- 462 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İŞ BAŞVURUSU
İş başvurularını değerlendirmek üzere hafta sonu çalışılacaktı. Bu nedenle şirketin üst düzey yöneticileri, her zamanki gibi mesai saatinin başlamasına on kala odalarındaydılar. Bilgin Bey, bu kez yöntemi değiştirmiş ve mülakata dayalı bir ön görüşme sonrası alım yapmaya karar vermişti. Daha önce böyle pozisyonlara şirket ortaklarından birilerinin referanslarıyla alım yapılırdı. Ancak şirket artık büyüyordu ve gelişen ticari hacim dikkate alındığında profesyonel bir dönüşüme ihtiyaç vardı.
Elindeki dosyayı koluna sıkıştırıp makineden şekersiz kahvesini aldı. Masasına oturup görüşmelere geçmeden şirketin o haftaki çalışma raporlarını okudu. Pazarlama bölümünde, ürün tanıtımlarında ve satışlarında ciddi artışların olduğunu gördü. Bu yüksek artışın nedenini öğrenmek için departman yetkilisini aramak için telefona uzandı. Bu arada, dışarıda bir hareketlenme ile birlikte uğultular başlamıştı. Çok geçmeden komisyonda görevli diğer iki yönetici de buram buram kafein kokan içecekleri ellerinde oturanlarla minik selamlaşma sonrası yerlerine geçtiler.
Zeynep, gelenlerden dördüncüydü. Bir dekoratör edasıyla odanın her ayrıntısına baktı. Koltuklarla duvarın renklerine tezat olan bir arka plan vardı. Koltuklar kısmen yıpranmıştı ama döşemeler anlaşılan cuma günü akşamı temizlikçiler tarafından yeterince parlatılmıştı. Oturduğu yerden yeniden doğruldu. Can sıkıntısından olsa gerek koltuğun kıyısından, köşesinden çıkmış iplikleri kopartıp avucunun içinde ovalayarak küçük topaklar halinde koltuğun altına atıyordu.
Göz ucuyla içerideki insanları saymaya başladı. Kendisiyle birlikte altı kişiydiler. Üçü kadın, üçü erkekti. Kadınların ikisi de başörtülüydü. O esnada manken gibi bir kız içeri girdi. Herkes öyle heyecanlıydı ki “Bir şey içer misiniz?” diye sorduğunda kimseden ses çıkmadı. Zeynep: “Pardon bir kahve alabilir miyim?” dediğinde herkes bu sesin çıkmasını beklermiş gibi birbiri ardına isteklerini sıraladı. Ancak sekreterin şık hali Zeynep’e biraz kendisini paçoz hissettirdi. “Lacivert etek üstü ceket takımı çok yakışmış” dedi iç sesi. Diğer adaylara yeniden göz gezdirmeye başladığında ise şansının az olduğunu düşündü.
İlk kişi mülakata girerken Zeynep incelemeye devam etti. Koltukların kenarlarına yerleştirilen süs bitkilerinin gerçek olup olmadıklarını merak etti. O kadar sahici görünüyorlardı ki gerçek olup olmadıklarını anlamak için koltuğun üzerine doğru kolunu atarak ve birazda o yana kayarak yapraklarına dokundu. Parmaklarının arasındaki yeşillik yapaylıktan başka bir şey değildi.
Karşısında çıtı pıtı bir kız vardı. “Merhaba” dedi. Başındaki örtü alt tarafını daha dar gösteriyordu. Sanki gelinlik kız gibi iki ayağını tam hizalamış mahcup mahcup oturuyordu. “Biraz özgüven yoksunluğu var.” diye düşündü. Çok geçmeden genç kızı çağırdılar. Heyecandan oturduğu yerden zorla kalktı. Elleriyle üstünü başını düzelterek içeri girdi. Kısa bir süre içinde çıktı. Üstünden bir yük kalkmış gibi rahatlamıştı. Zeynep’in yanına oturdu. Gözlüklerini eline alıp Zeynep’e gözlerini dikerek “Siz ne zaman başvurmuştunuz?” dedi.
Zeynep rahat bir tavırla “Direk bir başvurum olmadı. İş başvurusu için hazırlanmış bir internet sitesine not bırakmıştım. Oradan hareketle davet edildiğimi düşünüyorum.” dedi.
Zeynep bu konuşma ve bakışlardan rahatsız oldu. Görüşmeciler genç kıza dönerek “Ya öyle mi!” dedikten sonra yüzlerinde alaycı bir gülümseme ile başlarını çevirdiler.
…
Zeynep’te bir tedirginlik hali belirdi. Şu görüşmeyi yapsam da biran önce gitsem modundaydı. Yeniden avuçlarının içi terlemeye başladı. Biraz sonrada çağrıldı. Koltuğa yapışmış mütemmim cüzi hali ise bir yandan da rahatının yerinde olduğunu göstergesi gibiydi. Yerinden kalkmak istemedi. Yıllardır sanki bu koltukla tanışıklığı vardı. Yapay çiçekler neredeyse dur gitme diyordu. Ama Zeynep “Buraya kadar gelmişken bari şu mülakata gireyim.” diyerek kalktı yerinden. O anla birlikte mülakat için aklında kurduğu cümlelerin tamamını unutup gitti. Kendi kendine “Sakin ol. Kendine inan. Dik dur ve gülümse.” diye teskin etti.
Aydınlık dar bir koridoru geçerek görüşme odasına girdi. Masada çay ve kahve bardaklarının yanı sıra tam ortada bir küre yavaş yavaş dönüyordu. Masanın başında bir, diğer yanında iki kişi önlerindeki dosyalarla meşgullerdi. Zeynep yeni geldiği için ayaktaydı. Kendisine daha otur dememişlerdi. İçerideki ortam yapılan görüşmeler dolayısıyla giren çıkandan olsa gerek sıcak ve havasızdı.
Masanın tam ortasında oturan, saçları iyice ağarmış ve düzgün kesilmiş, hafif tombul baharı anımsatan elbiseleriyle Sarp Bey, biraz daha masaya yakınlaşmasını istedi. Sonra da “Buyurun, oturun.” dedi.
Zeynep’in yüzü kızardı, avuçları sırılsıklamdı şimdi. Çantasını nereye koyacağını bilemedi. Kendini rahatlatacak telkinlerde bulunuyordu. “Sonuçta buraya başvuran ben değilim. Bir ışık görmüş olmalılar ki binlerce insanın arasından onlar çağırdı. Sakin ol otur yerine.” diyerek gösterilen koltuğa oturdu, ilk soru geldi.
“Zeynep Hanım, beş senede dört iş değiştirdiğinizi okuduk. İlk üçünde birer yıl çalışıp dördüncü iş yerinizde hayli sebat etmişsiniz. Bu geçirdiğiniz iki yıl sizin için bir rekor olmalı. Ne dersiniz?” dedi.
Mayıs ayı zemheriye döndü. Böyle bir sorunun gelebileceğini düşünmüş ancak bunun ilk sorulardan biri olabileceğine ihtimal vermemişti.
“Efendim önce kendimi tanıtmama izin verseydiniz. İlk iş yerimin kısa sürede kapanması nedeniyle çıkmak zorunda kaldım.” dedi ki bedenini bir hipodermi nöbeti sarıp sarmaladı. Bunu fark eden odadakiler sıcak bir şeyler iyi gelir bağlamında birer kahve söylediler.
İmdadına yetişen bu kahve her şeye değdi. Kaldığı yerden devam etmeye başladı. “Efendim biliyorsunuz ki istatistikler; ülkemizde aile şirketlerinin ortalama ömrünün iki yıl ile sınırlı olduğunu söylüyor.”
Görüşmeyi yürütücü Sarp Bey gözlerini Zeynep’e dikerek; “Sanırım bu veriler yeniden revize edilmeli.” dedi ve küçük bir gülümseme dudağına yayıldı.
“İkinci iş yerimden aile şirketi olması münasebetiyle askerden gelen bir akrabanın yerime istihdamı nedeniyle ayrıldım.”
Zeynep yer değiştirmelerin kendinden kaynaklı olmadığını aksine profesyonel yaklaşımların sergilenemeyişinden olduğunu anlatmaya çalışıyordu ancak ne dese faydası yok gibiydi. Nefessiz kaldığını hissetti. Bunu fark eden Sarp Bey, “Su ister misiniz?” dedi. Sorun su değildi bir es geçmekti. Bu sürede düşüncelerini yeniden kafasında toparladı.
“Bu işler ahbap çavuş ilişkileriyle olmakta diyorsunuz yani? İşin abecesi değil mi?” İnternete bıraktığınız öz geçmişiniz hayli etkiliydi. Böylece biz bu ilişki biçimiyle değil sizi, sizin anlatımınızla dinlemek için çağırdık buraya.” dedi.
“Evet, üçüncü iş yerim aslında ortam ve pozisyonum açısından çok iyiydi. Doğrusunu söylemek gerekirse işçi bayramına katılmak için izin aldım. Bir yöneticinin hoşuna gitmedi. Bana iyice bilendi, fırsatımı kolluyordu. Bir süre sonra ikide bir laf atmalar derken yine aynı ay içinde idam edilen üç genç için ağza gelmedik laflar edince kendimi tutamadım düşüncelerimi aktardım. İş yerinde bu tür yorumların yapılmasının doğru olmadığını da söyledim. O da “Yeri olup olmayacağını sizden mi öğreneceğim?” diyerek benimle sözlü bir tartışmaya girdi. Bir süre sonra da zaten çalıştığım işi sevmekle birlikte o kişiyle aynı ortamda olmak istemediğimden ayrıldım.” dedi.
“Sizi bu kadar yaralayan işten ayrılmanıza neden olan şey ne olabilir ki?”
Zeynep önce şaşırdı. Sonra masada bulunanların yüzüne dikkatlice baktı.
“Tamam, bu soruya yanıt vermeyebilirsiniz hanımefendi.”
Zeynep kendini bir anda hâkim-savcı ilişkisi içinde sanık sandalyesine oturmuş birisi olarak gördü.
“Hımmm. Evet, evet... Peki ya sonuncusu? Oradan ayrıldığınızdan beri yaklaşık dört aydır çalışmamışsınız...”
“Evet, çalışmadım. Çalışamadım. Çünkü her şey sizin devasa bitkileriniz kadar yapay geliyordu. Kendime olan tüm inancımı kaybetmiştim. Dereceyle kazandığım üniversitem, keyif dolu geçen okul yıllarım, eşimin ve arkadaşlarımın başarılarıma olan bağımlılıkları ve içinde ‘ben’ olan her şey önemini yitirmişti. Size hiç olmaz mı? Bazen zor dönemleriniz olur. Ama bilirsiniz ki önemli olan yeniden ayağa kalkıp ‘Ben de varım.’ diyebilmektir. Hem dört ay insan haytında nedir ki?”
“Son iş yerimde mutsuzdum. Yöneticimin her sabah 11.00 gibi ofise gelişini, saatler süren öğle yemeklerinden sonra dönüp bana o hafta sonu da çalışacağımızı, sorumsuzluklarının sonuçlarını bizlere yüklemesini bir süre sonra kaldıramadım. Bir buçuk sene boyunca üç gün bile izin alamadım. Haftanın her günü fazla mesai yapmak ve bunun maddi ya da manevi karşılığını alamamak yordu beni. Ayrıca dedikodu ortamına da ayak uyduramadım. Herkesin birbirine ismiyle hitap ettiği ve başlangıçta benim çok sıcak bulduğum bu ortamın aslında kaynayan bir kazan olduğunu fark ettiğimde ise hayal kırıklığına uğradım. Birbirlerinin önünde hiçbir şey olmamış gibi ama arkalarından hoyratça konuşmalarından hoşlanmadım. Ve kariyer olanakları konusunda başlangıçta verdikleri sözlerine de sadık kalmadılar. Geleceğe ilişkin iyi bir şey göremediğim için buradan ayrılmaya karar verdim.” derken boğazı iyice kurudu. Tekrar bir içecek istesem ayıp olur mu diye düşünürken masadaki yarı dolu çay bardağına gözü takıldı. -Ah şöyle demli güzel bir çay ne iyi giderdi diye iç geçirdi.
Görüşmesini bitirmeden de iş deneyimlerini, başarılarını, aldığı liderlik eğitimi, çeşitli şirketlere sunduğu verimliliği artırma projelerinden bahsetti. Anlattıklarının onları ne kadar etkilemiş olabileceğini hesaplamaya çalıştı.
Sarp Bey koltuğundan hafifçe doğrularak “Yürüttüğünüz projelerde teslim tarihine ilişkin sadık kalamadığınız durumlar oldu mu acaba? Bir gün içerisinde aynı anda birçok işi yapmak zorunda kaldığınızda; işlerinizi nasıl organize ettiğinizi anlatabilir misiniz?” diye sordu.
Zeynep tam yanıt verecekti ki, ağzından çıkan sıralı cümlelerle tamamlamaya çalıştı soruyu. “Biliyorsunuz bizim gibi kurumsal firmalarda iş etiği her şeyin öncesinde gelir. Bu konu bizler için son derece önemli. Tabii sizin için de olmalı…”
Sorular soruldukça Zeynep ne anlattığının farkında olmaksızın sürekli gibi konuşuyordu. Karşısındakiler pek dinliyor gibi görünmeseler de arada not alıyordular. İşte en kritik soru olsa gerek. “Kendinizde gördüğünüz ‘gelişmeye açık’ noktalar nelerdir acaba?”
“Nasıl başlasam. Anlatacağım o kadar çok şey var ki... Ben sorgulamayı seven bir insanım. Lütfen yanlış anlamayınız. Bunu kendimi sevmediğimden değil aksine sevdiğimden yapıyorum. Örneğin kendime göre yeterince girişken değilim. Bir de hislerimi hiç saklayamam. Oysa iş hayatınızda yüz ifadeniz ve ses tonunuz son derece önemlidir, bilirsiniz. En kötü anlarınızda bile sesiniz ve duygularınız kontrol altında olmalı, bir iş görüşmesinde bunların söylenmemesi gerektiğinin de farkındayım. Daima mükemmeli arayan bir yapım var. O nedenle üstlendiğim çok küçük bir işte bile kusursuz olana dek çalışırım. Bazen bu huyum ekip çalışmalarında herkesten çok sorumluluk almama ve daha çok yorulmama yol açar. Ancak böyle anlarda kişileri yaptıkları işleri konusunda doğru yönlendirmem gerektiğini bildiğimden vazgeçmem. Kendimi bu konuda giderek geliştirdiğimi de hissediyorum. Devamında biraz zaman alıcı olsa da işler kendiliğinden yola giriyor. Bir bakıyorsunuz ki çok güzel hoş ve bazen de nefes kesici şeyler ortaya çıkabiliyor. Gerçi söylemden ziyade uygulama içinde buna tanık olmak benim için en anlamlısı.” Bu kez mülakatta kendisi değilmiş gibi karşısındakileri izlemeye başladı. Gözlerin kendisine dikildiğini, bu gözlerden ne anlam çıkarılması gerektiğini, beğenilerinin sonuç için yeterli olup olamayacağını anlamaya çalıştı?
Ve bir soru daha “Zeynep Hanım... Evlisiniz sanırım... Çocuk düşünüyor musunuz? Biliyorsunuz burada sizinle çalışmaya başladığımızda ilk yıllarınız çok yoğun ve yorucu geçecek. Bu anlamda doğum izni gibi mazeretler önem arz edecek. Takdir edersiniz ki bunu bilmemizde fayda var.” denildiğinde... Zeynep’in gözü önce parmağına sonra karşısındakilerin gözlerine dikildi. Eşiyle bile bu konuyu konuşmamışken kendisine böyle bir sorunun yöneltilmesine ve buna hazırlıksız yakalanmasına ne yanıt verilebilinirdi ki? Kendisini çabuk topladı.
“Çocuk mu? Şimdi değil belki ilerde. Şu an sadece işe girip çalışmanın dışında bir şey düşünmüyorum. Gelecekte üzerinde düşünmem ve karar vermem gereken bir süreç.” dedi. Görüşme bittiğinde kendinin de bittiğini düşündü. Bu ağır sorular onu ezmişti. Kendini sokağa zor attı.
Biraz nefes almak için cadde boyu yürümeye başlayınca gözü billboardlardaki afişlere takıldı. “Dünyadaki tüm bebekleri biz giydiriyoruz.” Altında “Dünyadan habersiz” olan bu bebeklerin tüm içtenliği ile gülümsemeleri. En altta ise başvuru yaptığı firmanın kocaman harflerle yazılmış adı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.