- 1340 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Aşk Bitince Üşürsün
Yüzyıllardır gönlümün tahtında oturan bir gül, düştü kirli sulara
Çarptıkça yüreğimize, bizi ıslatmayan sevgi sularında artık düşsün
Özleminin gözyaşlarını salma, yöneltme artık bu korsansız sulara
Aşk yaşarken mevsim yazdır, aşk bitince, aşk bitince üşürsün gülüm…
Yorgun, zıpkın, gergin hasretlerimizin birbirini beklediği, özlediği anlarda yüreğimizi bu ıssız aşkın ormanlarında kaybediyorduk. Bu acılar, bu özlemler bizi hiç bilmediğimiz bir kente götürecekti, biz aldırmıyorduk. Zamanla kaybedilecek emzik hasretlerin meme başlarından dudaklarımızı çektikçe dilimiz kuruyor, kibirli, umarsız sarılışlarla günleri bohçalıyorduk.
Oysa, biz birbirimizi sevdiğimiz anlarda her şeyimizi affediyorduk, kırmızı bir gül bahçesinde pembe düşlerle büyüyor, yaramaz ve haylaz çocukları bir kedinin tüylerini okşar gibi seviyorduk. Ellerimizdeki fırçalarla caddeleri arşınlıyor, kimi hüzünlü, kimi çocukça, kimi de aşkla bu kentin tüm duvarlarını, bütün sokaklarını sevgiyle boyuyorduk.
Acıkınca birbirimize, susayınca gülüşlerimize denizlerden renk renk taşlar topluyor, ufuktaki gruba bakarak gözlerimizin iz düşümlerinde birbirimize kadehler kaldırıyorduk. Kadehler dolusu içiyor, dolup dolup birbirimize boşalıyor, yine de sarhoş olmuyorduk. Sonbahar yeni terk ediyordu yüreğimizi, yeni baharların fışkınlarına durmuş, yüzümüze çarpan, ama bizi bir türlü ıslatamayan o denizlerin çakıllarında, yalın ayak, cebi delik, dudağımızdaki türkülerle dolaşıyorduk.
Derken, bir sabah gerçeğin kirpik değişleriyle açtık gözümüzü yeryüzüne. Uykulardan uyandırdığımız sevgiler buruk, sevdayla dolaştığımız korsansız sular bulanık, aynı düşlerle gördüğümüz tüm düşler çelimsiz ve savruk, beklediğimiz aşklar da kavruktu. Sebebi belli bazı ayrılıkların mendil sallayışlarında, göz ağlayışlarında anılar da kıyılardan çekilmiş, yalnızlığın şeritleri tersine sarılmaya başlanmıştı.
Çok iyi bildikleri tek gerçek, acınma ve acıtılma duygusuyla aman vermeyen tüm baş ve kaş ağrılarının tiner koklayışlarında çıplak ışıklar altında serenada duruyor, gizli pişmanlıkların çerçi sakızlarını hışımla patlatıyorduk. Öyle ki, bu hayatı tartamamak, bu hayattan saklanmak, yeni bir aşka ve sevdaya dokunmak her iki yüreğe de zor geliyordu. Zarlar düşeş, umutlar serkeş, küfürler yürekten dökülen kokmuş bir leşçesine kirletiyordu bu aşkı.
Bir zaman sonra ne kadar biz olduğumuzu sorgulamaya başlamıştık. Kendimizde ne kadar kaldığımızı, kendimiz için, birbirimiz için nasıl yaşadığımızı anlamaya uğraşıyorduk. Dünya masumdu da, yalan ve sahtelik dolanıyordu alemlerimizin haya duruşlarına. Küçük sezgiler sarmaşık gibi yapılarımıza ağıyor, büyük bir aşkın boğazını hışımla sıkıyordu. Biz ne isek oyduk da, hayat sularımızdaki yarasa tişörtlü korsanlar gemimizdeki farelerle işbirliğine soyunuyorlardı.
En gizli düşlerimde, en kapalı yerlerinde, her biten yeni günde seninle uyanıyordum ben yaşama. Yüreğinden çocuklar gibi sarkarak içine giriyor, gelgitlerinin forsalarını kılıçtan geçiriyordum. Öyle susamıştım ki sana, görmüyordu gözlerim gözlerime bakışlarını, kirpiklerimi sağışlarını. Memeye saldıran kısrak gibi asi, vadilerindeki yılkı atları gibi özgür, dudaklarındaki sevda balını sağarcasına köylüydüm ben. Kendimizden bile gizleyemediğimiz yaramaz başkaldırışlarımızın boyunduruklarından her sıkıldığımızda da, sevdamızın bohçasını atıyorduk uçurumlardan.
Biliyordun ki, ben seni en çok gözlerine bakarken sevmiştim. Birbirimizle nikahlara durdukça rahibelerimiz mutluluklarından açmışlardı pelerinlerini. Ellerine dokunmayı unuttuğumda, sevgi sözcüklerini dilimin altında gezdirdikçe, özlemlerimizin rötarlı biletlerini elimizde buruşturdukça da gitmelere uğurladık bedenlerimizi. Ağlamalarımızın hıçkırık boğumlarında ne sen benden utanmış, ne de ben senden yalnızlığa uğurlanmıştım. Sensiz kalmaları ben, bensiz olmaları sen seçerken ırmaklar tersine dönmüş, biz günlerce uykularımızı hala yorumlayamadığımız bu sevgi için bölmüştük.
Ve bir gün, kimliksiz yakamozlar düştü bu damıtılmış sevda denizinin üzerine. Zehir gülüşlü, puşt süzüşlü yabanilerle, geceleri uçmayı seven, tutunduğu dallardan kıçının üstüne düşen zavallı yarasalar tünedi küflü ve tuzlu direklere. İki tutkulu yüreğin kamarasını sular basarken, binlerce yılan yürekli zebaninin gülüşleri bu emsalsiz yapıyı yıkmış, mertlik de kadehlerini duvarlarda kırmıştı.
Korkunun, kimliksiz insanların cebinde taşındığı bu yerküre sularında aşk çekilince sularından, üşümelere duracaksın yunus gözlü. Bir mevsim yeşil duran her yaprak düşecektir unutma elbet dalından. Bundan sonra dileklerini kimselere söylemezsen, yüreğimdeki melekler her gece rüyalarında dokunur kalbine. Aşk’la çıktığımız bir yolculukta, doldurduğumuz bütün karelerin hatırına iyi bak artık kendine. Sessiz kulaçlar attık günlerce seninle bu aşk denizinde, çığlıklı kaçışlarla, çıngıraklı süzüşlerle unuturuz biz nasılsa birbirimizi. Kalbindeki güzellikleri, yüreğimdeki gülleri sıkı tut, sonra kirli denizlere düşürürsün. Sevdanın suları kimi mavi, kimi kirlidir, aşk yaşarken mevsim hep yazdır anlayacağın, aşk bitince, evet aşk bitince üşürsün gülüm…
Selahattin Yetgin
YORUMLAR
İlk defa ışıklı kaleminizden ışıkları söndüren bir yazı okuyorum . Yaşanılanların özelliğine sığınıp uzun süre savaşır ayrılık gemileri aşkın azgın dalgalarında. Her defasında gemi battı derken, tekrar durulur sular ve güneşli bir ilkbahar sabahına demir atar. Sonra yine dalga yine durulmalar. En sonunda hoyrat bir rüzgara teslim olur dalgalar. Gemiyi ilk defa kaptan terk etmez üstelik, giden tayfadır çoğu kez. Çünkü hiç bir kaptan bile bile gemisini kayalıklara çarptırmaz...Yolunuz durgun sulara, kaleminiz aydınlıklara çıksın inşallah.