- 660 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Yorulunca kaybolur mu acılar?
Dertlere kafadan düşman olmamak lazım. İşe yaradıkları da olur. Bazen acı daha bir büyük bir acıyla tedavi edilir. Uğruna kederlenilen komplike bir dert içinizdeki basitinden kurtulmanızı sağlar. ’Kalabalığın derdi’ bu açıdan kurtarıcıdır. İnsan kendisine kalsa çıkamayacağı çukurlardan kalabalığın derdine tutunarak çıkar. Bir saniye. Aslında çıkmaz. Çünkü kalabalığın derdi de nihayetinde bir kuyudur. Fakat diğer açıdan çıkar. Çünkü kalabalığın derdi bireysel dertlerimiz gibi ’üzerinde eğleştikçe dibine çeken’ türden değildir.
Onunla meşgul olmakta derinleşmek yoktur. Onunla meşgul olmakta ’iştigal’ vardır sadece. Hatta bir derece tatmin de vardır. Kalabalık size aldırıyorsa umut da vardır. Önemsiyorsa takdir de vardır. Hatta emeğiniz cenneti bile hissettirebilir. Ayakta duramayacak kadar yorgun olsanız bile...
İlk kez Teoman’dan dinlediğim Uykusuz Her Gece şarkısının sözlerinde de buna benzer bir tat bulurum. Hatta bazı mısralar kendilerini apaçık ortaya koyarlar: "Unutur muyum seni yorulsam her gece?"
Unutabilir mi? Bir açıdan: Evet. Diğer açıdan: Hayır. Birşeyi unutmak, onu unutmak için yaptığın şeyleri ne için yaptığını da unutmakla ilgiliyse, bu mümkün değildir. Fakat seni daha fazla dibe çekmesini engellemek için başka şeylerle meşgul olmakla ilgiliyse, evet, unutabilirsin. Meşgul olmanın unutturuculuğunu kimse reddedemez. Ancak şu var: Meşguliyet ’dertsizlik’ anlamına asla gelmez. Meşguliyet aslında başka bir dert ile derdin üzerini bastırmaktır. Hatta biraz daha açık söylersek: Çözümü varmış gibi görünen dertlerle meşgul olarak çözümü yokmuş gibi görünen dertlerden uzaklaşmaktır.
Hritnik Roshan ve Aishwarya Rai’nin başrollerini paylaştığı Guzaarish’i anımsayalım. Radyo programıyla milyonlara ’yaşama arzusu’ aşılayan engelli Ethan en nihayet herkesi şaşırtan bir karar alıyor ve ötenazi isteminde bulunmuyor muydu? Ve filmin geri kalanında da şimdiye kadar ilham kaynağı olduğu insanlar onu bu bed kararından vazgeçirmeye çalışıyorlardı.
Hadi, bunu bir kurgu olarak arkamızda bırakalım, fakat gerçek hayatta da böyle şeyler yaşanmıyor mu? 9 Numaralı Otobüsle Cennet’e sayesinde kalemiyle tanıştığım Leo Buscaglia da benzer bir öyküye sahip değil miydi? Büyük ilgi gören motivasyon seminerleri ve çok satan kitaplarıyla dünyayı dolaşan Buscaglia, nam-ı diğerle mutluluk profesörü, en nihayet intihar etmemiş miydi?
Buradan şuraya varmak istiyorum: Dertli insanlardan büyük enerjiler ve hatta fanatikler çıkması normaldir. Kaçacak şeyi çok olanlar, kaçma fırsatını/yerini bulduklarında, kuvvetli kaçarlar. Mutsuzluğun manipülasyona yatkınlığı buradadır. Buraya kadar söylediklerimden iki sonuç çıkabilir: 1) Işık vermek karanlığı yoketmek anlamına gelmez. 2) Belki karanlığın da bizi harekete geçirici bir hikmeti vardır. Nihayetinde biz de kendi içimizde bazı karanlıklarla muaraza ediyoruz. Kendi başımıza kaldığımızda bizi içine çektiğini düşündüğümüz tuhaf hissedişler var. Bunları yoketmek zorunda değiliz. Onları insanlar için değer üretmeye yönlendirebiliriz.
Fakat şu var: Yoketmek zorunda değiliz ama kaçmak zorundayız. Yüzleşmenin ağır geldiği zamanlarda kaçmakta bir beis yok. ’Namazla Allah’tan yardım dileme’ hakikati bir açıdan bizi ’eylemsizlik içinde giriftar olmak’tan bir ’meşguliyet içinde yüzeye çıkmaya’ çağırıyor. Belki Ethan da Buscaglia da kendi karanlıklarından başkalarına yardımcı olarak kaçıyorlardı. Uykusuz Her Gece’de olduğu gibi gece boyunca bulaşık yıkamak da bir çözüm fakat ondan daha güzel yöntemler de var. Ne bileyim, hadis-i şerifte ders verildiği gibi, bir yetimin başını okşamak bile bizi kendi kalp katılığımızdan uzaklaştırabilir.
Başkalarına iyilik yapmanın iyileştirici bir yanı vardır. Yaralar deşilmekle tedavi olmayabilir her zaman. Ancak ’dertleşmek’ dediğimiz şeyin devası daha azizdir. Bence Ethan ve Buscaglia’nın hatası, insanlara fayda dokunduracak kadar iyi oldukları halde, kendilerine dokunulmayacak kadar kibirli olmalarıydı. Hayata tutunmanın yolunu kendilerinden dışarıya kaçmakta aradılar. Bir süre işe de yaradı bu. Fakat sona geldiklerinde enerjileri tükendi. Kalabalıkların derdi onları tatmin etmez oldu. Karanlıklarıyla başbaşa kaldılar. Dayanamadılar.
Buradan benim aldığım ders ise şu: Allahım beni benden iyi biliyor. Beni benden iyi bildiği için kendisine dua etmemi istiyor. Dua sayesinde yardım almaya yatkın bir kanal bende hep açık kalıyor. Hiçbir zaman ’sırf yardım ederek’ ayakta kalabileceğimi düşünmüyorum. Yardım almam gerektiğini de biliyorum. Duayı kendi dünyasında diri tutan adam/kadın aslında ’yardım alma’ fonksiyonunu da diri tutmuş oluyor. Bu da bir karanlık hücumuna maruz kaldığında ’dokunulmazlığının’ elinden tutup ölüme koşmasını engelliyor.
Bence dua eden insan yardım almaya da etmeye de açık bir insandır. Çünkü hayatında hep bunu talim etmektedir. İnsan dertleriyle yardımsız savaşmaya kalktığında, önceleri başarılı sonuçlar elde etse de, sonradan dert bütün gücünü toplamış olarak geri gelir. Üzerine kapanır. Kalabalık bizi gönlü geçtiği bir vakitte elbet terkeder. Ama yalnızlık tutkulu bir âşık gibidir. Terketmez. Bu hale düşmemek için Allah’ın ’ona kaçmamızı/sığınmamızı’ emreden ayetlerine daha gönülden kulak vermeliyiz. Duvarlarımızı indirmeliyiz. Her zaman olmasa da zaman zaman. Yoksa bu duvarlar bizi korumak yerine esir almaya başlayacak.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.