- 589 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ASALETİN SOLGUN YÜZÜ...
Yakut düşlerimi bozdurmak istiyorum ve aşk perhizine girmiş dünyanın bilinmedik coğrafyalarına uzanmak istiyorum.
Şaibeli ölümleri; şık sevdaları ve yalancı aşkları soluyan bir evren.
Kanıksadıklarımdan çıkıp da yola…
Kaydıkça eksenimden…
Zaman aşımına uğramamış olmayı dilediğim bir döngü kısaca.
Edimlerde saklı hangi zihniyet ise ve kel başa şimşir tarak bellediğim şu sefil cümleleri kurma zahmetine katlanıyorum uykudan birkaç saat çalıp.
Çalıp çaldıracağım ne kaldı ki kuru can’ımdan başka?
Sözsüz bir gün geçmiyor ne de olsa çalçene bir yorgunluğun müridiyim. İstiflediklerimi serdiğim o gönül rahlesi ve pekişen öngörüler: biraz ben gibi biraz da ben özürlü belki de tıknaz bir gölgeyi nimet bilip de yakasına yapıştığım sonra da kendimi alamadığım bir nöbet.
Şiirler istila ediyorsa benliğimi ya da şaibeli bir şarkı ise kulağıma eşlik eden ve netice itibariyle günün nabzını tuttuğum sayılı dakikalar.
Maruzat bellediğim değil de sevecen bir yürekle nöbete durduğum.
Metazori bir sevgiden ne gibi bir kazanımım olabilir ki?
Ya da ihlal edilen sınırlarıma nasıl bir engel koyup da ben, ben olmayı erteleyip kaçkın ve kayıp bir zamir olabilirim?
Zamirlerden de emir kiplerinden de muzdaripim: aslında en çok da kendimden belki de kendimi sevmekle başlayıp kendimden sıkıldığım ve darağacına astığım cümle birikintisi.
Ziyandayım belki de. Zararı yok.
Solumdayım bir ömür: ne gelen var ne de giden.
Sağdan başlayıp saydığım ve ilk adımımı Besmele ile attığım ve her Allah’ı andığımda başımın dertten kurtulacağını ümit ettiğim.
Zamkla yapıştırdığım ne çok kırık oysaki senede iki fasıl dekorasyonunu ve evini yenileyen insanlar iyi de benden bir tane yok ki.
Köhne bir mutluluğa gıpta etmeden, derli toplu bir sevdayı da lav etmeden.
Israrcı belki de en çok kendini kandıran.
Yansız ama en çok da muhalif biriktiren.
Bir göle maya çalıp bir de yorganını pire uğruna defalarca yakan…
Davulun sesine de hayran ne çok insan aslında sunumunda hayallerin en tehlikeli silah iken duygular…
Şuh bir sevinç ısmarlayabilirim ya da dokunaklı bir tebessüm kondururum gamzesi kayıp bir şehre düşerken yolum ve İstanbul kadar da sıra dışılığın özentisine geçirdiğim o kılıf ile içli dışlı.
Bir z/amir olabilirim belki de amiri olmayan bir bölük.
Bir sancı da olabilirim: aklın soykırımında, devranın duyulmayan tınısında belki de dandik bir cümle ısmarlarım şehrin kıtalarına uyan, şiirin yakalarına iliştirdiğim.
Günsüz bir hüzün olsam ne çare?
Gecesi olmayan bir şiir isem ne ala!
Derdime düşkün bir gösteriş budalası olsam da mı mutluluğun çığlıkları kulağımı tırmalasın?
Suskunluğun ilahını yaşamış biri olarak, vazifelerime de düşkün hatta aykırı bir ruh iken konduğum şu beden… dingin söylemler biriktiren bir öğretmendense öğrenciliğin doyumsuz mutluluğu sonra da peşine takıldığım bilginin fıtratı.
Kem küm ederken ya da dırdırı çekilmez bir yaşlıdan arda kalan o hırka mı yoksa huzuru giyinmek adına sıkı fıkı dost olduğum yalnızlık: aşkın da çivisi çıktı diyenlere ikazım belki de; aşka âşık bir yoksunlukla şerh düşmeyi görev edindiğim her düş.
Bir boylamdan çıkıp da yola enlemin erdem; sözcüklerin yorgun; yüreğin de delik olduğu hani su sızdıran bir bidon gibi sevgiyi damıtan sonra da hüzne sırılsıklam âşık.
Nemalandığım kadar ya nasip, demekle şükrettiğim sonra da uzamında duyguların, hasbıhal ettiğim cümlecikler.
Kondurduğum busemi bile çalanlara sözüm. Kaydırağım hangi şiirse denk düştüğüm o boyutsuzlukta bir de minaresini çalan hırsıza da sitemim.
Oh olsun diyenlerin nazarında büyüyen şiir eşkâlleri; süzgün yüzünde asaletin hırpani bir mutluluk saklı belki de belli belirsiz, sonra kanadı olmayan bir kuşu sahiplenip, yüreği olmayan bir bedeviyi de sorgularken kader.
Düşün düşün, demenin ötesinde duyumsamakla titrinde hazanın en kalabalık yalnızlık mı yoksa dalından kopan yaprakların boykot ettiği nice ağaç sonra da kuru sıkı bir tabancayla Tanrı öldürürken yürek sesini kâfirden düşkününe kadar tabancanın kabzasına attığım her çentiği rahmet bilip de kaderden boyumuzun ölçüsünü almışlığımızın da en büyük hesabını yaparken melekler…
Zaman aşımına uğramak nasıl da olası belki de şakıyan yürek sesine konduğumuz sonra da uçmakla düşmek arasında serbest atış yaptığımız her yeni gün.
Günü derleyip güldüğümüz.
Gülmeyi unutup dertlendiğimiz.
Dertlendiğimizden fazlasını nasiplendiğimiz ne de olsa huzura tanıklık etmeyen bir gönülden fazlasına sahip olmakla yetinmek arasında gidip geldiğimiz.
Hangi şaibeli ölüm ise konuşlu bilinmeze ve hangi kayıp yürekse asılı kaldığı zulmün de neferi iken zalim isimli kederin yönergesi.
Zanların muteber dışı vasfı belki de zerre değeri yok iken gözümüzde, bir gıybet kurbanına rahmet okuduğumuz ve derken başımızı derde soktuğumuz her belayı bertaraf etmek adına dualara sığındığımız.
Göçebe bir aşk mı yoksa yüreğin daldan dala konduğu?
Görgüsüz bir sevda şiiri mi yoksa şairi henüz doğmamış?
Ya batmış güneşin de derdi tasasını yüklenmişken gece?
Sonra da uyutulduğumuz koylara konan deli fişek beyanlarından bilinmezin arakladığımız satırların minvalinde bir de fıtrata uygun yelek mi her huzuru andığımızda ve her göğe baktığımızda yüreğin hissettiği?
Sandık sandık hüznü katık yapıp da merhalesinde hazanın, en katıksız ve saf aşk masallarına inanmayı da vazife edinmişken.
Kim derdi ki… diyenlerin denmedik hangi cümlesini çalalım da hüzzam makamında bir şarkı olsun ısmarladığımız bu son beste ve güftesinden sızan hüzne de aldırış etmeden, yeniden bir tebessüm konduralım hayata hani olur da çalıntı bir mutluluğu çok görmez evren.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.