- 1030 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Dalgalara Karşı
Küçülüyor muydu şimdi yani? Kravatını çekiştirdi yularından kurtulmak ister gibi... Dizgin kimin elindeydi peki? İstediği kadar kurtulmaya çalışsın yularından, neye yarardı ucu başkasının elindeyse?
O daracık odada bir gıdım nefes çalmak istercesine yalvaran gözlerle pencereden görünen o maviliğe bakarken ne kadar da uzaktı ona...
Birkaç saat önce azar işittiği o adama ne kadar uzaktı peki gökyüzü? Birilerine bağırabilmen ölçüsünde yaklaşıyor muydu yoksa? O adam bol bol nefes çalabiliyor muydu ondan mesela? Böyle bir gizli anlaşma var mıydı?
Sevgi neredeydi peki bu anlaşmada? Azar yiyenler ve azarlayanlara göre değişiyor muydu anlaşma koşulları?
Yani o da elinde lalelerle gidebilir miydi sevgilisiyle buluşmaya? Gökyüzü o anlarda bir süreliğine de olsa yaklaşır mıydı aşklarına hürmeten? O uzaktayken ne anlamı olurdu ki bu lalelerin? Çok eğreti kaçmaz mıydı maviden ayrı, bir masada, nefessiz, solgun...
O zaman toprağından ayrı kalması çok fazla göze batmaz mıydı? Hâlâ yitmemiş kokusu, canlı renkleri sönmez miydi köksüz kalmış, can suyundan mahrum hâlini gördükçe? Birkaç saat önce amirinden azar işten bir adamın küçülmüşlüğünü mü haykırırdı yoksa?
Aynen köksüz bir çiçek gibi değil miydi o da şimdi? Elindeki bu laleler gibi susuz, nefessiz, solmaya mahkum... Şimdi ne deseydi kafenin bahçesindeki o masada kendisini bekleyen solgun yüzlü kıza?
Kokusunu, rengini yitirmeyecek miydi o da bu çiçekler gibi bir süre sonra? Birkaç saat önceki o küçülmüşlüğü, göğünden uzaklaşışı bir noktadan sonra girmeyecek miydi aralarına? O masaya avaz avaz bağıran, kırmızı yüzlü o adamı getirmeyecek miydi?
Hayır, aşk azar yiyenlere göre değildi. Bol gelen bir elbise gibi üzerine geçirildiği insana eğreti kaçıyor, şeklini şemâlini kaybettiriyordu. İçini doldurmaya çalışmak için çırpınıp duruyordun o zaman. Boşlukları dolduracak fazladan yanlar ekliyordun kendine. Hangi yanın sahici, hangisi dolgu ne sen anlayabiliyordun, ne karşındaki...
Üstelik zaten önceden var olan yanlar oluyordu, şimdi olmayıp da varmış gibi gösterdiklerin... Yaşamın seni tıkışmaya zorladığı kalıba girebilmek için törpülediğin yanlarını sevgilinin yanında apar topar yeniden kendine yamamaya çalışıyordun.
Kısacası olmuyordu yani. Âşık olacaksan aşka yaraşır bir hayat sürmen gerekliydi. Kahramanlara ihtiyaç duyardı aşk çünkü... Seven bir erkeğin güçlü kolları olmalıydı. Sadece fiziksel anlamda değil her yönden sarıp sarmalamalıydı sevdiğini.
Güçlüydü güçlü olmasına da... Dizgini başkasının elindeyken neye yarardı ki bu güç? Özgürce koşamayacaksa neden dört nala koşsundu ki?! Gideceği yerin neresi olacağı konusunda bir söz hakkı yoksa...
Ama şimdi başka bir yerdeydi. Masada onu bekleyen solgun yüzlü kızın pembeleşen yanakları bunu haykırıyordu ona. O gri bina çok arkada kalmıştı, içinde yaşanan her şeyle birlikte. Kapalı bir kutu gibi içinin bir yerlerinde saklıydı artık. Gökyüzü yine yaklaşmıştı, yüzünde o kutuya dair her ne varsa silip süpürmek ister gibi rüzgârını üzerine üzerine estirerek.
Köküne kavuşmuş muydu yani yeniden? Toprağı, suyu, güneşi, her şeyiyle içindeki o seven adamı yeşertebilecek miydi yine? O kutuyu yok sayıp içinde...
Sevdiği kıza yaklaşırken cevap da belirginleşmeye başlıyordu gitgide. Dalgalara karşı kürek sallayan bir adamla sevgilisi görünümünde... Evet, bu da bir çeşit dalgalara savaş açmak değil miydi? Aşkının içini dolduran her ne varsa bir yana atıp çok daha dar bir elbiseye sığışmak saatler boyu... Birazcık unutsa sığması gerektiğini o kalıba, biraz gökyüzü dilense hemen bedelini ödemek yediği her türden azarla... Hemen dışarıda bırakmak gökyüzünü...
Hayır, yanılıyordu kesinlikle! Aşk asıl tam da böyle bir adama göreydi. Küçülse, bir noktaya dönüşse de kimi zaman, o tohumu hep özenle saklayan gün boyu... İçindeki âşık adamı yeşertecek güneşine kavuşabilmek için büyük bir sabırla bekleyen...
YORUMLAR
Mavilikler
Ama bir yanımızı da özgür bırakmayı bilmeliyiz. Özel bir alanımız olmalı... İşte o alanda rüzgara karşı koyup yükselmenin lezzetini biz de tadabiiriz belki. Aşk da öyle alanlardan biri...
Yazımı beğenmenize sevindim. Teşekkürler :)
DemAN
Haklısınız hocam...
Elbete özel yaşam alanlarımıza sahip çıkmalıyız bu da duyarlılık gerektirir ve teknoloji egemen hayatımızda özelikle özgürlüğümüze ve aşka sahip çıkmalıyız ve uçurtmaları da unutmamalıyız...
teşekkürler