Tebriz Kalesi
TEBRİZ KALESİ
Sabah kalkınca akşamdan kalan sebzelerle bir kahvaltı yapıp geze-ceğim yerler hakkında otelciyle bir görüş alışverişinde bulundum. Önce ona görmek istediğim yerleri saydım. “Bunlardan buraya en yakın olanından başlamak istiyorum” dedim.
“Hemen hepsi de bu bölgede. Hepsi de yakın” deyince, “Hangisinden başlamalıyım” dedim; “Kaleden başla” diyerek yolu tarif etti.
5083 Kale ve Cuma Mescidi
“Kaleden başla, ötekiler o civardadır. Kaleye gitmek için de, buradan caddeye çıkınca sola dön, ilk meydandan sağa dön, oradaki ilk meydandan sola dön, 200-300 metre yürü kale sağında görünür” dedi. Gerçekten de söylediği gibi yapınca, kaleyi elimle koymuş gibi buldum.
Tebriz’deki en önemli tarihi eserlerden sayılan Tebriz kalesi (Arg-e Tabriz) kalın ve yüksek tuğla duvarların (surların) arasında devasa iki kapı ve bir mihrap görünümündeydi.
Aslında kalenin 500 yıl önce yıkılmış olan bir caminin yerine yapıldığı söyleniyor ki, bu durumda kalenin Safaviler Döneminde yapılmış olması gerekmektedir. Fakat bu arada yıkılan cami de unutulmayarak kaleye Mescid-i Alişah (Alişah Camii) de denilmektedir.
Çünkü Tacettin Elişah’ın veziri Reşideddin Fazlullah tarafından 1337 yılında yapılan caminin, yıkıntılarının sonradan kaleye dönüştürülmesiyle İlhanlı-Safavi karışımı bir eser ortaya çıkmış. Fakat depremler karşısında kale de ayakta kalamamış ve yıkılıp gitmiş, yalnızca eski caminin devasa mihrabının bulunduğu bölüm kalmıştır.
Aslında caminin çok büyük minarelerinin olduğundan da bahsedilse de, bunların çok eskiden yıkıldığı ileri sürülmektedir. Çünkü Katip Çelebi, 1405’te yazdığı Cihan Nüma adlı esersinde bu minarelerin bulunmadığını yazmaktadır.
19. yüzyılda bir süre gözetleme kulesi olarak da kullanılan kale, idam cezalarının infazı için de kullanılmış. Aslında Alişah’ın yaptırdığı cami bir külliye olduğundan, kütüphane ve tiyatro gibi bölümleri yıkılarak Cuma Camii yapılmış ki, bu devasa cami, kaleyi gölgede bıraktığı için bu durum eleştirilmektedir
İran’ı Harzemşahlardan alan İlhanlılar, muhtemelen önceki eserleri yıkmış olabilir mi diyorum? Çünkü Tebriz’de Selçuklu ve Harzemşahlardan kalan pek bir şey göremedim.
Neden böyle düşünüyorum, çünkü Moğollar teslim olmayan şehirleri yakıp yıkıyor ve halkını da kılıçtan geçiriyordu. Tebriz de teslim olmadıysa aynı akıbete uğramış olabilir diye düşündüm önce. Ama Tebriz’in böyle bir yıkıma uğradığına dair hiçbir kaynağa da rastlamadım. Tebriz yalnızca bir kez 1386’da Altınordu Devletinin hükümdarı Toktamış tarafından yağmalanmış.
O zaman yine Tebriz’de meydana gelen yıkımların yegâne sorumlusu depremler oluyordu. Örneğin 1042’deki büyük depremde Tebriz yerle bir olurken 40 000 de insanın öldüğü belirtilmektedir. Ve yine 1042’den 1917’deki büyük depreme kadar Tebriz’de 20 tane daha büyük deprem olmuş. Fakat depremler bile insanların Tebriz’den vazgeçmesini sağlayamamıştır.
5084 Tebriz Kalesi (Arg-e Tabriz)
Tebriz’i başkent edinen Türk devletlerinden birisi de Harzemşahlardır. Bilindiği gibi Harezm, Maveraünnehir’de bir bölge olup, Büyük Selçukluların bir eyaletiydi
Celalettin Harzemşah (1220-1231) Horasan yönünde çekilirken bir Moğol Ordusunu yendi. Sonra Cengiz’le karşılaştı. Savaşarak Hindistan’a çekildi. Üç yıl süren Hindistan macerasından sonra Kirman ve Fars’a (İran’a) gelerek, Burada Gürcü, Azeri ve İsmaililerle savaşarak, Harzemşah devletini yeniden büyük bir imparatorluk haline getirdi. Başkenti Tebriz olan bu devlet, Anadolu Selçuklu ve Mısır’daki Eyyubi Türk devletleri tarafından ortadan kaldırıldı.
Harzemşah ve Moğol Tarihini düşünerek ve adeta o dönemlerin içinden geçerek dolaştığım Tebriz Kalesinde, geçmişin çok küçük bir örneği ile karşı karşıya bulunsam da, o küçücük örnekten, Tebriz Tarihinin görkemini, hayal edebiliyordum. Yani Tebriz’in sembolü olan bu kale parçası, Tebriz’in geçmişindeki tüm görkemi anlatmaya yetiyordu.
Kapıdan geçerek kalenin arka taraflarına baktım. Arkasında kazılı büyük bir alan vardı. Resimlerini çektim. Çalışanlarla konuştum. Çalışanlar, kalenin bir zamanlar idam cezalarının infazında da kullanıldığını söylediler.
5090 Cuma Camii
Hatta Babilerin (Bahailerin) lideri Mirza Ali Mehmet Bab, 1850 yılında, burada idam edilmiş. Kalenin ön tarafında solda, devasa bir cami vardı. Girişteki görevliye bu camiyi sordum. Cuma mescidi olduğunu söyledi.
“Çok büyük görünüyor” dedim; “Evet, 20.000 kişiliktir” dedi.
İşte işin uzmanlarının karşı çıktığı bu cami, başka bir yerde yapılarak buradaki tarihi doku korunabilirdi deniliyor. Çünkü 26 metre yüksekliğindeki kale, Tebriz’in sembolü olup, tarihi kütüphane ve tiyatro kalıntıları yıkılarak yerine bu tarihi değeri olmayan devasa caminin yapılmasıyla, kalenin gölgede bırakılması, doğrusu pek de şık olmamış.
Görevliye müzeyi ve saat kulesini sordum. “Yukarıya devam et, biraz ilerde solda müze, sağda da saat kulesini göreceksin” dedi. Birlikte fotoğraf çektirip ayrıldık.
Saat kulesine doğru yola devam edince biraz yukarıda Belediye Binası ve tepesinde tarihi saat kulesi geldi önüme. Güzel ve gösterişli, tarihi bir yapıydı. Buraya saat gabağı da diyorlardı. Azerbaycan’da da bu gabak sözünü çok duydum.
Kime bir yer sorsam “Gabaktadır” diyordu. Ama gabak sözüyle ileriyi mi, geriyi (arkayı mı) kastettiklerini anlayamamıştım.
Burada “Saat gabağı ne demek” diye sordum. Saatin önü demekmiş.
Buna göre gabak sözcüğünün ön, ileri anlamına geldiğini düşünmüştüm. Fakat başka bir yer ve zamanda “Bu uşaklardan hangisi gabak” şeklinde bir soruyla karşılaşınca; burada “Çocuklardan hangisi büyük” cümlesinde, büyük anlamına da geldiğini öğrendim.
5095 Belediye binası ve saat kulesi
Belediye binasının bir bölümü aynı zamanda kent müzesiymiş. Ve yine ayrı bir bölümünde muhteşem bir halı müzesi varmış. Fakat ne yazık ki bunları görmeye vaktim olmadı.
Saat kulesi ve çevresindeki caddelere rastgele girip çıkıyorum. Caddeler düzgün, geliş gidiş bölünmüş yollar… Yayalar, istediği yerden yola dalıyor, araçlar yayalara uyuyor.
Bir yandan buralara bakarken bir yandan da, Celalettin Harzemşah’ın acıklı öyküsü geçiyor aklımdan. Aslında o güne dek Moğolları yenebilmiş tek hükümdar olan Celalettin Harzemşah, çok iyi bir asker ve çok büyük bir kumandan olmasına rağmen, siyasi yönü zayıf birisiydi ve ileriyi fazla göremiyordu.
Celalettin’in söz dinlemeyişi ve Ahlat’ı kuşatması üzerine Yassı Çimen Savaşında yenilerek Harzemşahlar devletine son verildi. Kaçan Celalettini bir Kürt, parası için öldürdü. İran, Moğol İlhanlıların eline geçti.
Aslında bu sırada bu üç Türk devleti, üçü de Moğollar kadar büyük bir güçtü. Nitekim Celalettin, Moğolları o güne dek yenen tek hükümdar olmuş ama ilerleyişini durduramamıştı. Anadolu Selçuklu Devleti de, Alaeddin Keykubat döneminde Moğolları yenebilecek bir güce sahipti. Ama yerine geçen oğlu Gıyasettin Keyhüsrev Kösedağ Savaşında, Moğolların dehşetinden korkuya kapılarak savaşmadan, gece gizlice ordusunu geri çekerek kaçtığı için Anadolu’yu kaybetmişti.
5087 Kalenin arkadan görünüşü
Zaten Moğolların başarısının en önemli nedeni de teslim olmayan şehirleri yerle bir edip halkını öldürterek, yaratılan korku ve dehşet ortamında, başka şehirlerin veya beyliklerin savaşsız teslim olması şeklindeydi.
Gıyasettin Keyhüsrev, babası gibi başarılı bir devlet adamı olmadığından kokuya kapılarak, savaş alanından kaçınca, sanki Moğollar Konya’ya gelemeyecekmiş gibi, bir an için kurtulduğunu sanmışsa da Moğollar tüm Anadolu’yu eline geçirdi.
Fakat Mısırdaki Memluk Türk Devleti, Moğolları durdurarak, Tüm Avrupa’nın Moğol işgaline girmesini de önlemiş oldu. Memluklar Anadolu’yu Moğol işgalinden kurtarmak için de, iki kez Anadolu’ya geldilerse de Anadolu Selçukluları Moğollardan korkusuna, Memluklulara sahip çıkamadı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.