- 2517 Okunma
- 7 Yorum
- 5 Beğeni
Bıraktığın ellerle barış
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
"Gitmek zenginleşmektir" diyor Feridun Andaç Geçen Zamanın İzinde: Kentler kitabında. O bunu ’seyahat etmek’ bağlamında kullanıyor fakat ben ’fanilik’ bağlamında da kullanabilirim. Çünkü böyle düşünüyorum: Herşeyin yokolup gidiciliğidir ki bizi yeni yeni şeylerle muhatap kılıyor. Kabımız küçük. Dünyamız kocaman. O koca dünyadan daha çok şey biriktirmenin, öğrenmenin, tatmanın, tanımanın ve hatta sevmenin yolu kabımıza bir ’saklama kabı’ olarak değil bir ’aktaraç’ olarak bakmakta. Yani onu tas değil kaşık kılmakta.
O böyle olursa içindekini sonsuza kadar aynı şekilde tutmasına da gerek kalmaz. Hep güzel, hep yakışıklı, hep genç, hep mutlu, hep heyecanlı, hep keyifli hep... olması gerekmez. Yükümüz azalır. Tablonun kendisi değil çerçeve olduğunuzu kabul ettiğinizde ’içinizden geçenler’ aslında ’içinize sığanlara’ dönüşür. Kayıplar kazançlaşır. Göçebe için taşıyamadığı hiçbirşey zenginlik ölçüsü değildir. Musluk ile havuzun zenginlik ölçüleri bu noktada farklıdır.
Ne kadar çok akıtırsanız kalbinizden o kadarı sizin olur. Hem sizi de o sığdırdıklarınız için severler. Çünkü sığdırmak zenginleştirir. Hepsi sizde kalmasa bile. Bir kerecik uğrayıp gitse bile. Kendinizi aslolmaktan kurtararak kaybettiğinizi sananlar tam da bu noktada hata ederler. Aslında kendinizi aslolmaktan kurtararak dair olduğunuz herşey olmuşsunuzdur.
Bu borunun zenginliğidir. Bu ’dair olanlar’ın zenginliğidir. Bu harfin zenginliğidir. İsimler bunu anlamaz. İsmine takılan aslında parçalılık içindeki sanal bütünlüğüne takılmıştır. Çünkü kendisine o şey olma hakkı veren bir bütünlüğün namıdır isim. ’O şey’ olmak yani ’bizzat mevcut olmak’ öyle şehvetli birşeydir ki kainatın bir parçası olmaktan vazgeçirir. ’Tanınmak için’ olan ’ayrılmak için’ kullanılır. Bir kitap anlattığı kadardır ama bir harf içinde yeraldığı kelimeler kadardır. Çoktur. Hiçbirşey olmuştur. Ama aynı zamanda herşey olmuştur. Tıpkı Cennet Krallığı filinde "Bu şehir neden önemli?" sorusuna Selahaddin-i Eyyübi karakterinin verdiği cevap gibi: "Hiçbirşey... Herşey."
Evet. Hiçbirşey oluruz böyle geçip gitmekle. Fakat evet! Herşey olabiliriz böyle geçip gitmekle. Bir hava zerresi varolduğu ilk günden itibaren milyonlarca canlının vücuduna uğrayabilir. Dünya üzerindeki her dağı görebilir. Her ağaca dokunabilir. Her denizi öpebilir. "Ben buradayım ve hep burada kalacağım!" diyen dağlar yapamaz bunu. Sanki hava kadar geçip giden olmamak taşı sınırlamıştır. Şu dünyada hayat sahibi olmak da geçip gidicilerden olmaktır aslında. Hatta hayatını en çok yaşadığını hissedenler en çok geçip gidenlerdir.
Belki yaşadığımız ayrılıklara böyle bir teselli var. Birşeyleri arkamızda bırakarak yeni şeyleri misafir etmeyi başarıyoruz. Büyüyoruz. Olgunlaşıyoruz. Yetişiyoruz. Elbette her ayrılığın bir acısı var. Çünkü insan içinden geçenleri kendisine dair kılmayı duygularıyla başarır. Mesafe böyle alınır. Ve duygular tutucudur. Tutmaya çalışırlar içlerinden geçenleri. Demek ki biz, bir tırtılın yüzlerce dokunacı veya sineğin vantuzları gibi hem yürüyoruz hem tutunuyoruz. Yürümeyi tutunmakla başarıyoruz. İlerleyişimiz bırakmakla oluyor. Sen de seni terkeden güzelliklerle barış arkadaşım. Onlar elini bırakmasa başka elleri tutamazdın.