- 529 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Hatırlamak biter mi?
Arkamızda kalanların sahiden ’arkamızda kalması’ onlarla barışmakla mümkün. Yoksa herbirisi bitmeyen bir hatırlayış. Gelecek bir anestezi. Hayaller bir kaçış. Bu dosyaların kapanması gerek. Çünkü artık geleceğimize mani oluyorlar. Yığınla evrak var. Her adımda geriye dönüp bakış atmaktan yürüyemiyoruz. Nasıl? Şöyle: Her ’unutulmaz’ elimizde bir ucu geçmişe tutturulmuş paket lastiği gibi oluyor. Yaşadıkça lastiklerin sayısı da artıyor.
Bir, iki, üç, dört, beş, altı... Azken önemsemiyorduk. Fakat şimdi çoğaldı. Adım atmak güçleşti. Gerilim artıyor. Baldırlarımız kas yırtığı. Sızılar çoğalıyor. Birken sorun değildi ama yüzü birleşti. Teldi. Halat oldu. Bir şekilde, en azından bir kısmını, çözmemiz gerek. Yoksa geriye/karanlığa çekileceğiz. Gelecek bizi asla geleceğe götürmeyecek. Mazi labirentinde daireler çizeceğiz.
Buraya kadar tamam. Herşey çok güzel. Mantıklı. Akıllıca. Harikulade. Süper. Ancak şu var: İnsan sadece akıldan ibaret değildir. Yahut da şöyle söylemeli: İnsan farklı fiziklerin kesişim alanıdır. Hani ’âlemler’ diye birşeyden bahsediyoruz ya. İşte o âlemlerin herbirisinin farklı bir fizik anlayışı vardır. Farklı kanunlar çalışır üzerlerinde. Farklı prensipleri olur.
Mesela: Rüya âleminde gördüklerinin yorumlanması gerekir. Çünkü orada gördüklerinin buradaki karşılıkları farklıdır. Orada ateş görürsün belki. Burada su demektir. Orada telaş görürsün. Burada huzur demektir. Bazı âlemlerde zıttıyet, bu dünyadakinin tersine, yakınlık sebebidir. Bu dünyada nefret ettiğin kişiden uzak durabilirsin. Ancak kafanın içinde nefret ettiğin sana en yakındır. Yani sürekli hatırına gelir, kalır ve hep yanındaymışsın gibi uğraştırır.
Hal böyle olunca insanın âlemleri içinde ’uzlaşma dilleri’ de geliştirmesi gerekiyor. Hatta kadın ve erkek iletişimindeki sorunlar da hep buradan kaynaklanıyor. Demem o ki arkadaşım: Farklı âlemler bunlar. Dünya ve Mars gibi. Kadın birşeyi ’sırf paylaşmış olmak için’ anlatıyor. Çünkü fıtratı paylaşmak üzerine. Paylaşmayı hikmetli buluyor. Âleminin yasası bu. Erkekse birşeyi ancak ’bir sonuca varmak için’ dinliyor. Fıtratı sonuç üzerine. Âleminin yasası bu. Bu yüzden birisinin algısında ’hikmetini eda etmek’ olan diğerinin kafasında ’abesle iştigal etmek.’ Bu tıpkı Mars’ta suyun yüz derecede kaynamasını beklemek gibi.
İnsan insana neden âşık olur? Çünkü insan insanı merak eder. Herbir insan farklı bir âlemdir. Sen nasıl Mars’ı dünyada çay içerken merak edersin, aynen öyle de, başkasını da merak edersin. Onda Allah’ın Esmaü’l-Hüsna’sı nasıl tecelli etmiş, senin daha önce bilmediğin ne kıvamlar tutmuş, ne renkler bulmuş, bunların hepsini merak edersin. Şu aynalar koridorunda her aynaya hem göz, hem şuur, hem de kendine özgülük verilmiştir ya! İşte bu yüzden aynalar hem kendilerinde hem de diğer aynalarda yansıyana âşık olabilirler. "Ne yazmışlar?" diye kitaplarını okuyabilirler. "Ne görmüşler?" diye tecrübelerini dinleyebilirler. "Ne kurgulamışlar?" diye filmlerini izleyebilirler.
İnsanı insanla meşgul eden bu farklılıklardır. Ancak bu farklılıklar sadece farklı bireylerde değil bireylerin kendi özlerinde de vardır. Kalbin yasası aklın yasasından farklıdır. Nefsin yasası vicdanın yasasından farklıdır. Gözün yasası kulağın yasasından farklıdır. Hafızanın yasası hayalin yasasından farklıdır.
İnsan böylesi farklı âlemlerle de kurguludur. Yaratılmıştır. Tıpkı denildiği gibi: "İnsanın bir ferdi, sair hayvânâtın bir nev’i hükmündedir." Bu yüzden kendi içini de seyreder. Mesela: Ben bu yazıyı yazdım? Niçin? Çünkü ben de kendi içimi merak ediyorum. Tıpkı senin içinde ne olduğunu merak ettiğim gibi. Bazı bazı bundan dalgınlaşıyorum. Bazı bazı bundan düşünüyorum. Bazı bazı bundan kaleme sarılıyorum. Bak şu Allah’ın sanatının yüceliğine! Aynaya yalnızca dışında yansıyanları değil içinde olanları da farkettirmiştir. Ve insan, imtihanı boyunca, içindeki bu bin dilli varlığı vahyin hakemliğinde uzlaştırmayı dener. Eğer burada o sulhü başarabilirse akıbeti cennettir. Çünkü cennet barışanların yurdudur.