Mut
Tanımadığı yüzlerce simanın arasında kulağındaki zımbırtıdan yayılan müziğin sesiyle sarhoş olmuş, coşku içinde geçiyordu. Zihninde kemirgen düşünceler oynaşıp duruyor, karıncalar gibi oradan oraya git gel yapıyordu. Fakat bu vızırtılara da kıyısından yürüdüğü otobanın gürültüsüne karşı yaptığı muamelenin aynısını yapıyordu: gözünün tersiyle onları kenara itiyordu. Çevresinden akıp giden hayata karşı kendisini kenara çekmek konusunda yıllardır ne yapıyorsa aynısını yapıyordu: müzik dinliyordu. ’ yazıklar olsun yetenekle değil de markayla ya da arkayla iş çevirip toplayanlara oğlum aslında şampiyon olabilirim be bu defa başaracağım neden olmasın adamın ayakkabısı da çok fenaymış dost başa düşman ayağa yoksa ben düşman mıyım ne alaka oğlum ya ’Sol kulağının yıkanmamış çukurundan kulaklığının sol parçasını çıkardı. Gerisinde kalan sivil kıyafetli bir öğrencinin yanına yaklaştı. ’ Kardeşim , metro ne tarafta kaldı.’ Kulaklığı yerine oturttu. Karşıdan sola döndü. Mekanik bir şekilde ürüyen merdivenlerden yürüyerek aşağıya doğru indi. Sol tarafa döndü. ’ Burası Tavşantepe. ’ Sağa yöneldi, sarı bir çizgi buldu kendine, kıyısına geldi ve dikildi. Raylar boştu. Sağ kalçasının üzerine doğru abandı. Sağında oynaşıp duran sevgililere baktı. İştahı kabardı. ’doğru mu yanlış mı bu, bir yer bulmaya uğraşmak ’ soluna döndü. Ellerine deri bir eldiven geçirmiş 165 minyonluk bir sarışının lokum gibi poposuna baktı. Sol yanağının içindeki yumuşaklığı yanağı şişmeyecek şekilde diliyle okşadı. Tekrar sağına döndü. Sesler metrodan önce geldi. Sesinden sonra metro göründü rayların üzerinde. Yürüyen bir buton pastaya benzetti. Böğürüyordu. Kulak tırmalıyordu. Kimi kaşlar aşağı inerken kimileri gürültüye aldırış etmeksizin yerinde duruyordu. Makinist giderek yavaşlayan metroyu yuvasına oturttu. Kapıları iki yana doğru açtı. Sarı çizgi bekleyengillerin içeri üşüşmesini ve koltukları doldurmasını bekledi. Kapılar kapandı. Hadi gidelim. Kendisine oturacak bir yer bulduğu için memnun bir ifadeyle yerine kuruldu. Karşısında fit vücuduyla bir delikanlı elinde katlanabilir türden bisikletiyle ayakta bekliyordu. Ayrıntılara düşkün gözleriyle bisikleti inceledi. Bisikletin mavi gövdesine, çıkıntılarla bezeli tekerleklerine ve direksiyonundaki parçalara uzaktan bir bakış attı. ’ bende bir yolcuyum nereden gelmişim nereye gidiyorum sorgulamıyorum bütün tırtıllara özgürlük istiyorum ben dahil küçükken bisiklete binmek istediğimizde yanımızda birinin olmasını ve bir yere kadar bize eşlik etmesini isteriz her şey yolundadır bisiklet zeminde sabun gibi kayıyordur sürmeyi öğrenmişiz gibi gelir ta ki bize destek olan kişi ellerini üzerimizden çekene kadar ellerini çektiği anda kendimizi birdenbire yerde buluruz bisiklet düşmüştür bizde onun tersine çünkü bizi destekleyen eller üzerimizden çekilmiştir ve bisikleti süremeyeceğimizi düşünüp kendimizi hemen yere atmışızdır tek başımıza bisikleti süremeyeceğimizi düşündüğümüzden her şey boka batmıştır o destekleyici elleri her zaman aramışızdır’ Karşısındaki bisikletlinin sağına bakar, soluna bakar, dizlerinin üzerine eğilir. Pek de geveze olmayan çenesini ellerinin üzerine bırakır. Kulağında müzik aklında karmakarışık düşünceler metronun hızıyla ilerlemektedir. ’ metro büyük nimet ’ Başı ellerinin üzerinde sağında ve solunda kimi oturan kimi ayakta duran tanımadığı onca insana baktı. ’ bütün bu insanlar benim parçam mı yani hepsi, herkes benim başka bir suretim mi ’ çok küçük bir ’ Ne büyük sıçmışım ’ dedi. ’ bu kadar akıllı budaklı mıyım bunca kalabalık bunca çeşitli bunca neşeli bunca hüzünlü bunca sessiz bunca gülümseyen , kovgun, unutulmuş, kırgın, dargın, barışık, dırdırcı, boş, geveze, olumlu olumsuz hem her şey hem de hiçbir şey miyim bilmediğim şeylerden ibaretim ’ Başını hemen solundaki gümüş renkli direğe dayadı. Gözlerini kapadı. İçinde ki flu coşkuya takıldı ama umursamadı her zaman ki gibi anlık bir şey olduğunu ve geçeceğini düşündü. Başını kaldırdı ve ekrana gözlerini dikip ’ Kadıköy’ e ’ geldiğini görünce ayağa kalktı. Kapıya doğru yaklaştı. Metro durdu. Kapı hafif bir şekilde sağ ve sola süzüldü.’ kapılar, pencereler, perdeler ’ Önünde ilerleyen insanların ardı sıra ilerleyerek yürüyen merdivenlerden çıktı. Doğruca deniz kenarına gitti. Bir bank bulup oturdu. ‘’ bank bank bank en patlayan haliyle ‘’ Sigarayı bırakmak istiyordu. Sigarasız da sabah olmuyordu. Kalktı en yakın büfeye doğru ilerledi. Bir paket Murattı aldı ’ sigaram murattı yaşadığım hayattı ’ jelatini söküp havaya bıraktı. Rüzgar jelatinin kulağından tuttu ve ait olmadığı bir yere savurdu. Bir dal çıkarıp az önce oturduğu banka gidene kadar bitirdi. Bankına geldi ve az etli kıçını banka bıraktı. Ayak ayak üstüne attı. Balkonda rüzgarla oynaşan çamaşır misali salınan denizin yüzeyine baktı. Denizin yüzeyinde oluşan gümüşi parlaklığın kaynağını aradı. Tam karşısında bir ışığın uzantısıydı bu! ’ ben de senin gibiyim uzanıyorum ’ O esnada hemen önünde plastik bir çay bardağı rüzgarla kendi çevresinde dönüp duruyor ; çevresinde duran bir kaç izmaritten bir tanesi, en yaramazı debelenerek gidip bir çukurun içine düşecekti. Yuvasına yanaşan bir gemi böğürerek demirleyecek ve yukarılarda bir martı kendini rüzgarda serbest bırakacaktı. Gözler tüm bu olanları emip kafanın içine akıtınca bizimkinin kafasında çoktan bir şiir peyda oldu. Bu şiirde diğerleri gibi unutuşun siyah denizinde yerini alacaktı. Yazmak gibi bir alışkanlığı yoktu. Uzun zamandır ‘’edinilmesi gereken alışkanlıklar’’ listesindeydi Aklına çok güveniyordu fakat aklı her zaman ki gibi onun şimdi de yüzüstü bırakmıştı. Ölü kalması mukadder bir şiir, kıpraşan bir deniz, bağıran gemiler, çifte aşıklar, sokak müzisyenlerinin keder ve neşe karışık iniltileri, midye satıcıları ve diğer keşmekeş numuneleri onu yanında oturan kızdan ateş istemeye yöneltti.
Elinde ki beyaz tenli bir adet Murattı tanesini göstererek ’ Pardon, ateşiniz var mı ’ dedi. Dalgalı siyah saçları olan deri montlu kız ’ ne yazık ki yok, ben de sizden isteyecektim ’ demesine karşılık hayal kırıklığı içinde ’ Hadi’ dedi. ’ madem isteyecektin neden söylemiyorsun. ’ Ayağa kalıp ayaklarını suya doğru uzatmış bir çiftin erkek tarafından ateş istedi. Geldi. Oturdu. Ateşi kıza uzattı. ’ Buyurun, ateş ’ Kıvırcık, incecik beyaz parmaklarıyla ateşi aldı ve tebesümkar bir teşekkürü rujsuz dudaklarının dibine ekledi. Hadi muhabbet başlasın. Memurmuş. Gıda Bakanlığı’ nda çalışmak için yeni gelmiş. Beşiktaş’ ta ablasında kalacakmış. Ankaralıymış. Bizimkisi için Ankara çok şairane bir şehirmiş. Melankolikmiş. Bir dönem Ankara’ da yaşamış. Kızılay’ daymış , sokaklarda kaymış ’ Ankara’da deniz yok, denizin yanına geldim Ankara yok’ Hayat işte zıtlıklarla kaim’ dedi bizimkisi. Böyle böyle muhabbet ilerledi derken ‘’ araba çoktan yanaşmış kapı açılmıştı.
’ Buyurun bir çay içelim’
’Hayır, teşekkür ederim , arkadaş gelecek.’ Kız onca deniz köpürmesi ve çene sonrası kıvırcık saçlarını alıp gitti. Kız gitti. Bankta tek dal kalmaya devam etti. Hayat bir yolculuktur: kabul ediyorum. Nasıl bir yolculuk. Görecelidir. Kişiden kişiye katmeri artan bir yolculuk. Olup öleni var, ham kalıp öleni var, eksik kalanı var, bütünleneni var. Var oğlu var! Eksile eksile tamamlanmak durumu da var tabi. Şimdilik neresindesin Mut. Bankındayım ’ O an sokak kenarlarında sabun köpüğü yapıp havaya salan bir satıcının dudak hareketleri canlandı gözünün önünde. Elinde ki aleti sabun köpüğüne yavaşça daldırıp havaya kaldırıyor. Gökyüzüne doğru tutup iki dudağı arasında oluşturduğu küçük bir delikten mum söndürür gibi üflüyor ve incecik tabaka gittikçe şişiyor, şişiyor , şişiyor ve birden çıktığı çemberden kopuyordu. Koptuktan sonra cam gibi parlak yüzeyinde oluşan gökkuşağı deseniyle birlikte havada bir müddet asılı kalıp sönmesine neden olacak katılığa çarpıp sönüyordu. Yaşamda böyle bir parlayıştan sonra oluşan patlamadan ibaret. Ne kadar sabun köpüğü gibi olsa da ben hala bu kıvama gelmedim. Benim derin yarıklarım var. Benim derin köklerim var. Keşke sabun köpüğü gibi giderek hafifleyebilsek; ama öyle bir duruma geliyor ki insan kimi zaman kendini içi su dolu bir balon gibi hissediyor. Zamanın kursağına öylece , bütün ağırlığıyla oturup sonra içine minik, siyah, eğik, dik, büyük, küçük harfler dolduruyor. Bakmışsın destan olmuşsun ama köpük çoktan patlamış. Biz doğar doğmaz. ’ Kalk git oğlum, deniz köpüğünü patlatmadan kalk git’ dedi ve geldiği yöne; yürüyen buton pastasının kremasından tatmaya gitti. ’ Zehra! Vay be bu kızın adı da Zehra! Tesadüf mü tevafuk mu ? Gel de çık işin içinden. Ne tevafuğu olum be tatlı bir tesadüf işte o kadar kandır sen kendini kandır ’
01.12.2017 ( İstanbul)