- 739 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Gezici Sokağı
Günün ilk ışıklarıyla birlikte Gezici Sokağı’na pazar kurulmuş, pazarcılar tezgahlarının önlerinde, çaylarını yudumlamaya başlamışlardı. Bir yandan aralarında şakalaşıyor bir yandan gelecek ilk müşterileri hakkında fikir yürütüyorlardı.
O sırada ’k’ tezgahının önünde gri kapşonlu bir genç beliriverdi. Tez düze ses tonuyla "Bana bir tane k tohumu verir misin bey amca. Bayatından olmasın lütfen." Adam, gence poşeti uzattı, parasını aldı ve çayını yudumlamaya devam etti.
Gri kapşonlu genç, sokak boyunca başka tezgaha bakmadan hızlı adımlarla evine doğru ilerliyordu. Sağ tarafında yüksek sesle konuşan bir kalabalık görünce adımlarını yavaşlattı ve kalabalığı uzaktan izlemeye başladı. Tezgahın üzerindeki direkte asılı kağıtta büyük harflerle ’4 alana 1 bedava ’ yazıyordu. Sesleri tam anlayamayınca tezgahın yanına yaklaştı, kalabalığın arasına kendini sıkıştırdı ve yanındaki kadının eline tutuşturduğu levhayı okudu. Sadece ’BEY’ yazıyordu. Merak edip kapış kapış alınan diğer levhaları okumaya başladı. ’HANIMEFENDİ’, ’GÜZEL’, ’ÇALIŞKAN’, ’COOL’... Daha fazla bakmadı. Genç bir kadın 4+1 levhalarını almış, tezgahtara ayakkabısını uzatıyordu. Tezgahtar da ayakkabıyı aldı, levhaların kenarındaki yazısız boşluğu biraz kesti ve ayakkabının altına çiviledi. "Buyrun güzel hanımefendi ayakkabılarınız hazır." diyerek kadına uzattı geri. Kadın ayakkabıları giydikten sonra sadece boyu değil, duruşu da değişmişti. Yanında sevgilisi olduğu tahmin edilen gence dönerek "Hayatım sana da bir kaç levha alsak güzel olur. Böyle benden daha kısa oldun." diyerek dudak büzmeye başladı. Genç, sevgilisi aradığını bulsun diye günlerdir pazar pazar gezmenin yorgunluğuyla bitap düşmüş, ayakkabılarının altında var olan levhaları sökülmüş, hatta çivilerin başları bile sivrileşmişti. "Benim aradığım levhalardan burada yok, başka bir zaman ben bulurum, şimdi lütfen evimize gidelim aşkım" diyebildi. Genç kadın sinirlenerek " Ama hep aşkım demek olmuyor, bana daha önce kimsenin söylemediği hatta kimsenin kimseye söylemediği yeni kelimelerle hitap etmelisin, hem hâlâ boyun kısa. ’ diyerek dudak büzme eylemini kararlılıkla devam ettiriyordu. Genç, sevgilisinin boyuna yetişmek için zıplamaya başladı. O zıpladıkça ayakkabıları, yolda bulunduğu yeri tahrip ediyor, çukurlaştırıyordu. Genç, artık olduğundan daha da kısa görünmeye başlamıştı.
Gri kapşonlu genç, Gezici Sokağı’nın sonunda bulunan apartmandaki 7 numaralı
dairesine girdi. Pencereleri açarak dışarıdaki pazar gürültüsünü evinin içine doldurdu. Kapı zili çalınca, elindeki poşeti mutfak masasının üzerine bıraktı. Gelen karşı kapı komşusu Kâzım’dı. "Kahvaltı yapacağız Mehmet ama bizde ’sevgi’ bitmiş. Sen de varsa bir dilim verebilir misin bize. Ayşe çok kızıyor. Dünden beri evde huzur kalmadı, tüm gün kavga ettik..." dedi üzgün bir ifadeyle. İndirimli günlerden alıp dondurucuya sakladığı ’sevgi’den iki dilim keserek Kâzım’a getirdi Mehmet. Sonra mutfağına geri dönerek camın önündeki saksıyı aldı. Masanın üzerinde duran poşetten ’k’ tohumunu çıkartıp topraklı saksıya gömdü iyice. Üzerine biraz su döktü ve salon penceresinin önüne bıraktı saksıyı.
Ertesi gün, günün ilk ışıklarıyla birlikte Gezici Sokağı’nın bir önceki günden kalan çöplerini, belediyenin temizlik işinden sorumlu çalışanları temizlemeye başlamıştı.
Müstakil bir evin bahçe duvarına oturan iki sevgilinin üzerinde ise, temizlenmekle gitmeyecek bir hava hakimdi. Kadının kişiliğine yansımış mahcubiyeti, ağzı kapalı gülümseyiş gibiydi. O gülümsemeyi taşıyan yüzün gözlerinde, kimsenin hemen farkedemeyeceği hüzün saklıydı. Elleri, sanki hiçbir zaman onun olmamış gibi, nereye koysa istediği gibi durmuyordu. Hep eğreti kalıyordu. Belki de bu yüzden, hiç onun bir parçası gibi olmayan elini kim tutsa, hissettiği şey hissizlik oluyordu. Günlerdir uzun susmalar birikiyordu iki sevgilinin arasında. Susmaların içine düşen yaşanmamış duygular, düşünceler, yaşanmışlıklar hep yutuluyordu o derinlik tarafından. Küçükken karanlıkta canavar saklı olduğunu düşünenlerin, büyüdüklerinde elle tutamadığı, gözle göremediği ama hep hissettiği o canavar, artık susmaların içinde yaşıyordu. "Ne düşünüyorsun?" diye sordu adam kadına. Kadın uzaklara dalan gözlerini adama döndürdü "Ne zaman tanıştığımızı hatırlıyor musun Hakan?"diye sordu. Adam kısa bir zaman parçasında o günleri tekrar hatırladı. Hayatında bir çok anı zamanla unutulacak olsa da Nesrin’i gördüğü o an öldükten sonra dahi hatırlamak isteceği tek andı. "Elbette hatırlıyorum. Liseden arkadaşlarla aşkbaşı eğlencesine gittiğim o gece görmüştüm. L tipi aşk sırasında yeşil hırkanla bekliyordun. Ama yandan görmüştüm seni, ilk hırkanın rengi dikkatimi çekmişti, yüzünü tam görememiştim. Sonra arkadaşların ısrarıyla bir bilet aldım ’a’ çıkmıştı. İşten yeni ayrıldığım için ’â’ almaya param yetişmemişti. Sonra L tipi aşk sırasına katıldım ben de. Kurada birbirimize çıkınca yüzünü ilk kez o an görmüştüm. Ve şimdiye kadar böyle güzel bir yüzü görmemiş olduğum için bahtıma kızmıştım. Görür görmez ’evet işte hayatımda hep olmasını isteyeceğim kadın bu’ demiştim."
Aşkbaşı gecesi gençler tarafından, baharın ilk gelişi zamanında düzenlenen bir eğlenceydi. Önce bilet alınır, bilette çıkan harfler onların hangi tip sevgili olacağını belirlerdi. Hakan bu durumda a tipi sevgili oluyordu artık. Hareketleri pek incelik barındırmayan, kıskançlık belirtileri gösteren, sahiplenme güdüsü taşıyan bir türdü bu. Biletini alan, istediği tip aşk sırasına geçer, o sırada bekleyenler arasında kura çekilir, kurada birbirine çıkan kadın-erkek sevgili olurdu. Nesrin ise e tipi bir sevgiliydi. Ayrıntılara dikkat eden, kibar, her şeyi bilmek öğrenmek istediği hâlde duygu düşünce bütünlüğünü sağlayamamış, içinin bir yanı hep açık, hep eksik olan bir türdü bu. Hakan LA, Nesrin LE oluyordu ilişkilerinde ve ilk başta güzel başlayan aşkları artık tıkanma noktasına gelmişti. En azından Nesrin bu şekilde düşünüyordu. "Hakan iki yıldır beraberiz. O zamanlar izlediğim Amerikan filmlerinin etkisiyle LA çok cazip gelmişti. Ama zaman geçtikçe ben de değişiyorum her şey gibi. Seninle güzel anlar paylaştım bunun için minnettarım sana. Ama ben daha fazla bu ilişkiye devam etmek istemiyorum... ’ dedi kadın. Hakan "Peki Nesrin, sen nasıl istiyorsan." diyebildi ve uzaklaştı hemen oradan.
Hakan yol boyu düşünmeden yürümeye çalışıyordu. Ama içinin kabardığını hissediyor, keskin cümleleri olan biriyle konuşma ihtiyacı duyuyordu. Aklına Mehmet geldi, yolun sonundaki apartmana döndü adımları.
Mehmet, Hakan ’ı içeriye buyur ettiğinde sokaktan bir gürültü yükseldi. İkisi birden pencerenin önüne geldiler hemen. Mehmet’in karşı pencere komşusu Buse, eline ne geçiyorsa camdan aşağı atıyordu. Buse’nin alt komşusu Kezban sesleri farkedince, ne olduğunu anlamak için üst kata çıktı. Kapıyı beş kez çaldığında anca açıldı kapı. Buse halinden bezmiş gözlerle Kezban Teyze’ye bakıyor, yaşlı kadın ’Yavrum, kuzum, neyin var bitanem? Kötü bir şey mi oldu? ’ diye genç kıza hem soruyor hem sarılıyordu. Buse cevap vermeye çalışmış, ama sesler dudağından çıkamadan ağlamaya başlamıştı. Kezban Teyze, genç kızı kanepeye otutturup bir bardak su getirdi. Sonra açık pencereyi kapattı. Karşı camdan Kezban Teyze’yi gören Mehmet ve Hakan da derin bir nefes alıp pencere önünden ayrıldılar. Ağlayınca biraz ferahlayan Buse konuşmaya başladı " Ne olduğunu bilmiyorum teyzem. Dünden beri başım ağrıyor, içime bir darlık giriyor. Aklım çok bulanık. Hiçbir şey yerine oturmuyor aklımda." Yaşlı kadın endişeli gözlerini genç kızdan ayırmadan "Bazen hepimize olur yavrum, üzülme sen. İlaç aldın mı belki yan etki yapmıştır ya da farklı bir şey mi oldu biri mi üzdü seni tatlı kuzum?" Buse bir süre düşündü. Tam hatırlayamıyordu. Dün sadece karşı komşusuna kahve içmeye gitmiş, sonra fincanlar kapanıp fal bakmıştı Ayten Buse’ye. Onu anlattı genç kız Kezban Teyze’ye. Kezban Teyze bunu duyunca ses tonu ciddileşerek ’Ah güzel kızım. Ayten’in aklında 40 tilki dolanıyor. Fal bakma bahanesine aklında bir dalgınlık bulup onun tilkilerinin bir kaçı senin aklına kaçmıştır. Dur ben şimdi sorarım o cadoloza.’ dedi ve Ayten’in kapısını kıracak sertlikte yumruklayarak çaldı. Ayten gün boyu hiç ağzından çıkarmadığı sakızıyla kapıyı açtı. Yaşlı kadın ’Sen hiç utanmıyor musun Ayten, hadi başkalarını anladım da şuncacık kızın aklını dalgınlığa getirmek de ne demek. Tilkilerine sahip çık. Kaçmasınlar bir daha oraya buraya. ". Ayten söylenenleri hiç duymamış gibi alaylı bir tavırla bakıyordu sadece. Bu tavrı sezinleyen Kezban Teyze daha da sinirlendi. "Ayten dediklerimi iyi duy. Yoksa seni Akıl Hayvanları Derneği’ne şikayet ederim." dedi. Ayten bir kahkaha patlattı ve "Ah Kezban Hanımcığım. Geçen ay senin keçiler kaçtığında ben sana hiç böyle sözler söylemedim. Önce kendi aklına bak sen." diyerek kapıyı yaşlı kadının yüzüne kapattı.
Ertesi günün ertesi, günün ilk ışıklarıyla birlikte Gezici Sokağı’nın sonunda bulunan apartmandaki 7 numaralı dairede yaşayan Mehmet günlük sabah yürüyüşünü yapıyordu. Okula gitmek için servis bekleyen çocuklar Mehmet’i görünce seslendiler :
- Mehmet Ağabey sana bir bilmece soralım mı?
-Bundan benim çıkarım ne olacak?
-Sana çok istediğin ’ğ’ tohumunu buluruz ağabey.
-Ben aylardır bulamadım siz nereden bulacaksınız sıpalar.
-Mehmet Ağabey bizi çok hafife alıyorsun ama olmuyor böyle...
-Tamam tamam sorun hadi.
-Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane?
-Kelime mi
-Hayır bilemedin Mehmet Ağabey ve doğru cevabın ödülü olan ’ğ’ tohumunu kaybettin. Doğru cevabımız yalan olacaktı.
Mehmet, aman siz de der gibi elini sallayarak evine doğru gitti.
Eve geldiğinde yatak odasında duran kilitli küçük sandığını açtı. Bir poşette duran ’ğ’ tohumuna baktı. Bu kadar başarısızlıktan sonra tekrar aynı heyecana atılmaya hiç niyeti yoktu. Başarısızlık sonrası o depresif hâllerini gözünün önüne geldi. Kendine itiraf edemese de bir gün tekrar toprağa bu tohumu ekeceğini biliyordu, her türlü sonucu göze alarak. Ama daha zamanı değildi, daha buna hazır değildi.
Gezici Sokağı’na kurulan pazardan üç gün sonra, günün ilk ışıklarıyla birlikte, Mehmet’in salon camının önüne bıraktığı saksıdaki tohum iki filiz vermişti. Mehmet filizleri görünce hayal kırıklığına uğradı, daha fazlasını bekliyordu. Ama olsundu. Bu daha başlangıçtı. Heyecanla, ilk filizin yumruk gibi kapalı ilk yaprağını nazikçe açtı ’ka’ yazıyordu, ikinci filizin ilk yaprağını açtı ’ki’ yazıyordu. Mehmet bir süre düşündü ve ’ka’ filizini dalından kırıp su bardağının içine bıraktı. Sonra başka bir saksıya dikecekti onu. Böylece aynı kökten gelen kelimeler büyütecek, lazım olduğunda ihtiyacı olan sokak sakinlerine verebilecekti. Son zamanlarda herkesin hâli kötüye gidiyordu. Eskiden böyle miydi... Her akşam birinde toplanılır, gece yarılarına kadar sohbet edilirdi. Arkadaşlarla bir araya gelinir, spordan siyasete kadar konuşulmadık konu kalmazdı. Gezici Sokağı’nın hâli yine diğer sokaklara göre iyidi. Okula giden çocuklar, sabah yürüyüşünü sırasında Mehmet’e anlatırdı bazı bazı. Komşularını hiç görmemiş, komşularının isimlerini bile bilmeyen insanlar vardı diğer sokaklarda. Yolda birbirlerine günaydın demiyor, kimse birbirine hâl hatır sormuyormuş. Yine de bir şeyler yapmalıydı. Annesinin ölmeden önce anlattığı, Mehmet’in hiç görmediği çok eski günlere benzer bir sokak olmalıydı burası. Eski Gezici Sokağı gibi olmalıydı. Ailesinin soyadı bu sokağa verilince, kendini buradan sorumlu hissediyordu Mehmet.
Ertesi gün, günün ilk ışıklarıyla birlikte yatağından pek çıkamadı Mehmet. Kendisini halsiz ve yorgun hissediyordu. Tüm gün uyudu, uyandı, uyudu, uyudu...
Ertesi günün ertesi günü, günün son ışıklarıyla birlikte Gezici Sokağı’nın sakinlerine bir not yazıp kapılarına bırakmıştı Mehmet. Notta ’Yarın sabah Meltem’in kahvehanesinde sokak toplantısı yapılacaktır. Mutlaka gelmeniz önemle rica olunur. ’ yazıyordu.
Gezici Sokağına kurulan pazardan altı gün sonra Meltem’in kahvehanesinde toplanmıştı herkes. Mehmet sözü çok uzatmadı. Annesinin hatıralarından bahsetti. Gezici Sokağı’nın eski hâlini anlattı. Neden eskisi gibi olmasındı. Sokak sakinlerinden bir kaç kişi başta karşı çıktı gence. Gençlere karşı çıkmak Gezici Sokağı’nın yeni hâllerinde biriydi. Saatlerce süren konuşma sonrası eskiye dönüş oy birliği ile kabul edildi. Eskisi gibi olmayacaktı elbette. Ama onları bir arada tutan kelimelere, kelimelerin içinde saklı olan anlamlara tekrar kavuşacaklardı.
Gezici Sokağı’nın sakinleri ne kadar harfleri, heceleri, ekleri, kelimeleri varsa hepsini bir araya topladılar. Önce yıkadılar topladıklarını, kuruttular itinayla. Sonra hepsini parçaladılar, un ufak toz haline getirdiler. Birbirlerini ilk kez görüyormuş gibi sarıldılar, kendilerini tanıttılar sarıldıklarına:
-Merhaba ben insan
-Merhaba sevgili insan kardeşim, dostum, canım, ciğerim... Benim adım da insan.
Tüm gün sokakta bu cümleler yankılanıyordu. O günün akşamı Meltem’in kahvehanesinde tüm sokak sakinleri için yemek verilecekti. Mehmet’in gelmesini beklediler. Mehmet geldiğinde kahvehanenin tabelasının siyah örtüyle kaplı olduğunu gördü. İçeriden Meltem koşarak gencin yanına geldi. Gezici Sokağı’nın sakinleri olarak bir sürprizleri vardı Mehmet’e. Tabelanın örtüsü indirildi ’ğ insanlık odası ’ yazıyordu büyük puntolarla. Altına küçük punto ile şu not düşülmüştü; Arada olmak, baş olmaktan daha özeldir. Geriyi daha iyi görmeyi sağlar.
Ertesi gün, günün ilk ışıklarıyla birlikte Gezici Sokağı’na pazar kurulmuş, pazarcılar tezgahlarının önlerinde çaylarını yudumlamaya başlamışlardı...
Nigâr Baran
Çankırı