiyet kuran cihan-şümul padişah misali mağrur ve hükümran bir ifade ile tahtına kurulmuşken “bir başka yüreğin” realizmin kesin hatlarının muhteviyatında hayata gülücükler sunmasının manasını anlamak hakikaten çok zor!...
Her güzelliğin, her umudun ardında pusuya yatmış gözü doymaz egonun biçimsizliğinden sarkan iğreti salyalar… Sahte bir paravanın arkasından sırıtan gerçek duyguları süsleyerek pazarlayan “zavallı erdem”
Tüm tavırlarımı “ip ucu kovalayan” dedektif dikkatiyle süzgeçleyen ve bir “çelişki ihtimaline” hamle yapmak için sabırsızlanan bir Allah kulu. Ruh muhasebesinin zihnime şırıngaladığı karmaşa ve çözmek zorunda olduğum “umudun bilmecelerinin” bulanık hali.
Ney taksiminden yükselen inleyişlerle “yapay acılar” üretmek, ahengi paramparça edip her parçada ayrı ayrı yaşayarak kendi kendime acı çektirmek!
Gurbetin koynunda büyüttüğümüz hasret başaklarının boy atışını buğulu gözlerle süzmeye çalışmak, lakin “kavganın” bir yanında yüreklerimize inşa ettiğimiz dost abidelere kazıdığımız yeminler…
Bu beden ödünç, bu ruh ödünç... Ama ben bunu sahipleniyor ve ucuz bahanelerin tehlikeli patikalarında gezdiriyorum, bir yanım uçurum!
Peki! bu cesaret hangi korkunun gölgesi?
İşte ruhumda tüten tenakuz, bu kavga beni korkuturken korku ile “it dalaşı” içindeyim. Merdivenleri tırmanacak güç nerede?
Cevap; “Hüsranla biten yaşadığım güzelliklerin gönül hissesinde”
Kavramak belki zor fakat “hayal kırıklıkları” derman olmaya en büyük aday.
Kavgam; ortasında fırtına kopmuş denizin deli dalgalarında, Korkum; o dalgaların insafsızca dövdüğü kayacıklarda! .....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.