Baku'dan Tebriz'e
TEBRİZ’DE OTEL
Otobüsümüz, Bakü’den çıkışından 12 saat sonra, tabelalarda TABRİZ diye yazılan Tebriz şehrine geldi. Tebriz İran için olduğu kadar, Türkiye ve Türk Tarihi açısından da çok önemli bir şehir. Çünkü Doğu ile Batı arasında öylesine bir kilit noktada bulunuyor ki; İran’ın Batıya açılan kapısı olduğu ka- dar, Türkiye ve Batının da Doğuya açılan kapısı durumundadır.
Başka bir deyişle Tebriz için, İran ile Anadolu’nun ortak halkası da denilebilir. Çünkü Harzemşahlar, İlhanlılar gibi Doğudan gelen Türkler Teb- riz’de devletlerini kurdukları gibi, Anadolu’dan giden Akkoyunlular ve Kara- koyunlular da Tebriz’de imparatorluk olmuşlardır. Safavi Devleti ise tam bir Anadolu İran karmasıdır denilebilir.
5097 Tebriz’de bir meydan
Bu yüzden Tebriz benim için çok özel bir öneme sahipti ve görmek için sabırsızlanıyordum. Daha şehrin ilk girişinden itibaren garaja dek, her şeyi görmeye çalışmak ve sanki bir şeyleri kaçırmak korkusuyla kıvranmak kapta- nın da dikkatini çekmiş olmalı ki, “Sabret yarın her tarafını görürsün” dedi.
Tabii ki Bakü’den Tebriz’e dek süren, 12 saatlik yolculuk boyunca 12-13 yolcu ve iki kaptan hepimiz birbirimizi tanımıştık. Hatta kimin niçin Tebriz’e gittiğini bile biliyorduk diyebilirim.
Ben Türkiye’den geldiğim ve gezilerimi Kent haberde yayınlayacağım için daha fazla ilgi odağı idim. Herkes bana yardımcı olmaya çalışıyordu. Yol- culuk boyunca hep en ön sırada oturduğum için, şoförlerle de samimiyeti iler- letmiştim. Bu yüzden zaman zaman termoslarda hazır bulundurdukları sıcak suyla yaptıkları çaydan bana da ikram ediyorlardı. Otel bulma konusunda da bazı otellerin ad ve adreslerini verdiler.
5376 Tebriz’de El Goli
Fakat otobüste zaten 10-15 kişi kadar olduğumuzdan, genelde konuş- maları herkes duyuyor ve gerektiğinde konuşmaya herkes istediği yerden katılıyordu.
Bizim otel muhabbetine de Tebriz’e sıkça gelip giden yolculardan birisi, “Benim tanıdığım ucuz oteller var, ben seni oraya götürürüm” dedi. Şoförlere de anlattı bildiği oteli ve onlar da “İyidir” dediler
Akşam geç vakit bilmediğim bir şehirde bütçeme uygun otel bulmak zordu. Bu yüzden rahatlamıştım. Ve gerçekten de Tebriz garajında arabadan inince (arabadan düşünce) sekiz yolcu iki taksiye binip otele geldik. Küçük bir bahçede, küçük bir havuzu ve şadırvanı bulunan otele geldiğimizde hava kararmıştı.
Antalya’da uzun yıllar çalıştıktan sonra vize süresini geçirdiği için sınır dışı edilen Rauf da sürekli benimle idi. Çünkü Azerilerle zor zahmet anlaşabi- liyordum; ama Rauf ile hiç zorlanmadan konuşabiliyorduk.
Ben, Rauf ve bizimle gelen Rauf’un arkadaşı Anar üçümüz, dört yataklı bir odada kalacaktık. Otel pek iyi olmasa da fiyatı beş dolar, yani çok ucuzdu. Ayrıca girişte mutfağı vardı. Mutfakta da buzdolabı, kap-kacak ve tüpü vardı. Çay için devamlı sıcak su bulunuyordu. Aslında yataklar bile fena sayılmazdı ama tek sorun tuvaletti.
Birinci katta mutfağa bitişik bir banyo ile ona bitişik ortak tuvalet ve tam onun üstünde de ikinci katın ortak tuvaleti vardı. İkisinde de rezervuar olmadığından ve tüm katın ihtiyacına hitap ettiğinden koku sorunu giderile- miyordu.
Fakat Kafkaslara göre daha iyi sayılırdı. Çünkü burada tuvaletler klo- zetsiz (alaturka) olup, taharet için su vardı. Bu suyu açarak rezervuarın işlevi- ni yerine getirmeye çalışıyordum.
Aslında otelin yerini düşünecek olursak bunlar pek de önemli değildi.
Çünkü en önemlisi otel eski Tebriz’in en merkezi yerinde idi. Çünkü yarın sabah gezmeye çıktığım zaman, görmem gereken yerlerin hemen hepsi de bu civardaydı. Onun için otelin eksileri yerine bunları düşünmeyi yeğleyince, bi- raz daha rahatladım.
5298 Tebriz’de bir ara sokak
Akşam yemeği için ne yapalım, dedik. Rauf menemen yapalım dedi.
Öbür arkadaş lokantaya gidelim, dedi. Ben lokantayı benimsemedim. Üç gündür zaten hiç yemek yememiştim ve hiç yemek de istemiyordum. Üç gün önce Gence yakınlarında yediğim bastırma (kebap) çok ağır gelmişti; yemek gördüm mü midem bulanıyordu. Meyve bisküvi gibi şeylerle üç günümü ge- çirdim ve hala yemek istemiyordum.
Bu yüzden hiç tanımadığım İran yemekleri yerine salatalık, domates, soğan, karpuz gibi bir şeyler önerdim. “Şimdi bu saatten sonra menemenle de uğraşmayalım” dedim.
Dışarı çıkıp bunları, yakındaki meyve pazarından aldık. Pide ile poşet çay da aldık. Mutfakta masa, sıcak su ve bardak da var. Akşam yemeğini bu şekilde savuşturduk.
Yalnız pazarda bir şey dikkatimi çekti. Burada da Gürcistan gibi oku- ma yazma bilmeyen ümmi bir insan durumuna düşmüştüm. Çünkü Gürcü alfabesi gibi İran alfabesini de bilmediğimizden, hiçbir şeyi levhasına bakarak tanımak mümkün değildi.
5310 Sebze Pazarı
Üstelik burada rakamlar da farklıydı. Bu yüzden İran parasını ve fiyatları da kavrayamadım. Zaten fiyatlar da tümen mi, riyal mi veya rakamın kaç olduğu anlaşılmıyordu. Satıcıdan fiyatı dolara çevirmesini istiyorum ve dolara çevirince anlıyorum.
Fakat aslında bu rakamlar bana çok yabancı da değildi. Babam bu ra- kamları kullanırdı. Köyümüzde yaşlılar da prefe oynarken bu rakamları kul- lanırlardı. Bu on rakamdan üçünü biliyordum. Bunlardan yukarıdan aşağıya çizgi bir, nokta sıfır, sıfır ise beşti. Bunları hemen öğrenmem gerekiyordu.
Araba plakaları, para ve fiyat etiketlerini okuyabilmek için bu on rakamı he- men öğrenmeliydim.
Bu arada İran’a geldiğimde, zaten yanımda İran parası veya dolar da yoktu. Onun için pazara çıkmadan otelciye 50 euro bozdurmuştum. O da 50 euro’ya 81.000 tümen (81 humeyni) vermişti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.