- 560 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YAŞLILAR TUTUK-EVİ…(2)
Odaya girer girmez adının “Gamze” olduğunu öğrendiğim huzurevi müdürü, bordo renkli deri koltuklardan birine oturmamı işaret etti. Oturduğum koltuk, kadının masasının tam önüne yerleştirilmiş iki koltuktan biriydi.
Çantamdan sigaramı alır gibi yapıp ses kayıt cihazımın on/off düğmesine dokundum.
“Adı Mesude mi demiştiniz müdüre hanım?”
“Evet, aynen öyle demiştim beyefendi. Mesude hanımımız hiç mesut değil nedense…”
Müdüre hanım, son sözlerini hafiften kıkırdayarak söylemişti. Hatta makam masasındaki koltukta sallanarak. Biraz da dişiliğini bana sunarak.
“Onu epeydir tanıdığınızı düşünüyorum, yanılıyor muyum?”
Kadın, koltuğunda sallanmayı bırakıp, masasına iki kolunu abanır gibi bastırıp öne doğru eğildi. İki göğüs arasındaki boşluk epey açılmıştı.
“Evet, gayet de iyi tanırım. 11 senedir burada çalışıyorum. Ben göreve başladığımda da vardı o kadın. Hem o yaşlıda ne buldunuz bu kadar canım? İlgi alanınıza orta yaştakiler girmiyor mu?”
Bu kadarı da pesti yani. Kadın resmen kura başlamıştı. Sesinin tonundaki ciddiyet silinmişti. Ona nadıl davranacağım konusunda kararsızdım. Mesleğimde 30 yılı doldurmuştum. Tabi ki her seferinde farklı kişilikte insanlarla tanışıyor ve olayların içinde buluyordum kendimi. Alışmış olmalıydım insanların ruhsal anatomisine. Ama ben işle eğlenceyi bugüne kadar hiç karıştırmamıştım. Kariyerimi bu ciddiyetime borçluydum.
Sorularımı kestirmeden sorup daha detaylı yanıtlar almalıydım. Kafamdaki soruları toparlamaya çalışırken, emekli ses kayıt cihazımdan garip cızırtılar gelmeye başlamaz mı! Müdüre hanım, bir anda toparlandı. Ciddileşti, arkasına yaslanıp bakışlarına yerleştirdiği kuşkuyla gözlerini bana dikmişti bile…
“Ah pardon diğer cep telefonum. Sesini açık bırakmıştım. Bir garip alet bu ya…”
Çantamın içini elimle hafiften tarayıp cihazın tuşuna yeniden basmıştım. Kuşkuları silinen kadın, masasındaki çikolata kutusuna uzanıp bana sunduğunda iğneli sözcükleri yüzüme yapıştırıvermişti:
“Burası resmi bir kurumdur. Bakanlığa bağlı bir kurum. Girişte güvenlik memurumuz çantaları bu nedenle kontrol eder. Hatta çıkarken bile bu kontrolü yapmak zorundayız. Umarım telefonunuz kayıtta değildir. Aksi halde el koymak zorunda kalırız.”
Kadın resmen aba altından sopasını göstermekteydi. Onu yumuşak ve etkileyici ses tonumla yanıtladım.
“Yok canım, onu da nereden çıkarttınız? Böyle bir amacım yok. Hem siz hiç endişe etmeyin. Yoksa benden sakladığınız, kamunun bilmemesi gereken bir konu mu var?”
Kadın rahatlamış göründü. Üzerindeki yarı otoriter tavrını koruyarak;
“Yok canım ne saklayacağım, her şey yolunda burada…” duraksayarak yanıtlamıştı beni.
Konuyu değiştirmek istedim. Arkasındaki panoda renkli küçük notlar iliştirilmişti. Sanki iğnedenlik gibiydi kırmızı kadife kaplı panosu. İçlerinden birine ilişti gözüm: Yüksek sesle okudum:
"Aslında hayatın en güzel anı; her şeyden vazgeçtiğinde seni hayata bağlayan birinin olduğunu düşündüğün andır."
“Balzac’a ait değil miydi o söz?”
Gamze Müdür, önce ne demek istediğimi anlamamıştı. Daha sonra bakışlarımın izleğinde hafiften koltuğu ile birlikte yan döndü. Panosundaki küçük kâğıda dokundu bakışları:
“Ah evet, güzel bir söz değil mi?”
“Bence de. Balzac’ın evliyken bir başka kadına aşık olduğunu biliyor muydunuz?”
“Ah sahi mi! Bakın bunu bilmiyordum…”
Dikkati epey dağılan kadının yüz ifadesi oldukça yumuşamıştı. Tahminen 40-45 yaşlarındaydı. Sorsam yaşını “Sizce kaç gösteriyorum?” diyeceği kesindi...
Onun dikkatini yumuşatmaya kararlıydım:
“Üstelik kadın da bir kontesmiş, o da evliymiş.”
Gamze hanımın tüm dikkati artık dudaklarımdan çıkacak her sözcüğe tutuklanmıştı:
“Yaa…Hikayeyi dinlemek isterdim.”
“Tabi anlatırım. Ama önce şu Mesude Hanımın gerçek hikayesini sizden dinledikten sonra…Bende size söz veriyorum, tarihin gizemli yapraklarında kalmış aşk hikayesini size anlatacağım.”
Gamze hanım, kısa ve dar omuzlarını dikleştirdi. Her iki elini dirseğine kadar masasına dayadı. Göğsünü ve karnını içine çekip, koltuğunda dik oturdu.
“Ah tabi, memurumuzdan dosyasını hemen isteteyim. Bu arada çaylarımızı tazeleyelim. Başka bir şey alır mıydınız, şeyy…"
Sözlerini yarım bırakıpsonra da sözcüklerin üzerine basa basa sıkılgan bir ifade takınmıştı. Bu kez ses tonunu incelterek konuştu:
"Yaa, Adınızı unuttum… çook özür… Nedense bugünlerde bende pek unutkan oldum…”
Ona hafiften gülümsedim:
“Sorun değil Gamze Hanım. Adım Talat Öner. Çay içebilirim. Teşekkürler.”
Parmakları masasının üzerindeki zile dokundu. Çok geçmeden içeri mavi önlüklü hizmetli bir kadın girdi. Müdüre hanım, görevli kadından Mesude Hanımın dosyasını istedikten sonra çayın yanında tatlı, tuzlu kurabiyeler getirmesini söyledi. Daha sonra başını bana çevirip; “Balzac hakkında konuşacaktık değil mi?” diyerek konuşmamızın devamını istemişti. Onun dikkatini farklı alana çektiğim sürece elde edecektim bilgileri. Üstelik, gazetemdeki başköşe yazımın başlığını bile kafamda hazırlamıştım.
" Tabi seve seve. Ama önce şu ellerimi bir yıkasam iyi olur. Lavoma ne tarafta?"
Lavobaya gitmek için izin istemiştim. Amacım biraz düşünüp, sorularımı dikkatli seçip sormaktı.
Müdüre hanımın odasından çıkar çıkmaz doğruca salon tarafına ilerledim. Mesude Hanım yine aynı yerde, aynı boş bakışlarla dışarıya bakmaktaydı. Bakıcı kadınlar bazı yaşlılara sert ses tonlarıyla “Hadi odanıza gidin artık, burayı yeni sildik, kirleteceksiniz yine…” benzer uyarılarla, onları azarlayıp tartaklıyorlardı da. Hiç sebepsiz yaşlıları odalarına yolluyorlardı. Onlar da hemen kalkıp merdivenlere doğru ilerliyor, kimileri asansör önünde bekleşiyordu. Hiç itiraz eden yoktu. Mesude Hanım yine kıpırtısızdı. Hastabakıcı ona doğru ilerledi, omuzuna sertçe dokundu.
”Hadi Mesude Hanım. Odanıza gitme zamanı. Burayı temizleyeceğiz.”
" Sana söylüyorum be kadın! Duymuyor musun beni, ha!"
Mesude Hanım, sanki kendisine seslenilmemiş gibi yine kımıldamamıştı. Öylece hareketsiz oturmaktaydı. Bu durum bana oldukça garip görünmüştü.
Devam edecek
Emine Pişiren-Kocaeli