- 635 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Etkilenme Endişesiz Şiir Etiği (Kanon Karşıtı Bir Deneme)
“Gerçek şiir tarihi, şairlerin başka şairler yüzünden nasıl ıstırap çektiklerinin hikâyesidir.” Nietzsche
Antolojileri sevmedim… İnandım ki, has şairlere (yıldız kopartanlara, dizeleriyle şimşekler çaktıranlara, yepyeni söz öbekleriyle bambaşka dünyaların mümkün olduğunu ispatlamaya girişenlere) yollarını şaşırtmayı amaç edinen cadı cımbızlamalarıdır seçkiler. Gönlünü şiire vermişlerin önüne kurallarla, reçetelerle derlenmiş bir tomar sürmeyi ahlaksızlık olarak algıladım hep. Dayatılmış seçimleri, kendilerini yukarıda bir yerlerde sananların zibidilikleri olarak görüp, tekmelemek ve yerleştikleri kürsüleri yıkmak arzusuyla yanıp tutuştuğum bir şairlik ömrüdür çoğunlukla benimkisi.
Has şairler, en sevdiğim tamlama… Sesini aramak ve sözünü kendisine ait yepyeni satırlara mıhlamak kıvranmasındaki şairlerden söz ediyorum. Endişeleriyle boğuşup, yenerek – yenilerek, ebeveyn şiirlerin terbiye ediciliğinden sıyrılmak çabasıyla, sağlıklı meymenetsizliği reddedip sağlıksız açmazları seçerek şiirini bina etmektir has şairlik.
İşte şiir, bu büyücülere direnerek kendisine yol açmak zorundadır. Yarasını üfleyerek değil, ancak ve ancak otayarak iyileştireceğini kavramakla şairlik mümkün olur.
Deha eseri bir şiir, ‘Ah, işte benim yazmış olmam gereken şiir!’ duygusuyla sarsıldığımız şeydir. Çünkü, anlamlandırıp kağıda dökmekte ya yetersiz, ya da çok geç kaldığımız o şey, başka bir kalemden çıkmış, bize tepeden bakmaktadır. Tüm sağlamlığıyla bizi çoktan ezip, avuçlarımıza bırakmıştır. Peki ama, bir şiirin başka bir şiirle anlamlanması zorundalığı niye rahatsız eder ki bizi? İnsanız biz, kişisel yaşamlarımız birbirlerine ne kadar benzese de o kadar bambaşka değil mi? Doğrulalım ve yürümeyi sürdürelim o halde.
Bir “Ahmak Sorgucu” olmayı göze alarak “Kim yazdı benim şiirimi?” sorusuyla cesaretine hayran bırakan Emerson, endişesini anlatmaktan öte, asıl endişelenmeme sebep olan eylemin de baş aktörü oldu. Tersinden alırsam, ‘ben kimin şiirini yazdım?’ kaygısıyla kendimi burgaçlayıp, kalemimi kırmak tam da pür ahlakçıların bana (bize) dayattığı ‘edebi’ hilenin efsunlu adı idi.
“Düşündüğüm ve hissettiğim bu şey tüm eski yaşam durumları ve koşullarının temelini oluşturur; zaten şimdiki zamanımın, yaşam ve ölüm diye adlandırılan şeyin temelinde de o vardır.” EMERSON (Kendine Güven)
Off, bir de iflah olmaz eleştirmenler var, değil mi?
Her eleştirmen, kendi çağının çömezidir ve zorunlu olarak bu giysiyle çalışır. Yeni pırıltılara göz dikmekten çok, çöplük karıştıran mücevher arayıcıları gibi davranan, bulduğu her parlak ve cilalı şeyi gözümüze sokmak derdindeki eleştirmenin elindeki en tehlikeli silah, yorumlarındaki isabete biz bilgisizleri körü körüne inandırmak ısrarıdır.
Sağlam eleştirmenler, yanlış yorumlamalara işlerinin bir parçası (hatta başat kimlik göstergesi) olarak sarılmak zorundalar. Yoksa devrimci anti-etiğe asla ulaşamayacak, debelendikleri güdüklük batağında kaybolup gidecekler.
Velhasıl, bir şiirden başka bir şiire giden yolu bilemeyen ağzını bile açmasın, deyip, susmalı.
YORUMLAR
Yazınıza bütünüyle katılıyorum fakat - sağlıksız açmazları seçip yazmak- bu bambaşka bir konu benim için. çünkü buna yıllardır kafa yoruyorum. karanlığa uzanıp görünmeyenin diplerini aramak gibi geliyor bana.
Avni Çakar
taklit, özenme, başka bir şair gibi yazmaya çabalamak vb. sağlıklı görünen meymenetsizlikler...
sağlıksız açmazlar ise en fazla beni "başarısız bir şair" olduğuma ikna eder.
duvar yıkmak balyoz, zor bir kilitle boğuşmak maymuncuk icadıyla çözüldü.