- 799 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Damla Sohbet
Sıladan gurbete göçüşün ikinci yılıydı. Zaman çok çabuk geçiyordu. Hayat denen değirmen,çarkında neler öğütmüyorki? Gençliğini, hayallerini, beynini, bedenini v.s. hepsi dişlilerin öğüttüğü yem mesabesinde. Çocuklar, çabuk alışıyorlar bulundukları ortama. Daha temiz, daha samimi oldukları için herhalde. Ama yaşça büyük olan bizler; ince eleyip sık dokuyoruz her bir şeyi. Zamanı kendi haline bırakmıyoruz hiç.Yönlendirmeye çalışıyoruz hep. Her defasında yorulup suçu da yer yer feleğe yer yer zamana atıyoruz. Bizim hiç suçumuz olmaz,olamaz. Hep suçlu karşımızdaki muhatabımızdır her defasında.Kişi ön yargılarını bir yıkabilse...İlk selamı, ilk hamleyi başkalarından beklemesek...
Karabulutların valsi sonrası, şiddet makamında çalan şimşek senfoni orkestrası uyuyan tüm yüreklerin hoplamasına yetti de artı bile. Evden çıkalı on beş dakika olmuştu. Sevgi parkıydı menzilim. Asırlık çınarın altındaki bankta oturmak, yalnız başıma tefekkür etmek, biraz olsun rahatlatıyordu. Kalabalık yalnızlığımda beynim ve ruhum dinleniyordu sanki. Yolu yarılamıştım ki; gökyüzü göz yaşlarını kara bağrımıza birer birer dökmeye başladı. Etrafına kokuşmuş çer çöp ne varsa döktüğümüz toprağın kokusu içimizi ferahlatırken, çöplerin kötü rayihası yüzümüzü buruşturup, mendillerin burnumuzla vuslatına şahitlik ediyordu. Geleli bir kaç dakika olmuştu.Bankta elinde şemsiyesine yaslanmış olan yaşlı adam yüzüme bakmadan :
"Bilinçsiz bir toplumuz" Dedi.
Bir an için ne olduğunu anlamaya çalışırken tekrar konuşmaya başladı:
"Allah’ın bize bahşettiği doğa nimetini ellerimizle yok ediyoruz. Dedelerimizin tertemiz emanet ettiği doğayı biz de sizlere emanet ettik. Evet! Yarım yamalakta olsa... Ama şimdiki nesil iyice cılkını çıkardı bu işin. Bu parka geliş amaçlarımdan ikincisidir doğayı kirletenleri uyarmak. Nefes almaya çalışırken uyarmak. Böyle giderse nefes alırken nefessizlikten öleceğiz. Görüyor musun şu çöp bidonunu ? Daha içi dolmadan etrafı dolmuş."
Amcanın doğa bilinci konusu sonrası girdiği gençlik ve diğer anıları iki saat kadar sürdü.Çok iyi gelmişti bu sohbet.İki yıldır böyle sohbet etmemiştim.Beynim ve bedenim inanılmaz derece rahatlamıştı.Nereli olduğumu sorduğunda; " Erzurum " Dedikten sonra; " Dadaş mısın ? " sorusu peşinden geldi. "Evet ! " yanıtını aldıktan sonra; "Erzurum’a bir kaç kez gittiğini anlattı.Çifte minareler,Yakutiye medresesi, Ulu Cami, Lalapaşa ve Taş mağazalarını sordu." Adam susmak bilmiyordu.Lakin, hiç şikayetçi değildim. Kulaklarımın pası açıldı. Epeydir böylesi samimi sohbeti özlemiştim. Gülen yüzüyle tekrar konuşmaya başladı:
" Sizin orada komşuluklar daha sağlam oğul " Dedi.
Derin bir ah ! çektikten sonra,yılların kırış kırış ettiği yüzünün üzerinde ışıl ışıl parlayan gözlerini, gözlerime dikerek:
"Buralarda dostluk, samimi arkadaşlık hele hele de komşuluk pek kalmadı. Bireyselleşmenin ve paylaşmamanın sıkıntıları çok etkili bu durum üzerinde.Bir de selam vermez, hal hatır sormaz olduk .Kötü niyetli insanlar, iyi niyetli insanların tüm duygularıyla oynadıkları için güven kalmadı. Güven olmayınca gerisi menfi anlamda çorap söküğü gibi geliyor." Dedi.
Sonrasın da her hafta sonu buraya geldiğini hatırlattı.
"Gelirseniz,tekrar görüşürüz" Dedi.
Ben de bu samimi davete;
"İnşallah ! " Dedim.
Bu tatlı sohbet sonrası dingin bir vaziyette eve döndüm.Tam binadan içeri girerken; karşı binadan orta yaşlı, kısa boylu güleç yüzlü bir beyefendinin seslendiğini son anda duydum.
"Bakar mısınız?"
"Buyurun!"
"İsminiz İbrahim değil mi? "
"Evet !"
Şaşırmıştım. Ama pek belli etmedim.
"Müsaitseniz sizi kahve içmeye bekliyoruz. Eşinizle beraber gelin olur mu?"
"Tamam! Eşimle bir konuşayım." Gülerek, balkondan eve içeri girdi.
Hanıma durumu izah ettim.
"Allah Allah !" Dedi.
O sırada kapının zili çaldı. Kızımdı içeri giren.
"Baba baba,benim de artık sokakta oynayabileceğim bir arkadaşım oldu. İsmi Aysude çok iyi bir kız.’ Dedi.
Kızımın yüzünde güller açıyordu.İki yıldır onu böylesi gülerken görmemiştim.Taşlar yerine oturmuştu artık. Hanımla, birbirimizin yüzüne baktık. İlk konuşan ben oldum:
"Hanım, bu güleryüzlü davete icabet etmek lazım." Dedim.
Bu ifadeyi kırk yıldır bekliyormuş gibi heyecanla cevapladı hanım:
"Tamam bey üzerimi değişeyim hemen gidelim!" Dedi.
Davet sahibi komşumuz güler yüzlü ve çok samimi bir insandı .’ Buyurun’ diyerek sarıldığında sanki yıllardır tanıdığı bir dostuna sarılıyordu menfaatsiz ve içten. Eşi ve çocukları da kapının ağzında koro halinde ’Buyurun’ dediler. Tanışma faslı sonrası isminin Osman olduğunu söyleyen komşum açık yüreklilikle :
’Aslında size kırgınım. Bir kaç defa balkondan size seslendim hiç duymadınız. Ben de her halde muhatap olmak istemiyor diye vazgeçtim.Ta ki kızınız kızımla eve gelip bizimle sohbet edinceye kadar. Ev arıyor muşsunuz? Biz yeni bir ev aldık,buraya taşınabilirsiniz. Ev sahibine telefon açtım tamam dedi. Sizin adınıza evi ben tuttum’ Dedi.
Allahım böylesi insanların nesli kesilmemiş miydi? İyilik,dostluk,komşuluk terimleri romanlarda ki iyi kahramanların vasıfları değil miydi? Rüyamı görüyorum, birisi beni çimdiklese.
Mahcup bir şekilde işlerimin yoğunluğundan dem vurdum. Bir de yeni taşınmamıza rağmen ev sahibinin evi satması sonrası yaşadığımız telaşımıza vermesini istedim. Anlayışla karşıladı. Demek ki nasip şimdiymiş dedik.Kahveler,çaylar en önemlisi yapılan tatlı sohbet.Kalktığımızda saat gece yarısını geçmişti.Tekrar görüşelim dilekleri, çocukların yüzünde ki tebessümle anlamını ikiye katlıyordu.
Bir tarih yaşanıyordu! Gurbet elde bir komşumla sohbet etmiştik.
Büyük şehirlerde sohbeti sadece seansına yüzlerce dolar verdiğimiz psikologlarla yapıyoruz.Psikolojik ilaçlarla hem bedenimizi hem ruhumuzu tahrip ederek.Sadece bir selam ve güler yüzü karşımızdakinden esirgeyerek ,toplumsal cinnetin içine doğru sürüklenirken...