- 589 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Çoban Süleyman
HİKAYE
“İki torun sahibi ve 60 yaşına merdiven dayamış bir dede olmamdan dolayı, torunlarıma anlatabileceğim bir hikayem olsun istedim”.
ÇOBAN SÜLEYMAN
Bir varmış bir yokmuş 1968 yıllarında Burdur ilimizin şirin mi şirin Bucak ilçesinin, kuzeyine yerleşmiş dağlardaki çalılıklardan müteşekkil “Eşek alanı” diye tabir etilen bir bölgede davarları güden bir Çoban Süleyman varmış. Oğlakları, anne keçileri, tekeleri ve çebişlerinin yanı sıra, Cafer adında bir de çoban köpeği varmış. Öyle sıradan bir çoban köpeği falan da değilmiş Cafer haaa, Çoban Süleyman üzerinde bindiğinde, onu bile rahatça taşırmış.
Bir gün Çoban Süleyman abisi İbrahim ile birlikte davarlarını alıp, Kurdun Önü diye adlandırılan yaylaya davarlarını gütmeye gitmiş. Hayli uzak bir yayla olan Kurdun Önü, Çere Sivrisinin eteklerine yayılmış ekin tarlalarından oluşuyormuş. Temmuz ayı gelip ekinler orak ve elliklerle biçilip deste yapılmış, desteler yığın yapılmış, yığınlar da kağnı ve at arabaları ile harmana taşınma işlemi bittiğinde, tarlalarda kalan buğday başakları davarlar için süper kalite bir yaylım malzemesi olurmuş.
Cafer de elbette her gün sürünün en önünde, sanki davarlara yol gösterircesine gidermiş. O gün davarlar öyle güzel yayılmışlar ki, Çoban Süleyman ve abisi Çoban İbrahim akşamın olmasının hiç farkına bile varamamışlar. Gece karanlıkta 6 km. kadar yolu, koca sürü ile birlikte gitme imkanları olmadığından, geceyi Kurdun Önünde geçirmeye karar vermişler.
İki kardeş hava kararana kadar davarlarını gütmüşler. Geceleyin uygun bir yere sürüyü örümüşler. Akşama kadar yayılmaktan yorgun düşen davarların karınları da çok doyduğu için, hemen yatarak geviş getirmeye başlamışlar.
Bu esnada Cafer’e çok önemli bir görev düşüyormuş. Zaman zaman çevreyi kolaçan edip sürüye bir zararlının gelmesini önlemek. İki çoban kardeş ekin saplarından dandik bir yatak yapmışlar ve üzerlerine yatmışlar. Çoban Süleyman bir de ne görsün: Cafer, kutsal görevini yerine getirdikten sonra gelip, Çoban Süleyman’ın başının altına girerek yatmış. Yani demek istemiş ki; “Başını taşa koyma kardeşim, benim üzerime koy”. Çoban Süleyman Cafer’in ne demek istediğini hemen anlamış ve başını Cafer’in yumşacık karnına koymuş.
Gece Çoban Süleyman derin bir uykuda iken, Cafer hafifçe kıpırdayarak; “Çoban Süleyman izin verir misin, ben bir çevreyi dolaşıp kolaçan edeyim de, davarlarımıza bir zararlı musallat olmasın”. Çoban Süleyman, Cafer’in meramını anlamış ve “tabi ki koçum, haydi bir dolaş gel” diyerek sırtını sıvazlamış.
Sabah olmadan şafak sökümünde karnı acıkan davarlar, hep birden kıpraşmaya başlamışlar. Belli ki, karınları acıkmış. Cafer de derhal çoban Süleyman’ı ve abisini uyandırıp, derhal sürüyü gütme mesaisine başlamışlar.
Harman sahipleri öküzlerle birlikte harmanın çevresini düven genişliğinde yayarak, düven sürmeye başlamışlardı. Öğleye doğru harman sahibi amca, yığınları harmana getirmeye gitmek istediği için, Çoban Süleyman’dan düvene binmesini rica etmişti.
Çoban Süleyman ne anlar ki düven sürmekten. Ama ah o yardımcı olma kutsal duygusu var ya… Süleyman bu teklifi geri çevirir mi hiç? Hemen atlamış düvenin üzerine. Atlar düveni hızla sürmeye başlayınca, Süleyman’ı almış bir korku. Düşme tehlikesi var, atları sevk ve idare etme zorluğu var, düvene takılıp davarları kaybetme korkusu var. Bu süreçte Cafer’in ne şekil bir tavır alacağı durumu var. Var oğlu vaaaar.
Düveni süren atlar üç dört tur attıktan sonra, başlar Çoban Süleyman’ın başı dönmeye. Atlara da komut vermesini bilmez ki… Cafer de bu süreçte davarları bırakmış, Süleyman’ı yakından takip etmektedir. Atlar da iyice hızlanmışlardır. Onlar sürekli dönmeye alışmışlar ama, ya Süleyman???
Tahmin edin bakalım Süleyman’ın başına ne gelmiş? Atlar iyice hızlanınca başı iyice dönmüş ve hoooppp ekin destelerinin üzerine düşmüş. Başı o kadar çok dönmüş ki bir türlü kalkamaz. Kalkmaya çalışır bir adım atar, ağır sarhoş misali iki seksen – bir doksan uzanır. Bir daha da kalkamaz atlar harmanı dönüp gelince, sarhoş Süleyman’ı ezecekler. Eyvaaahhh. Süleyman bunu bilir ama, ne kadar uğraşsa da ayağa kalkamaz.
Son çare aklına Cafer gelir ve can hıraş bağırır; Cafeeeeeerrr yetiş oğlum, kurtar beniiiii. Cafer bu feryada kayıtsız kalır mı? Derhal bir ok gibi fırlayarak, harmanın kenarında yatan Süleyman’ın esbabından etine zarar vermeyecek bir şekilde sıkıca tutar ve hızla çeker ki, atların da gelmesine de ramak kalmıştır.
Ertesi gün, Çoban Süleyman abisi İbrahim yaklaşınca ceplerinde beş altı tane yumru görür ve sorar: Abi hayırdır o taşları cebine niye koydun? Der. Ne taşı oğlum bee onlar yumurta, yarın çadırdan yağ ve tava getirip pişirip yiyeceğiz. “İyi de nerden buldun onları” diye sorar Süleyman abisine. Abisi der ki; “çalılıkların arasında buldum”. “İyi de onlar harmancı amcanın tavuklarının yumurtası, hırsız olmaz mıyız”? Ne hırsızlığı oğlum, folluktan almadım ki, çalılıkların arasından buldum. “İyi de bizim oğlan, o yumurtaların harmancı amcanın tavuklarının olduğu gün gibi aşikar. Bir de hırsız olmayalım? “Valla ben anlamam, onları ben buldum, çalıların arasından alıncaya kadar da her yanların yırtıldı ve kanadı, bi emek sarf ettim yavv”.
Ertesi gün merhum anneleri Ayşe Hanım kadın, Abinin elinde saklayarak götürmeye çalıştığı tavayı ve küçük bir şişeye koyduğu çiçek yağını görünce; şaşkınlığını gizleyemez: “Lan oluumm, nereye götürüyorsun evin tavasını ve yağını” diye can hıraş bağırır. Çoban İbrahim anacığının feryatlarını duymazdan gelerek hızla Kurdun Önüne doğru koşarak uzaklaşır.
Abi İbrahim inatçıdır, kafaya koyduğunu yapar. Harmancının göremeyeceği bir kuytu yere ateş yakar. Yağı kızdırır ve yumurtaları içine sıdırır. Kardeşi Çoban Süleyman ile birlikte afiyetle yerler. Bilin bakalım yumurtalar helal miiiii? Yoksa haram mııııı???
Selam, sevgi ve dualarımla. Allah’a (cc) emanet olunuz.
18 Ocak 2018 Saat: 20.30. Antalya
Yrd.Doç.Dr. Süleyman COŞKUNER
Kaliteli Yaşam Uzmanı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.