ÖLÜM TOPRAĞI SEVER
Eşek çayırda otlarken, uzaktan bir karaltı görmüş. Karaltıyı kurta benzetmiş.
“Hadi canım sende, böyle güneşli bir günde…” Olacak iş değil, diye inanmamış.
Yine otlamaya devam etmiş. Eşeğin önünden yine kurda benzeyen bir şey geçmiş. Eşek, kurt muydu? Acaba! diye yine ikilemde kalmış. Kafa ve kuyruk sallayıp, değildir deyip kendini avutmuş. Aradan bi vakit geçmiş. Eşek arkasında bir ses duymuş. Bakınmış, çalıların arasında bir çift kulak görmüş. Eğrelti otlarının uçları sallanıyor demiş.
Biraz daha vakit geçmiş. Eşeğin kıçında bir soluk. Birinin nefesi kıçını bir ısıtıyor, bir soğutuyormuş. Eşek bakmış geriye. Bir kurt. Hala bu kurt değildir, diye söyleniyormuş. Kurt, eşeğin arka baldırlarından kavramış. Eşeği yıkmış. Başlamış yemeğe. Eşek, düşmanının kurt olduğunu anlamış ama eşeklik etmeye devam ediyormuş.
“Kurt değildir, kurt değildir. İnanmıyorum,” diye bağırıyormuş.
Eşek ölmüş gitmiş. Hala ‘kurt değildir’ diye söyleniyormuş.
“Ölümün, bahanesi ve avuntusu olmaz.” Ölüme suç yüklenemez.
**
Çan’da termik santral kurulacağına inanmadık. Kuruldu. Dev gibi bir baca ile gökyüzünü şenlendiriyor. Çevrecilere kızdık. Utanmaz, vatan hainleri dedik. Yöre insanı hiçbir şeye inanmadı. Köylerden köylülerden bir kişi çıkıp, ”Termik Santrale Hayır” demedi.
Toprağın yüzünde ye alan, “hayvanlar, bitkiler, bütün canlılar” bu santralden etkilenir, dediler. İnanan olmadı. (Şimdilik dev bacadan gözle görülen bir şey çıkmıyor. Ya görmediklerimiz!)
“Endemik bitkiler” yok olur diyorlar zamanla. Kimse inanmıyor.
Kazdağı Köknarı (Andız) v.b ağaçlar ve bitkiler ölür deniliyor. İnanan yok.
Zehir soluruz, solunum yolları hastalıkları artar, kanser oluruz, dediler. Kimse inanmıyor.
Hala inanmıyoruz. Eşek gibi inanmak istemiyoruz.
Andızlar, havanın temizliğini ölçen, ”termometreler” gibiymiş.
“Andızlar, oksijeni bol havadar yeri severmiş. Hava kirlendi mi, andızın en uç filizi zehirli gazlardan ve küllerden etkilenip kururmuş. Uç filizi kuruyan andız ölürmüş.”
İnanmadığımız, şimdilik görmediğimiz, her kötü çalışmanın sonucunu, biz görmesek bile, çocuklarımız görecek.
Bugün değilse bile, yarın mutlaka.
**
Yerin üstünü bitirdik, sıra yerin(toprağın) altında.
“Altın’da “
Her şeyin altını üstüne getirelim. Yakışır bize.
Bir zamanlar Amerika’da oynanan, ”Altına Hücum” senaryoları yurdumuzda oynanıyor. Bergama’da, Ovacık’ta bu film çekildi. Köylüler bağırdılar çağırdılar. Dayak yediler. Yörenin zeytinlikleri gitti. Doğal Çevre gitti. Altınlar gitti. Yeraltı sularına siyanür karıştı. İleride o yöre insanı “zırnık” içecek. Hala inanmıyoruz.
Şimdilerde, “Altına Hücum” filmini pembe dizi olarak çekecek olanlar, plato olarak Çanakkale’yi seçmişler.
Çan Etili’de üslerini kurmuşlar. Kaz Dağları’nın üstünü, gökyüzünü termikle götürüyorlar. Şimdi de “altın” için, Kazdağları’nın altını da siyanürle götürecekler. Artık Kazdağı fotoğrafları ve Truva Efsaneleri ile kendimizi avuturuz.
Çan’da, şimdiden 23 köyün içme suyu şebekesi bozulmuş. Şerbetli Köyü sakinlerine çeşmeleri bırakıp hazır su içmeye başlamışlar.(Gazetelerden)
“Moderen oluyo bizim kölüle gali. Şişe suyu içme başladıla. İki kilo süt verip, bi kilo su alma başlala. Biz uyuz geçi gibi suyun durusunu içciz gali. Su satanların gazancı artcakmış emme, artsın. Ne olcekmiş.”
Çeşmelerde ki suyu içmemekle iş bitse, yüzünüzü ve kıçınızı da şişe suyu ile yıkayacak değilsiniz ya!
Kendinizi kurtardınız. Beslediğiniz hayvanlara da mı şişe suyu içireceksiniz?
Yeraltı suları, ”siyanürle çözümleme tekniğiyle” altın elde etme işleminde kirlenmezmiş. İşletmeci böyle söylüyor. Çevreciler öyle demiyor. Siz bunları külahıma anlatın. Türkü ne diyor. ”Ölüler altın takmaz.”
Ocak kapatılsa bile yüz sene etkisi gitmezmiş. Havuzlarda biriktirilen siyanür ve ağır metaller, buharlaşma ile havaya da karışırmış. Toprağı öldür. Havayı zehirle. Geriye ne kaldı?
Binlerce yıldan beri bu insanlar, “altın” ile mi besleniyor?
Çelişkiye bakın.
Altın karın doyurmuyor. Altın için insanlar birbirini boğazlayıp, öldürebiliyor. Altın bilezik yapmazsanız, oğlunuz bekâr kalabiliyor. Kandırılması mümkün değil, denilen insanlar, “altını” görünce, altına kaçırıveriyorlar.
Dünyaya hükmeden medeniyetler bile hep “altından” güç almışlar.
Mısır firavunları, İnkalar, Mayalar, Aztekler… Güçlerini ”altın” ile göstermişler. Günümüzde de hala “altın” peşinde koşuluyor. Sonra da o altınlar başlarına bela olmuş, elinde silah başlarında teneke miğfer olanlar azgın atlarla gelip yok etmişler her şeyi.
Hava, su, toprak ve bitki neymiş. Hayvanlara ne oluyor? Gökyüzü nedir ki? Irmaklar, göller, denizler neyin nesi oluyormuş?
İlle de “altın.”
**
“Altın”, su ve hava kadar değerli değil işte.
“Kazdağları” kadar değerli değil.
Çevre kadar önemli değil. “Hiç” bildiğiniz her şey kadar önemli değil.
**
Bir kemik parçası kadar değerli değil, ”altın” denilen sarı şey.
Köpeğe atsan yemez.
Kedi köpek bile “altına” değer vermiyor. İnsanlar öyle mi?
**
Kızılderili Reisi Seattle’nin Washington’daki Amerika Başkanına yazdığı mektuptan;
“Sizler çocuklarınıza ayaklarının altındaki toprakların
bizim büyük babalarımızın külleri olduklarını öğretmelisiniz.
Toprağa kıymet vermeleri için onlara,
toprağın bizim atalarımızın ruhlarıyla dolu olduğunu anlatınız.
Çocuklarınıza, bizim öğrettiğimiz şeyleri öğretiniz.
Toprak bizim annemizdir.
Toprağın başına gelenler onun çocuklarının da başına gelir.
İnsanlar toprağa tükürürlerse,
kendi kendilerinin yüzüne tükürmüş olurlar.
Zira biz biliyoruz ki,
toprak insana değil,
insan toprağa aittir.
Her şey,
bir aileyi birbiriyle birleştiren kan gibi birbirine bağlıdır.
Her şey birbirine bağlıdır.
Toprağın başına gelen oğullarının da başına gelir.”
**
Başınıza gelecek felaketlere hazır olun. Önümüzdeki zamanlarda.
Bize sıra gelmezse, çocuklarımıza gelecek.
Ölüm toprağı sever. Toprak ölürse ne olacak?
Dün Bergama. Bu gün Çan derken…
Yarın derken...
Kara Biga ile Yenice birinci sırada bu gün.
Sıra başkalarına da gelecek.
Sıra, sessizce bize gelince kimse bağırmasın.
Gülme komşuna…
Şuayipodabasi…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.