- 893 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ÖĞÜT
Saçları ağarmış, yer yer dökülmüş, beli bükülmüş. Bir evin bahçesinde bir ihtiyar oturuyordu. Bir erik ağacına yaslanmış. Gözleri uzaklara dalmış. Bir tutam kadar uzamış, bembeyaz sakalını sıvazlıyor. Kim bilir ne düşünüyordu. ‘’Dede, dede şuna bak’’ sesi ile irkildi. Başını çevirdi. Küçük torunu yanına gelmiş elinde ki cevizleri dedesine gösteriyordu. Dede bir cevizlere birde ağlayan gözlerle bakan torununa baktı. Kucağına aldı. Öksürdü.
-Ee anlat bakalım ne oldu.
-Annem. Hıçkırmaya başlamıştı. Annem ağabeyime ceviz verdi. Kardeşinle paylaşın dedi. O çok aldı bana az verdi. Ağabeyi peşinden gelmiş onu dinliyordu. İtiraz edecekti ki, dedesinin işareti ile sustu. Dedesi öbür dizine oturmasını işaret ediyordu.
- Bakın çocuklar size bir öykü anlatayım, ondan sonra cevizleri paylaştırırım tamam mı? Torunlar başlarını salladılar. Dede anlatmaya başladı.
Zamanın birinde gönlü zengin bir adam kırlarda dolaşmaya çıkmış. Ona rastlayan açgözlü biri sırtındaki torbayı görünce, ’’seninle arkadaş olalım. Gittiğin yere beraber gidelim’’ demiş. Adam kabul etmiş beraber yürümeye başlamışlar. Biraz gittikten sonra. Bir ağacın gölgesine oturmuşlar. Adam sırtından torbayı çıkarmış. İçinde üç adet ekmek varmış. Birini arkadaşına vermiş. Birini kendi yemiş. Birini de torbaya koymuş. ‘’Bu kalsın. Belki sahibi gelir’’ demiş. Sonra arkadaşına dönmüş. ’’Ben biraz çevreyi dolaşacağım. Torba burada kalsın’’. Oradan ayrılmış. Epey bir zaman sonra gri dönmüş. Torbaya bakmış ekmek yok. Ne olduğunu sormuş. Arkadaşı çok uykusu geldiği için uyuduğunu uyandığı zaman ekmeğin yok olduğunu gördüğünü, fakat kimin yediğini bilmediğini söylemiş. Tamam demiş adam yola koyulmuşlar. Az gitmişler. Ayağı bir şeye takılmış. Birde bakmışlar. Bir küp altın. Saymışlar bin tane. Paylaşalım demiş adam. ‘’Şu bir tanesi burada kalsın’’. Küpü bulduğu yere bırakmış. ‘’Şu demiş üç yüz otuz üç tanesi benim. Şu üç yüz otuz üç tanesi senin. Geriye kalanlarda ekmeği yiyenin. Torbaya koyup buraya bırakalım, gelince alır’’. Hemen itiraz etmiş arkadaşı. ‘’Olmaz’’! Demiş, heyecanlı bir ses tonu ile: ‘’Ekmeği ben yemiştim onlar benim hakkım’’. Adam şöyle bir süzmüş arkadaşını, elinde ki altınları uzatıp demiş ki, ‘’Bunlarda senin olsun, Yalnız benimle gelmekten vaz geç.’’ Altınları verip yürümüş. Gözden uzaklaşmış. Altınları alan büyük bir sevinçle altınları tekrar saymaya başlamış. Tam torbaya koyup ayağa kalkacakken iki kişi belirmiş yanında.
‘’Hayrola hemşerim altın bulmuşsun. Yalnız senin olmaz. Paylaşacağız. Hayır dersen, bak ıssız bir dağdayız. Zorla alırız sana da hiç vermeyiz’’ demiş. Adam bir iki yutkunmuş. Bir şey söylemiş olmak için, kekeleyerek demiş ki. ‘’Üçe bölersek bir altın artıyor onu ne yapacağız’’? Adamlar birbirlerine bakıp gülüşmüşler. Biri demiş ki,’’ Karnımız aç o bir altını arkadaşa verelim. Bize ekmek alsın gelsin’’ Altını verip ekmek almaya göndermişler. İki kişi baş başa kalınca, altın torbasını tutanın, şeytanca bir fikir gelmiş aklına. ‘’Bak arkadaş’’! Biz burada iki kişiyiz neden altınlar ikimizin olmasın’’ demiş. Sormuş öbürü. ‘’Nasıl olacak’’? Anlatmış aklından geçenleri: ‘’Burası ıssız bir dağ başı, kim kimse yok gelmez de. İkimiz bir olup onu öldürelim. Bir çalının dibine koruz kurt kuş yer kaybeder. Bizde altınları paylaşır, ayrılırız. Zaten birbirimizi tanımıyoruz. Olay kapanır gider’’.
‘’Olur’’ demiş diğeri. ‘’Bende onu tanımıyorum yolda rastladım öylesine geziyorduk. Haklısın öyle yapalım. Geldiği zaman ikimiz aynı anda vurur öldürürüz’’. Beklemeye başlamışlar. Her biri altınlarla yapacağı işleri hayal ediyor. Planlar yapıyormuş.
Ekmek almaya giden demiş ki kendi kendine. ‘’Bin altın. Az bir para değil. Ömür boyu çalışmadan krallar gibi yaşarım. Onlara vereceğim ekmeğin içine zehir koydum mu bu iş tamam. Zaten ikisini de tanımam etmem. Dağın başı. Kim vurdu ya gider. Belki cesetleri bile bulunmaz’’ Bu düşüncelerle ekmekleri almış. İkisinin arasına peynirle birlikte zehir koymuş. Diğerini karışmasın diye ucundan biraz koparıp yemiş. Arkadaşlarının yanına gelmiş. Tam ekmekleri ellerine vermiş. Kendisi de bir yere oturmak için geri dönünce ikisi birlikte saldırmışlar. Oracıkta arkadaşlarını öldürmüşler. Sonrada büyük bir iştahla ekmekleri yemeye başlamışlar. Çok geçmeden kıvrana kıvrana oracıkta can vermişler.
Aradan bir güm geçmiş. Gönlü zengin o kişi oraya uğrayınca görmüş ki, üç ceset orada yatıyor. Altın torbası yanlarında. ‘’Allah günahlarınızı affetsin. Tamahkârlığın sonu işte budur’’. Demiş. Derince bir çukur kazıp cesetleri oraya gömmüş. Gömerken altınları da yanlarına bırakmış. İçinden bir tane almış. ‘’Allah bereketini artırsın. Bu bana yeter’’. Demiş.
-Evet, güzel torunlarım siz ne yaptınız? Cevizleri paylaşamadınız mı? Büyük torun, utanarak elinde ki cevizleri dedesinin önüne bıraktı. Küçük olanda minik minik elinde tutmaya çalıştığı cevizi dedesinin önüne bıraktı. Dede gülümseyerek başlarını okşadı. İlerde bir taşı işaret ederek, ‘’o taşı bana getirin ben kırıp yedireyim’’ dedi. Büyük torun hemen taşı getirdi. Dede de daha küçük bir taş bulmuştu. Cevizleri kırıyor, ‘’Bu sana bu sana bu da bana’’ diye dağıtıyordu. Herkes mutlu olmuştu.