- 855 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
SENDE NE DEĞİŞMİYORSA, SEN O'SUN...
Issız bir karanlığı sahiplenmek marifet olmasa gerek ya da kalabalığın mahiyetinde bir kurama denk düşen insan ve yalnızlığı…
Su üstünde yürümekten farkı yok mutlak kaygıların: bazen yoran bazen iten belki de etki-tepki zihniyetine ulaşıp arındığımız kadar da arıtmayı dilediğimiz koca kâinat.
Üstünkörü bazen niyetlerimiz ve savsakladığımız kadar da mutlu muyuz ne? Ehemmiyet arz eden bir fetva bazen kimliğin kıvrandığı belki de soyut açılımlardan somut bir sonuca ulaşmak kadar da akla karayı seçtiğimiz.
Gözden ırak kıblesi mi huzurun, yüreği de ıssız ve terk edilmiş bırakan sonra da hezeyan bürüyen bir silueti ters yüz etmek sanki hazandan üreyen hüznü bahara mal edip, yazı kıskanan bir kış masalı gibi, soğuğun pervazında buz kesen.
Ayazı yüreğin hatta açmazı kayıp bir şiirden uzanan o yolculuğu soluyup ruhun açıldığı enginlikte son bulmadan, muradımız ne ise ve bir o kadar dilemekten hatta tasalanmaktan vazgeçmeyip peşine düştüğümüz.
Sonların da sonu var mı peki? Ya da başa dönmek bu kadar mı imkânsız? Belki de kaderin çapağını alıp keder bulaşmışken üstümüze başımıza.
Heybetli bir tanrıyız belki de kendimizi avuttuğumuzu unutup inanmaya yüz tutmuş kirli beyanlarımız var. Bazen kuruyan kanını ölü çocuğun ya da kesik izlerine sebep olan o ölü kadının kocasını yok sayıyoruz ya da balık hafızamızla saniyeler içerisinde unutuyoruz vahşetin çağırışını ve randevusuna sadık iken Kara Melek. Yine suçladık ya ölümü yine suçladık ya kaderi… denilesi bir söylemden çıkıyoruz yola da varamıyoruz bir türlü içimizdeki yakaya oysaki iki yakasının zor da olsa bir araya gelme ihtimaline şerh düşmüş bir şehir gibi olmalı içimizin kalabalığı ve arz ettiği o ıssızlık…
Hep ikilem yüklüyüz hep iklimleri çağrıştırıyoruz belki de değişen mevsimlerin yalancı baharlarına kanıp kışımızı unutuyoruz ve içimizi soğutuyoruz belki de tam tersi.
Kışın açık renkli t-shirtler giyiyoruz ve yaz sıcağında kürk mantolar.
Yağmur yağarken yürüyoruz.
Güneş tepedeyken sobayı yakıyoruz.
Canımız acıyor ve gülüyoruz.
Çocuklar ölüyor ama umurumuzda mı? Ne de olsa; gemisini kurtaran kaptan misali ne taviz veriyoruz ne de sunulan tacize engel oluyoruz.
Cinsiyeti olmayan insanlar ürüyor belki de insanlığa dair olmayan hüviyetler tekelleşiyor sonra da istimlâk edilen duygulara ve mutsuzluğa reçete oluyor uçlar ve uç seçimler ve de şehvetin girizgâhında nefsimizin esiri oluyoruz ki kıblemiz hep aynı yönde hele ki maneviyatın dağarcığında tutsak olmamız gereken kuramlar ve güzellikler saklıyken-mutluluğa ve huzura açılan kapıda-bizler kötüye ve nefrete tutsak olmanın verdiği o itici hazla yanılıyoruz, birbirimizi yanıltıyoruz en kötüsü Yaratanı.
Miladı olmayan bir nesil mi yetişiyor?
Ya da geniş mezhepli toplumlar mı yeknesak düzene karşıt aslında kuralları yok sayan ve kendi dogmalarının esiri bir o kadar yüksek frekanstan yayın yapan nefsin ve kör adaleti yine yoksunluğun ve insanlığın yok olmasına zemin hazırlayan…
Küller uçuşuyor yangın sonrası.
Küllerinden doğmuyor artık gerçekler ve yalan yalanı doğuruyor. Doğmamış çocuğa yırtık donlar biçiyoruz ve kirlenirken yetmiyor yaptığımız kiri bile mubah sayıyoruz.
Sevgiden uzak belki de aslını unutan.
Duyguların meşrebinde hep tatminsizlik kayıtlı aslında sabrı da şükrü de zaman içinde yitirdiğimiz ki yetinmek şöyle dursun doğurgan bir istila yine haiz olduklarımızın üstüne katlar çıktığımız ve en sonunda çöken binanın altında ölüme mahkûm olduğumuz.
Küçük ölümler tasarlıyoruz bazen ve yazarın dediği gibi; o küçük ölümlerden nemalanıp büyüğünü inkâr ediyoruz.
Yine yazarın dediği gibi; sevişmek belki de ölümlerin en küçüğü ve geri dönümü olan bir yolculuk ya masumiyetin yiten vasfını kim koyacak yerine?
Şehirlerden yaylalara…
Sevdalardan yalanlara uzanan…
Doğrulara ket vurulası aslında masumiyetin bile çarpıtıldığı ve günün birinde çarpılacağımızın da bir kanıtı iken içine düştüğümüz buhran ve geçirdiğimiz toplu cinnet.
Hangi mekanizma mükemmel, diye sorgulamaktansa doğru taşları yerleştirip zaten mevcut huzura ve mutluluğa erişmenin o kadar da güç olmadığı gerçeğini göz ardı edip, ayaklarımızla çiğnediğimiz adalet ve mutlak mutluluk ve nihayetinde aşkın yitiminde kendimizi de yitirdiğimiz gerçeğinden bihaber yine her benlik kendi içinde kendi imparatorluğunu inşa ederken…
Değişen ne?
Ya değişmeyen?
Ya da kendimize soracağımız o soru: ‘’Bende ne değişmiyor?’’
Arayıp da bulamadığımız belki de aradığımızı sandığımız kadar kolay bulamayacağız gerçeği.
Duyguların değişimi ve düşüncelerin ve zevklerimizin ve de isteklerimizin hatta beklentilerimiz bile değişime uğrarken…
Yine de değişmeyen tek bir şey var.
İşte hayatla kuracağımız en güvenli ilişki de o soruda saklı.
‘’Değişmeyen ne?
Sende ne değişmiyor?
Sanırım Valery’nin ‘’Ben sürekli değişiyorum, ben kimim’’ sorusunun da cevabını:
Sende ne değişmiyorsa, sen o’sun…’’(Alıntı)
Farkındalık kazanımına rest çekip alıngan mizaçlarımızı da bir kenara fırlatıp…
Doğudan batıya yöneldiğimiz belki de aynadaki aksimizi inkâr edip yeni bir akisle kendimizi ödüllendirdiğimiz…
Diri benliklerin çürümeye yüz tuttuğu.
Çürüklerin sağlamları yok saydığı…
Elemin suç olduğu aslında güneşe dönük yüzümüzün karaya çalan bir vicdanla eşleştiği ve güneşin doğmayı unuttuğu… kaygan zeminde düşüp de kendimizi tokatladığımız ve gerçeklerin asılı ve kalıcı titrinde bizler hala nasıl oluyor da nasiplenmiyorsak gerçekten ve güzelden yana… deme kaygısından uzak olmamalı arayışımızın asla noktaya haiz olmayacağı gerçeği ve evet, gerçekler: zaman aşımına uğramayan ve ketum varlıklarımızdan sızan yalanların bile günün birinde gerçekler karşısında buhar olup yok olacağı gerçeğine nasıl ki ket vuramıyoruz o zaman son sürat yitirmeden evreni ve aydınlığı yetinelim de, yenilenen ömrün geçit vermez dehlizinden çıkmak adına en kısa zamanda.
YORUMLAR
Gülüm Çamlısoy
doğruyu bulmak adına süregelen bir mücadele zira.
Gülüm Çamlısoy
Teşekkür ediyorum varlığınıza ve katkınıza.
Sevgilerimle...
Hayatın nüktedan bir mizacı var ve konuşmaktan, anlatmaktan asla usanmayan bir garip yürek…
Hüzün kadar yansız; hayat kadar kaygılı ve şerh düştüğümüz duyguları çürütmeden ve kendimizi de esefle kınarken bir yerlerde yolumuzun kesiştiği insanlar ve güzellikler ki zaman zaman da örtülü bazı duygular…
Değişimin mizacı belki de değişmemek adına direndiğimiz lakin kötü yanlarımızı da bertaraf etmekten geri durmadığımız…
Körelen ne ise yeter ki uzağında kalalım.
Sevgiyi de duaları da saklı tuttuğumuz belki de pervazında bilinmezin ve her yeni gün yeni keşifler yaptığımız içsel yolculuğumuz…
Bitimsiz.
Hoş bir reverans yine hayatı kucakladığımız bir o kadar umutlarımızı ve hayallerimizi diri tuttuğumuz…
Yazdığımız kadar da direnç gösterdiğimiz olumsuzluklar bazen kaygıları büyüttüğümüz gibi her kalemin kaynakçası sadece iç dünyamızdan ibaret olmadığı gibi duyumsadıklarımız sayesinde insanlığımızı ve yüreğimizi bilediğimiz…