- 1060 Okunma
- 1 Yorum
- 4 Beğeni
THALES GEOMETRİSİ VE ŞAŞKIN ADAM/ İBRAHİM ERYİĞİT
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Thales, Amon’un başrahibiyle ve Firavun Amasis’le birlikte Büyük Piramid’i seyrediyormuş. Başrahip hükümdarının huzurunda bir yabancıyı güç duruma düşüreceğini düşünerek pek sevinmiş: “Bilin bakalım, bu piramidin yüksekliği ne kadar?” diye sorarak meydan okumuş. Thales asasını alıp tam piramidin gölgesinin bittiği yerde kumun içine dikmiş. Bunu yaptıktan sonra asayı, asanın gölgesinin uzunluğunu ölçmüş. Sonra bir taş parçasının üzerine yaptığı basit bir hesap işlemi, anıtın yüksekliğini meydana çıkarmış, 280 dirsek. Firavun bu işe çok şaşırmış. Böylece Thales kendi adını taşıyan teoremi yani geometrik orantılar ilkesini bulmuş. Bu ilkeye göre Paraleller homolog orantılı doğru parçalarını iki sekant üzerinde keserler. Piramidin durumunda paraleller güneşin ışınlarıydı. Sekantlar ise sırasıyla asadan ve piramidin yüksekliğinden geçen çekül doğrultularıydı. Eldeki dört veriden ilk üçü (asanın gölgesi, piramidin gölgesi, asanın yüksekliği) bilinmekteydi: Orantıların sırrı sayesinde dördüncüsü de kolaylıkla bulunabildi.
Güneşten habersizdir
şaşkın adam
arar kaybedince ardında
gölgesini
diye başlar Metin Önal Mengüşoğlu, ‘Thales Geometrisi ve Şaşkın Adam’ adlı şiirine. Bu dizelerdeki güneş ve gölge metaforları üzerinde genişçe durmak gerekiyor ama ne yazık ki bu yazının muradını aşar diye düşünüyorum. Şairin güneşi hakikat olarak ele aldığını düşünürsek hakikate nispetle var olan gölgesinin bilgisinden yoksun şaşkın bir adam portresi çiziyor adeta ve adamın şaşkınlığını canlı olarak gözler önüne seriyor şiir okuyucusunun karşısında: Şaşkın adamın ruh hali okuyucunun üstüne siniyor gibi. ( Gölgesine ateş eden Red Kid geldi aklıma tam burada. Güneş ışığı sayesinde görünür olan Red Kid’in gölgesi şaşkın. Red Kid, silahını gölgesinden daha hızlı çekiyor ve gölgesini vuruyor. Gölge şuurlu bir varlık gibi. Silahına davranmakta gecikmiş, cismanî bir varlık gibi; gövdesine giren kurşun onu hayrete düşürmüş.)
Hakikat sarmalında kısa ama derinlikli bir yolculuğa çıkarıyor okurunu şair. Bunu yaparken de son derece doğal ve içten bir bilge edasında davranıyor. Buradaki yolculuk sürecinin sonucu da belli değil. Yani hedef odaklı bir yolculuk değil. Şairin çoğu şiirlerinde hâkim izlek bence bu. Yolculuk sürecinin katmanlarını duyumsamaya ve özümsemeye bir davetten başka bir şey değil bu durum:
Bir thales üçgeni gibi çıkar evinden
uzaya rastlayınca tez dağılır foyası
adı yamuktur artık
hacmini ölçümlemek mümkün değil
derken üçgenin üst kısmının tabana paralel bir doğruyla kesilmesinden elde edilen yeni şeklin yamuk olarak adlandırılması olgusundan hareketle hem cisimsel hem de ruhsal bir değişimin adı konulmamış dönüşümüne dikkat çekiyor. Düzlemde iki boyutlu halde alanı söz konusuyken herhangi bir göreceli yükselti kazandığında bile cismin hacmi olamayacağının vurgusu, kendi içince kıvrak bir ironiyi barındırıyor, “adı yamuktur artık” dizesiyle. Yamuk kelimesinin günümüzdeki anlam çağrışımı da dikkate alınırsa dünyayı sahip olma mekânı olarak gören insan psikolojisinin şaşkınlığı daha somutlaşıyor.
Thales’te, felsefe bakımından esas önem taşıyan özellik, onun “Neyin var olduğu”, “Neyin gerçek olduğu” ya da “Neyin gerçekten var olduğu” sorusu üzerinde düşünmüş olmasından kaynaklanır. O bu çerçeve içinde, doğada var olan şeylerin tüketici bir listesini yapmayı amaçlamamış, fakat şeylerin varlığa gelmeleri ve daha sonra da yok olup gitmeleri olgusundan etkilenmiştir. Thales, çokluğun kendisinden türediği, çokluğun gerisindeki bu birliğin su olduğunu öne sürmüştür. Her şeyde bulunan su, ilahî olarak görüldüğüne göre, her şeyin varoluş koşulu ilahîdir, öyleyse her şeyde Tanrılık bir yan olacaktır.
Gerisine düşülen hayatı anlama ve anlamlandırma telaşında olan şaşkın adam geleceğe de taşıyor bu telaşı. Dünyada boş yere hacim kaplamanın getirdiği bunaltının prim yaptığı zamanlarda şaşkınlık ta artı bir değer olarak sunulur telaşlı insanlara. İşte şiirin gücü bu ortamlarda acziyetin sınırlarına mahkûm edilir bir anlamda. Metin Önal Mengüşoğlu güneşten habersiz şaşkın adam portresini çizmeye devam eder tüm olumsuzluklara karşın:
Çemberi görünce sözgelimi bir kitapta
kütürtüsü çalar saat gibidir kalbinin
çok uzakta
zincire alışkın boynu
şimdi durmadan karıncalanmakta
Hep bir kısır döngü biçiminde hayat süren çağımız insanının ruh halini bu dizelerle somutlaştıran şair, çemberin merkezinde neyin bulunduğuna soyut bir yorum getiriyor: Bir ucu insanın boynunda olan zincirin diğer ucunun neredeliğine imalı bir vurgu yaparak. Her hastalığın duygusal bir karşılığının olduğu gerçeğini göz önünde bulundurursak, boyun karıncalanmasının duygusal karşılığının maddesel hayatın geçiciliğini anlamaya çalışmak olduğu söylenebilir. Bu geçici dünyadan sonsuz manevi dünya adına feragat edebilme çabası esnasında karıncalaşır boyun. Fark edebilen insan için bir uyarı sinyalidir kısacası. Zincirin diğer ucunun nereye bağlı olduğunun farkındalığı çok önem kazanıyor burada.
Uzayda bir nokta bile yer kaplamayan dünyamız sömürgeci ve kan dökücü emperyalist sistemlerle bir hapishaneye çevrilirken gökyüzüne bakan bir karenin varlığını hatırlatır Mengüşoğlu:
Bu geometrinin en uysalı belki de kare
ses çıkarmaz küllenmiş isteklere
en güzeli gökyüzüne bakıyor
daracık bir mahpushanede
Gökyüzünden kare olarak görünen şekil aslında küptür. Kuzey kutbundan güney kutbuna çizilen boylamların birinin altın oranı (1,618…) sağlayacak şekilde üzerinde bulunan küp şeklindeki yapının adı Kâbe’dir. Kudüs gibi işgal altında bir şehir olan Mekke’de yer alan Kâbe ne yazık ki küllenmiş isteklere ses çıkaramıyor diye anlıyorum ben bu dizeleri. Kendisine tepeden bakan görkemli otel binalarının saldırgan baskısından köşeye sıkışmış siyah bir kaplanı andırıyor adeta.
İstanbul, Kudüs, Şam, Bağdat ve Mekke şehirleri harita üzerinde işaretlenip birleştirildiğinde ortaya çıkan geometrik şekilde yarım kalmış bir Thales benzerlik bağıntısı ortaya çıkar. Bu haliyle oluşan benzerlik bağıntısının çözümü mümkün değildir doğal olarak. Çünkü, “Firavunlar kovdukça İbrahimleri/Harap oluyor şehrin elbisesi” olgusu hâlâ geçerli. Bu şehirlerin insanların iç sesleri, “Nasıl kabullendim/ bu kozayı ne zaman ördüm etrafıma/ ve şimdi yırtmak/ delmek ve çıkmak istiyorum kenarından/ karnım gittikçe büyüyor” şeklinde dillendiğinde ve “beni siz yönetmiyorsunuz, tanıyorum bu ırmağın çamurunu” haykırışına dönüştüğünde, “tam kutsal savaşımı başlatacakken/ kaptırırım bir yerlerimi şeytanın tuzağına/ dilim tutuşur” kaygısı kaplamazsa insanı, “can/ ipek bir gömlek gibi sıyrılınca bedenden/ dil, dönüp kendini ihbar eden bir esvap giyer”. Tam da bu aşamada, “Cesur olmaklara fırlatılırım/ uygar marşlarla ürkütülerek metin olmaklara/ ben korkuyu yüreğimle/ cesedimin maskını yırtarak gördüm/ beni ilkin kardeşimin kanıyla tanıştırdılar/ uzun çizmeler parlatıp aydınlıkta” demek düşer kalbinde sızı taşıyan insana.
Thales geometrisinde şaşkın adamın bulunduğu yerin koordinatlarının oluşturduğu geometrik yeri duyumsama adına yapılması gereken bellidir artık:
Pencere hazır ve geometrik
şimdi görmeyi becerecek bir çift göze
derman gerek
Güneşten habersiz şaşkın adam
bakmaz hiç kimsenin kafasına
gözlükten haberdar olmuştur artık
arar gözleri, camların arkasında
İlk kez gözlük kullanan insan şaşırır. Her şeyin rengi değişir. Derinlik farklılaşır. Görüşü netleşir. Gözlükten haberdar olan insan sorar ister istemez: Acaba gözlüklü halimle gördüklerim mi gerçek? Yoksa gözlüksüz halimle gördüklerim mi? Başka bir gözlük taksam daha farklı bir ton ve derinlikle karşılaşmam mümkün mü? Mümkünse gerçek hangisidir? Buradaki gözlük metaforu hayata dair bakış açısını işaret etse gerek diye düşünüyorum ben. Gözlük, tersine bakan ayna olarak da değerlendirilebilir, “arar gözleri, camların arkasında” dizesi biraz zorlandığında sanki.
“Doğrudan bakınca dünya/ Kendi gölgesinde sır oluyor/ Yaşamanın aslı rüya/ Sessizce bir testiye doluyor” bilincinde bir yürek için, “her şeyin simetriğini bulur eşitlerim ben” rahatlığını biraz sarssa da “Ben oğluma öğretemedim cumaların hendesesini” dizesindeki itiraf, “Haydi, topa gidelim/ asılsın zamanın çehresi/ Yere sağlam basmanın/ Hendesesi”nde hayat bulmanın coşkusunu barındırıyor.
Gönülden akıla, akıldan gönüle yapılan yolculuklarda girilen tünellerin duvarlarında yankılanan şiirin sesinin, hendesenin, yani matematiğin daha önceden bıraktığı sesten başka bir şey olmadığı gerçeğini bilenler için ayrılışlar bambaşka boyutlar kazanır: “Şimdi gidiyorum/ Kanatlanıp gidiyorum/ Bu gidişin ritmini kendim seçtim/ Varlığım gözden ırakta/ Kaygılarım emanet sandığında/ Gidiyorum gücüm de/ Yanıbaşımda” ve “Şehrin virüsleri girdi kanıma, kendime elveda”.
[ Metin Önal Mengüşoğlu, Bize Kefen Biçene Bak, Okur Kitaplığı, Mart 2016, İstanbul ]
YORUMLAR
“Cesur olmaklara fırlatılırım/ uygar marşlarla ürkütülerek metin olmaklara/ ben korkuyu yüreğimle/ cesedimin maskını yırtarak gördüm/ beni ilkin kardeşimin kanıyla tanıştırdılar/ uzun çizmeler parlatıp aydınlıkta”
Muhteşem bir çalışma, çok etkileyici ve çokça bilgilendiriciydi
Teşekkürler hocam
En içten selamlarımla