ASLAN “MEEEEE” DEDİ
Hayvan hikâyelerini, hep La Fonten denilen masalcıdan öğrendik.
“Orhan Veli Kanık” tarafından Türkçeleştirmiş, bir şiir tadındaki hikâyeler bize ulaşmıştı, okul kitaplarında.
Çok sevmiştik çocukluğumuzda, bu hikâyeleri.
“Karga ile Tilki.”
“Aslan ile Fare.”
”Leylek ile Tilki.”
Daha birçok hikâye.
Bu La Fonten isimli amca iyi derlemiş masalları. Ya da kafasından güzel uydurmuş.
Bütün Dünya’da haklı bir şöhrete ulaşmış. (Jean de La Fontaine. Fransız şair ve yazar. Fabl yazarı. Hayvan hikâyeleri.)
Bizim Keloğlan.
Nasrettin Hoca.
İncili Çavuş.
Ne bileyim Dede Korkut hikâyeleri hiçte aşağı değil, La Fonten masallarından. Bence daha da iyi, bizim masallarımız.
Neyse uzatmayalım.
Babamdan iki hayvan hikâyesi dinledim.
La Fonten’in bildiğine emin değilim, bu hikayeleri..
Babam dedi ki;
“Ben bu hikâyeleri 50 yıl önce bir kitapta okumuştum.”
Olabilir. Ancak ben hiçbir kitapta görmedim, okumadım.
Size de anlatayım.
“Gulanızı bana verin” aha başlıyorum.
Kimileri yanlış anlamasın.”Kulağınızı bana verin dediğimde, kulağınızı istemiyorum. Dinleyin demek istiyorum da…
Yine yanlış oldu. Yazımı dikkatli okuyun.
*
Eskiden, çoookk eskiden aslanın sesi nasılmış?
Bileniniz var mı?
“Kuzu sesi” gibiymiş.
Aslan şimdiki kuzular gibi melermiş.
“Meeeeee! Meeeeee!”
Bu yanık ve duygusal sesi duyanlar, doğru aslanın yanına giderlermiş.
Aslanda yanına yaklaşan hayvanları yattığı yerden iki pençeyle halledermiş. Hiç zahmete katlanmadan tavşanları, keklikleri, ceylanları, geyikleri… Küt küt midesine indirirmiş.
Bir tavşan bakmış ki, kuzu sesli bir canavar, bütün hayvanların neslini yattığı yerden kurutacak.
“Bu aslanın sesini değiştirecek bir şey yapmalıyım” demiş.
Başlamış düşünmeye. Koca kulaklarını, aşağı yukarı oynatırken bulmuş çaresini.
Birkaç ay içinde bir plan yapmış ve uygulamaya koymuş.
Aslanın yanına varmış. Aslana kafa tutmuş ve kaçmış. Çok kızan aslan tavşanın peşine düşmüş. Bir kayanın dibine oturan tavşan, aslanın yanına gelmesini beklemiş. Tam yanına gelince, kayanın başındaki tavşanlar içleri arı dolu ağaç kütüklerini aslanın tepesine boşaltmışlar. Tepesine dökülen arıların ısırmasıyla, aslan öyle bir ses çıkarmış ki sormayın.
“Meeeee!” sesi gitmiş, yerine korkunç bir kükreme sesi gelmiş. Tavşanlar öyle bir kaçmışlar ki. Bir hafta yerin altından çıkamamış tavşanlar. Diğer hayvanlarda kaçışmışlar.
Her tarafı şişen aslan, zor atmış kendisini suyun içine. Durmadan da çirkin çirkin kükremiş.
Çıkmış sudan dışarı. Bir yere yatmış. Başlamış bağırmaya. Sesine koşup gelen hayvanları yiyecek.
Bağırdıkça, bütün hayvanlar deliklere girip saklanmışlar.
Aslan bir türlü “meeee” diyememiş. Hep çirkin çirkin kükremiş. Böylece artık yanına kimsenin gelmediğini gören aslan, hayatın zor olduğunu anlamış. Avlanması gerektiğine inanmış. Hiçbir hayvanın kolay lokma olmadığını öğrenmiş.
Tavşana da bir kahramanlık kalmış.
Tavşan deyip geçmeyin.
Her hayvanın kendine göre bir aklı vardır.
Hayat öyle, ”armut piş ağzıma düş” değildir.
Hayat, emek ister.
*
Çoook eski zamanlarda, tilkinin kürkü kirpiye aitmiş.
Tilkinin kürkü de kirpinin ki gibi dikenliymiş.
Tilki bir gün bir düğüne gidecekmiş. Dikenli kürkü yüzünden itibar görmeyeceğini bildiğinden kirpiye gitmiş.
Demiş ki.
“Kirpi kardeş bir düğüne gideceğim. Azıcık havam olsun. Bir yerlere gitmiyorsan iki günlüğüne kürklerimizi değişelim. Valla kira yerine sana, iki keklik ile besili üç horoz veririm” demiş.
Kirpi keklik ve horozların adını duyunca dayanamamış.
Uzun kuyruklu, kınalı kürkünü vermiş tilkiye.
Tilki düğüne gitmiş. Havasından fiyakasından bütün bayan tilkileri kandırmış.
Bakmış bu kürk çok güzel. Bir daha kirpinin yanına uğramamış. Emaneti yerine ulaştırmamış. Yani “emanete ihanet” etmiş.
Söz verdiği horozları ve keklikleri de götürmemiş.
Kirpi tongaya gelmiş. Sırtında dikenli bir giysiyle utancından kimi görse yumulup yumulup gizlenmiş. Kendini kimselere göstermemiş.
Tilkinin, kurnazlığı yanında sözünde durmaz, hilekâr birisi olduğu da tescillenmiş.
Tilkiler ne zaman bir kirpi görseler kaçarlarmış. Şimdi bile kirpiler tilkinin peşine düştüğünde, tilki arkasına bakmadan kaçarmış.
Kürk meselesi.
Tilkinin kürkü iyi.
Kirpi dikenlerle ne yaparsa yapsın.
Tilki bu kürkü kaptıktan sonra, bazı zorlukların peşinde olduğunu anlamış. Anlamışta, katlanmayı da öğrenmiş.
Derler ya;
“Tilkinin dönüp dolaşıp gideceği yer kürkçü dükkânıdır.”
Allah var. Kirpinin böyle bir derdi yok.
Eeeee! Nede olsa değerli şeyleri taşıyanların hayatı risklidir.
Tilkilere de fazla güvenmeyi öğrendim ben.
Hele insan kılığındaki tilkilere, asla!
Kurnazlık farklı şeydir, hilekârlık ve sözünde durmama başka şey.
“Kafasının içinde dokuz tilkiyi, kuyruklarını birbirine değdirmeden dolaştıranlarla asla arkadaş olmayın.” Deme hakkım yok.
Herkesin tilkileri tanıma konusunda, mutlaka bir beceri ve tecrübesi vardır.
*
Özentimiz olduğundan, kendi masallarımızı okumadan, başköşeye koysak ta başka kültürlerin masallarını. Bizim masallarımızı okumamız gerekmez mi ilk önce? Türk Masalları kadar hayal âlemi değişik ve geniş masallar bulamazsınız.
Masalların sonunda sadece bizde elma dağıtılır.
Gökten düşen “üç elmadan” birisi sizin olsun.
Şuayipodabasi…
07.02.2011/Kepez/Çanakkale
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.