Suskunluk
Yıllar önce... İlk tayin yerimizden ayrılacağız. Benden yaşça epey büyük ve hayat tecrübesi kat kat fazla, ne kadar yakın olursak olalım geçmişindeki bazı karanlık noktaları paylaşmaktan imtina eden,bazı şeyleri hissettiğimi hissetse de o mecralara girmekten uzak duran, çok susup az konuşan, çevremizdeki herkese mesafeli ve çevremizdeki herkesin çekinme ile saygı arasında bir yerlerde konumlandığı, sanırım dost kavramının tam karşılığı olan o güzel insanla yan yana oturuyoruz.
Susuyoruz.
Oysa birbirimize söylemek istediğimiz bi’ dünya şey var.
Gözlerimiz, sığındığımız ahşap evin halılarında, kanepelerinde, duvarlarında geziniyor. Bu sonsuz sessizliği bozmak adına elimi çantamın içine sokup, sabah onun için aldığım altın kolyeyi çıkarıp uzatıyorum.
Çoğu zaman gergin ve mesafeli duran yüzü gevşiyor, sanki bir mahçubiyet düşüyor bu sefer gözlerine.
" benden bir hatıra olsun istedim" diyorum. Ne yapacağını bilemiyor bir süre, sonra o da çantasına uzanıyor ve kalp şeklinde bir anahtarlık çıkarıyor içinden. Kıymetli bir şey değil ama benim için değerli, diyerek uzatıyor.
O kısa diyalogun ardından sessizliğimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Sanırım aklımızdan yaklaşık üç yıl boyunca paylaştığımız acı, tatlı, komik, gergin bir sürü anı geçiyor.
Sanki bir daha görüşemeyecekmişiz gibi mahzun, buruk bir halde, "ayrılık sahnelerini hiç sevmem" modunda bu anın sonlanmasını bekliyoruz.
Yakından uzağa doğru gidiyor zihnim.
Gecenin bir yarısı sokağa çıkmışız, lapa lapa karın altında deliler gibi koşturuyoruz.
Kar topu oynamaktan oldum olası haz etmeyen ben, gülmekten katılarak yalvarıyorum "atmayın n’olur" diye.
Yerlere düşüyoruz, yuvarlanıyoruz; ellerimizi hissetmez hale gelince düşe kalka evin yolunu tutuyoruz.
Bir ramazan günü. Evsizliğimden dolayı başka arkadaşlarımın barakasında kalıyorum. Araya gerilen perdenin arkasındaki yatağımdan kalkamayacak kadar hastayım. Arkadaşım iftar sofrasını hazırlamış, ailecek beni bekliyorlar. Oysa kafamı kaldırmak bir yana, konuşamayacak kadar güçsüzüm.
Nerden, nasıl haber aldı bilmiyorum. Nane limon kaynatmış, içiriyor ve bir yandan söyleniyor " defalarca söyledim gel bizimle kal diye, kalkar kalkmaz bize gidiyoruz."
Dediği gibi kendime gelince valizimi toplayıp beni "onlara" götürüyor.
İnançsız olduğu halde her gün mükemmel iftar sofraları hazırlıyor benim için. Tüm ısrarıma rağmen evde sigara içmiyor ezan okunana dek. Kendimi borçlu hissetmekten nefret ediyorum. Farkına varıyor ve bir gün soruyor " seni ilgimle çok mu bunaltıyorum?"
Bunu ona açıklayamıyorum, "aşkolsun"larla geçiştirmeye çalışıyorum.
Okul çıkışı gidecek bir evimiz olmadığı için parklarda sabahlıyoruz nerdeyse. Büyük ekran tvde yaşadığımız korkunç felaketle ilgili haberleri izliyoruz. Çayımızı, sigaramızı içerken sık sık tanıdığımız simaları görüyoruz ekranda. Merhamet duyulmasından rahatsız, nereye tayin isteyeceğimizi konuşuyoruz.
Yine başka bir ailenin yanındayım. Uzun bir süre deprem yaşamayacağımızı düşünürken tekrar sallanıyoruz. Bu kez nereye saklanmamız gerektiğinin bilinciyle hareket ediyoruz.
Sarsıntı durduktan hemen sonra üçer beşer indiğimiz merdivenlerden doğruca, o güzel insana koşuyorum.
İlkini yaşamadığı için bu sarsıntı onu müthiş korkutmuş. Birbirimize sarılıyoruz.
Bu sefer ben diyorum "seni hiç bir yere bırakmam, annemlere gidiyoruz."
Yine yollar, yine korkular, yine süresiz ara verilen okul...
"Çok seveceksin" diyor ve bir kitap uzatıyor. Ahmet Altan’ın Geceyarısı Şarkıları. Çok seviyorum gerçekten.
Başka bir gün bir kaset uzatıyor: Mariah Carey - rainbow.
Sabahladığımız günlerde kitaplardan, okuldan, insanlardan konuşuyoruz.
Kendisi dışında her şeyden konuşuyoruz. Keşke anlatsa diyorum, ne yaşamış olursa olsun onu yargılamayacağımı bilse. Ama o öyle işte.
Tayin isteyecek olan bir sürü arkadaş sırayla birbirimizin evlerinde buluşuyoruz.
Kimimiz içiyor, kimimiz oynuyor, kimimiz bir kenara çekilmiş düşünüyor.
Zil zurna sarhoş olmuşlar. Bizimki sinirlenmiş yine birilerine. Herkesi odadan kovuyor. Tam çaktırmadan çıkacakken "sen gitme lütfen" diyor. Bir an herkes bana bakıyor.
Sonra ağlıyor. Neye ağladığını bilmiyorum. Galiba hayatın anlamından, anlamsızlığından konuşuyoruz bir süre.
Ölüm benim için bilinmeyene açılan kapı, onun için hiçlik.
O beni, ben onu avutmaya çalışıyoruz.
İkimiz de korkuyoruz farklı nedenlerden.
Sonra yine susuyoruz.
Hep susuyoruz konuşmak isterken.
YORUMLAR
insan susabilecegi birini ne kadar çok özlüyor
ne güzel gelişmiş içindekiler
...
deniz-ce
Her biri ayaklandı anıların. Dünden beri hep aklımda.
deniz-ce
Haklısın, insan en çok sustuklarında gizli.
Dokunuşun, mutlu etti.
Sevgiler.
Halâ görüşüp görüşmediğinizi çok merak ettim Denizcem.
Böyle değerli insanlar hayatımıza kısacık da olsa dokunduğu için öyle şanslıyız ki.
Çok duygulandım yazıyı okurken, ne güzel kaleme almışsın anılarını o güzel anlarınızı.
Tebrik ediyorum, sevgiler.
deniz-ce
Yurtdışında yaşıyor ve çok uzun yıllardır görüşemedik.
Hayatımdaki dokunuşları çok değerlidir. Ondan öğrendiğim çok şey var gerçekten.
Sevgiler Hicranım.
Suskunluk da paylaşılabilir bir şeydir pekâlâ... Asıl mahâret de bu belki; herkes konuşurken susup iç sesini dinletebilmek...
Cok güzeldi Deniz-ce'm; devamı gelecek sanki; değil mi?
deniz-ce
Aynur'un foruma yazdığı bir cümle götürdü beni geçmişe.
O güzel dosta.
Nasıl yazdım, ne yazdım çok da dikkat etmedim aslında. Aklıma gelenlerin bir kısmını öylece yazdım sadece.