- 630 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BU DÜNYADAN NAZIM GEÇTİ
Bu dünyadan Nazım geçti. Nazım neydi? Bir sokak ihtilalcisi miydi? Elbette ki hayır! Bütün haksız ve mesnetsiz suçlamalara, cezalara ve hükümlere rağmen Nazım’ başından sonuna kadar, daima bu toprağın çocuğu olarak kaldı.
Nazım’ın gençlik hayatının 17 yılı hapisanelerde geçti. Bu toprağın yetiştirdiği büyük bir satçıydı. Gün geldi hapisane günleri bitti. Artık özgürdü ve ailesine ve sevenlerine kavuşmanın heyecanını ve bahtiyarlığını yaşıyordu. Şair serbest bırakılmıştı ama, daima bıktıran bir gözetim altındaydı.
Özgürlüğünü bile tam olarak yaşayamayan ozan, bu zor şartlara rağmen yine de zaman zaman sevdikleriyle bir araya geliyordu. İşte o zamanlar şiir doluydu. Misafir olduğu bu gecelerden birini Nazım Hikmet’in yakın dostu olan yazar Şevket Süreyya Aydemir şöyle anlatıyordu:
Nazım’dan son dinlediğim şiirlerini hatırlıyorum. Toplantı Va-nu nun evindeydi. Geceydi. Yıllar yılı süren kapalı kapılar ardında yazdığı en güçlü şiirlerini okuyordu. O günlerde Nazım,48 yaşının içindeydi. Ve bu 48 yılın , 17 yılını hapislere vermişti...Biz bu yıllara ne ümitler bağlamıştık,bu kaybolan yıllara...Va-nu ve ben, onu 19 yaşındayken de yine böyle dinlemiştik.Dalga dalga altın saçlı ve güneş yüzlü bir çocuktu. Yazdığı ve okuduğu şiirler, bu güzel baştan güneş ışınları gibi dalga dalga hayata yayılıyordu. İşte yine onu dinliyorduk. Ve onu dinlediğimiz nice yılları yeniden yaşıyor gibiydik. Nazım’ın hani şutaşmış, kabarmış ama artık durulmuş, yatağına yerleşmiş, azametli nehrinakışına dalmıştık. Bu Nazım artık o 19 yaşlarındaki Nazım değildi. Bu başka bir insandı. Çilenin, sabrın ve ıstırapların potasında, hem kendisiyle, hem dünya değerleryle hesaplaşmış bir olgun insandı.
Birden elektrikler söndü. Karanlıkta kaldık. Ama Nazım susmadı. Nazım için karanlıklarla aydınlıklar artık birdi. Okumasına devam ediyordu. Karanlıkta sesi, daha tok, daha gür ve daha tesirliydi.
Müzehher Va-nu o sırada bir şamdan getirdi. Masanın ortasına koydu. Mum yanmış, çerağ uyanmıştı. Yine hiç kimse tek kelime konuşmuyordu. Ve Nazım, yine kağıtlarını eline aldı. Şiirlerine daldı.
Artık Nazım serbest bırakılmıştı, aramızdaydı. Ama:
Bir ağaç gibi tek hür,
Ve bir orman gibi kardeşçesine
yaşayabilecek miydi? Onu böyle yaşatacaklar mıydı? Hayır ! Kale kapıları şimdi onun çevresinde yavaş yavaş yine kapanıyor gibiydi. Kinler, garezler, kıskançlıklar ve hepsinin üstünde bir takım tertipler, her gün biraz dahaharekete geliyordu.
İstemiyerek, yüreği kan ağlayarak toprağından ayrıldı. Ve bu yolculuk onun, son yolculuğu oldu. Ondan sonra Nazım’dan ancak hasret şiirlerinin sesi geldi:
Sen esirliğim ve hürriyetimsin:
Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsimsin.
Sen memleketimsin.
Sen, ela gözlerinde yeşil hareler
Sen, büyük, güzel ve muzaffer
Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan
Hasretimsin...
Bu son ayrılışından sonra Nazım’ı bir daha görmedim. Ve bir gün onun ruhuyla ancak, onun mezarı başında konuşmuştuk. Nazım’ın mezarı Moskova’da, Novi Deviçi mezarlığındadır. Novi Deviçi , eskiden kızlar manastırıydı. Mezarlık bu manastırı sarardı. Şmdi burası ünlü kişiler mezarlğı gibidir. Çehof ve Gogol’da bu mezarlıkta yatmaktadır. Nazım’ın mezarı, mezarlığa dalan ara yollardan birinin tam başında ve köşesindeydi. Çok kıymetli, yüksek bir siyah mermer blokun üzerine onun ayakta ve dinamik silüeti oyulmuştu. Üzerine Türkçe imzasını işlemişlerdi. Başucuna dikili bu anıt taşının altındamezar yerine, aralarında çimler, çiçekler fışkıran dört köşe küçük taşlar aralarla döşenmişti. Etrafına çiçekler ve bodurçam fidanları dikilmişti. Mezarın üzeri, uzaktan ve yakından her gün ona gelen ziyaretçilerin taşıdığıhenüz taze buketler, çiçek demetleriyle örtülüydü.Nazım, burada yatıyordu.
Onu İstanbul’da Va-nu’nun evinde ve bir mum ışığındaşiir okurken ve son defa gördüğüm geceyle bugünün arasında şimdi 18 yıl vardı. Bu mezarın başından ayrılırken, ondan birkaç avuç toprakla bir demet çiçek topladım İstanbul’da Va-nu’nun mezarına sermek için...Moskova’dan ayrılırken getirdiğim tek armağan budur.