- 568 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR BANKA REKLAMININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Bir banka reklamında ıssız adaya düşmüş olan Robinson Crusoe’yu Erdal Özyağcılar, yerli karakter olan Cuma’yı ise Beyazıt Öztürk canlandırıyordu. Issız ada motifini görür görmez banka reklamının verileceğini anlıyorduk.
Hemen herkesin bildiği deyim atasözü, motif gibi şeylerden yararlanmak basit bir reklamcı numarası...Her iki karakterin de senaryoya uydurulduğu reklamda Özyağcılar ile Öztürk’ün en son rol aldıkları filmlerde oynadıkları tipleri tekrar etmeleri ise bir başka numara.Dönem neyi gerektiriyorsa,izlenme oranlarını ne yükseltiyorsa reklamda da o! Ama asıl numara her zaman parayı veren, reklamı yaptıran ile onunda içinde yer aldığı kapitalist-emperyalist sistemde. Çünkü reklamı yaratan da o. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sanat ve edebiyattan-sanat içinde en çok şiirden-beslenen , şapkadan tavşan çıkarmak dahil türlü numaralara sahip bulunan reklamcılık, ahlaki açıdan en çok sorgulanması gereken sektörlerden biri durumundadır.
Gelelim Daniel Defoe’nin Robinson Crusoe’yu ve maceralarını anlatan kitabına...
’Bir denizcinin kendi kaleminden, deniz kazası ile düştüğü Amerika sahillerindeki ıssız bir adada 28 yılını geçirirken yaşadığı serüvenler ve korsanlar tarafından kurtarılmasını anlatıyor. Kitap bir maceracının başına gelenleri anlatırken bir yandan da asıl olarak Batı’nın ve Batı insanının Doğu’ya bakışını, sömürgeciliğini bütün yönleriyle anlatmaktadır. Nitekim Robinson, Batı’nın sömürgeci düzenini belli başlı tüm kurumlarıyla ıssız adadaki son üç yılını birlikte geçirdiği Cıma üzerinde kurar.1917 yılında basıldığında bir yılda dört baskı yapan Robinson Crusoe, o günden bu yana dünyanın pek çok ülkesinde sayısız kere basıldı;yeniden ve yeniden basıldığı her yere de İngiliz sömürgeciliğinin ve şovenizminin ideolojisini taşıyıp durdu.
Kitaptakinin tersine reklamda egemen düzenin, kapitalizmin temsilcisi duırumundaki kişi Cuma’dır. Dizi şeklinde çekilen reklamın sonraki bölümlerinde Cuma’yı paradan para yapan-para alan para satan- bir girişimci/simsar olarak görürüz. Bu döneme, yürürlükteki toplumsal düzene de son derece uygun düşmektedir.
Çünkü, yürürlükteki toplumsal düzen, üretmeyi değil tüketmeyi, yapmayı değil yıkmayı, satılabilecek ne varsa satarak elden çıkarıp sanal dünyalar satın almayı desteklemekte, teşvik etmekte, kredilendirmektedir. Şimdi bu durumda bizim sesimizi bize satan cep telefonu, banka, otomobil ya da bir sürü başka malın reklamlarının yolumuzu kesen kapkaççıdan;bırakalım büyük şehirleri, küçük kasabaları bile birbiri ardı sıra istila etmiş bulunan büyük alışveriş merkezlerinin biz cambaza bakarken ceplerimizi boşaltan yankesiciden ne farkı var?
Her şey biraz daha işsizleştirmek, yoksullaştırmak, köleleştirmek için değil mi?