- 613 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Tefekkür zayıf kalplerin zırhıdır
Dünyanın bize verilmiş bir sözü yok. Herşey istediğimiz gibi gitmeyebilir. Fakat nihayetinde kafamızın içinde neyi yaşatacağımıza biz karar veriyoruz. Dünyadan daha çok nasiplenmekle ondan daha az etkilenmek mümkün olmuyor. Vazgeçtiğin her ’daha fazla lezzet’in ardında kaçmayı başardığın ’daha fazla acı’ var. Öyle ya! Sana gülsün istediğin her yüzün gülmeme ihtimaline de talip oluyorsun. O zaman tüm yüzlerle ilişkini kopar. Kalbin ile dünya arasına mesafe koy. İlgilenmemek zırhın olsun. Çünkü zalimler âşıkları ilgilendikçe bıçaklarlar.
Dikkat ettiysen ’sevme’ demedim. ’İlgilenme’ dedim. "Nasıl olacak bu?" diye soracaksın şimdi. Hakkın var. Benim ilgilenmemekten kastım ancak kaçamaklı bir seviştir. Ha, yapabiliyorsan, böylesi sevgilerin faniliğini anlat kendine. Sonunu düşün. ’Lezzetleri acılaştıran ölümü çokça zikretmek’ nasihati sadece canlıların ölümü hakkında söylenmiş birşey değildir. Lezzetlerin de bir eceli vardır. Peşine düştüğün çılgınlıkların da bir ölümü vardır. Her güzel şeyin bir sonu vardır. İhtiyarlık gençliğin sonudur. Çirkinlik güzelliğin sonu. Unutulmak hatıraların, vefasızlık dostlukların, kalp kırıklığı sevişlerin sonudur. Bu sonları düşünmekle onların esir alıcı etkisinden kurtulabilirsin. Bu birinci kurtuluşun olur. İkincisi ise en başta zikrettiğim. O korunaklı yerde durursun. Herşeyini verecek derecede sevmediğin hiçkimse gidişiyle seni hiçbirşeye dönüştüremez.
Peki her sevgi böyle midir? Arkadaşım, buna cevabı benden istersen, elimi kalbine koyar ve derim ki: Sınırlı olanı sevmek böyledir. Sınırlı olana duyulan sevgi onun sınırlarıyla yaralanır. Bir çiçeği aslından seversen, maşaallah, kokusundan/teninden de nasiplenirsin. Ama yansımasını seversen yalnız gözünle dokunursun. Hem çiçeğe duyduğun sevginin yarası solmasıdır.
Sevdiğine duyduğun sevginin yarası ayrılığıdır. Dünyaya duyduğun sevginin yarası ölümdür. Bu yaralar gösterir ki o şeyler sınırlıdır. Bu açıdan sevgiyi bize ’sınırlı olanları öğreten’ bir öğretmen olarak düşleyebiliriz. Vurgulayalım: Neyi sevmesi canımızı yakıyorsa bilelim ki o sınırlıdır. Ancak sınırsız ve sonsuz olana duyulan sevgi can yakmaz. Çünkü o sınırsız ve sonsuzdur. Sevilmenin hakkını vericidir. Hiç uzağında kalınmaz. Hiç ortada bırakmaz. Hiç ilgisiz kalmaz. Hiç cevapsız bırakmaz. Hiç bıkmaz. Hiç ölmez. Hiç gitmez. Hiç... Hiç... Onu bizim için herşey kılan kusurlardaki hiçliğidir.
Bu eşikte durup diyebilirim ki artık: Yunus Emre Hazretlerine "Yaratılanı severiz Yaradandan ötürü..." dedirten şey kalbinin nezaketidir. Hatta biraz cüretle: Zayıflıdır. O zayıflığı, yani aczi ve fakrı, farkettirmiştir ona yaratılanları bizzat sevmenin sarsıcı olduğunu. Canı acıyarak terketmiştir yaralayıcı sevişleri. Canı daha fazla acımasın diye sormuştur sevmeye, belki, tıpkı Sarı Çiçeğe sorduğu gibi: "Sevmenin can yakmayacak bir yolu var mı?" Cevabını da belki şöyle almıştır: "Var. Eğer onları bir mesafe üzerinden seversen canını yakmazlar. Fazla yakınlığıdır a güzel insan seni yandıran." Belki Yunus Emre Efendim de tekrar şöyle sual etmiştir: "Nasıl uzaklaşılır onlardan?" O zaman sevgi gülümseyip demiştir: "Onlardan Allah’a giden yollar bularak."
Burada duralım arkadaşım. Çünkü sana bencileyin önemli birşey söyleyeceğim. Tefekkürün bir saatini bir senelik nafile ibadetten kıymetli yapan sırrın bir yanını da şöyle okuyorum ben: Tefekkür eşyadan uzaklaşmayı sağlıyor. Ya da dur. Bu çok çabuk oldu. Daha geriden konuşarak gelelim. Akıl, kalp ile ilgi duyulan şeylerden uzaklaşmayı sağlıyor. Ne demek bu? Belki biraz şu demek:
Ruh yaşamın detaylarına yaklaşmayı duygudan ayaklarla yapıyor. Veya yaşamı duygudan ellerle tutuyor. Olaylara/nesnelere duygularla dokunuyor. Bu yakınlaşma bazen onu bütüne karşı körleştiriyor. Tıpkı bir binanın duvarına burnunu dayayarak tamamını göremeyeceğin gibi. Biraz da bu nedenle: Birşey hakkında mantıkla hareket etmeyi denemek onun hakkındaki duygusallıktan sıyrılmaya niyet etmektir. Bu arzulayışın ilk emaresi insanda kendisini ’uzaklaşmayla’ gösterir. "Dur bir mantıklı düşünelim!" dediğin zaman hem kendine hem muhatabına o olaydan/nesneden bir parça uzaklaşmayı tavsiye etmiş olursun. Hatta bazen bu nasihatini zamansal/mekansal bir uzaklaşmayla birlikte verirsin. "Yarın buluşup tekrar konuşalım." İşte bence bu tarz uzaklaşma da o şeyin yaralayıcılığından korunmak içindir. Yakınlık sınırları arttırır. Sınırlılık bütünü görmeyi engeller. Daha çok sınır daha çok körleştirir. Yaralar.
Cenab-ı Hakkın bize verdiği marifet imkanı, yani yarattıklarına bakarak onun yaratışına, isimlerine, sıfatlarına, şuunatına dair akıl yürütebilme yeteneği, kalbe de şifalıdır. Çünkü kalbin ilgi duyduğu çokluk âlemiyle arasına mesafe koymasını sağlar. Bir insan işini sever, eşini sever, ailesini sever, çocuğunu sever, bahçesini sever, arabasını sever, her sabah yüzüne gülümseyen yüzleri sever. Kocaman bir dünyayı ve hatta evreni sever. Bütün bu sevmekler içinde kalbini onların etkileyiciliğinden/yaralayıcılığından nasıl koruyabilir?
İşte bence ’tefekkür’ bu tarz bir kaçışın da imkanıdır. Biz bizzat varlıklara, onlardan başka hiçbirşeyi aklımıza getirmeden, duyabilme ihtimalimiz olan yaralayıcı muhabbetten ’marifetullah’ sayesinde bir nebze uzaklaşırız. İkinci bir niyetle birinci niyeti öldürürüz. Ondan Allah’a giden yollar bulmak veya daha önce öğrendiğimiz yolları hatırlamak onunla bizzat olan ilişkimize bir berzah koyar. Bir mesafe sağlar. Buradan ilişki sağlık bulur. Çünkü korunaklı bir alan bırakılmıştır. Zevk verdiğinde çılgınlaşılmaz. Acılaştığında kahrolunmaz.
Dilerim meramımı anlatabildim arkadaşım. Kendim de korunaklı bir yer arıyordum kendime. Ararken böyle şeyler geliyor aklıma. Bunları seninle de paylaşmak istedim. Çünkü seni de birşeylere bakınıyor gördüm. Aradığını zannettim. Belki bu yazı sayesinde sabah uyanmak için bir nedenin daha olur.
YORUMLAR
Herzaman ki gibi çok güzel ve kendine has üslubunla yazmışsın. Bayıldım.
Önemli bir görevdir doğru yolda yürüyüp, o yola çağırmak. Ama çağrıda üslup hatası olunca gardını alır insanlar.
'kendini bilen Rabini bilir' den hareketle /hedefiyle yola çıkmalı diye düşünüyorum. ve ama en önemlisi üslup; dilin şehvetine kapılmadan ülfet oluşturmuş perdeleri açabilmek...
Sizin üslubunuz tam da böyle . benim bir türlü başaramadığım ama çok istediğim tarzda.
Selam ve dua ile kalınız.