- 1974 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MU KITASI NAMI DİĞER ZELENDİYA VE ATATÜRK
M.Ö. 200.000 ile 12.000 yılları arasında Pasifik’te Mu adında Avusturalya’dan kat kat büyük bir Kıta mı vardı? Yüksek bir medeniyet yarattıktan sonra batmış mıydı? Atatürk bu kıtayla neden ilgilenmişti?..
Türkler’in kökenini ortaya çıkarmak Gazi’nin en büyük isteklerinden biriydi. Cumhuriyetin ilk yıllarında Osmanlılar’ın son dönemlerindeki Türklük akımları üzerine yapılan araştırmaları derledi. Atatürk’ün isteğiyle birçok bilim adamı ve araştırmacı bu alanda çalışmalarda bulundular. 1930’da Türk Tarih Kurumu kuruldu. Yabancı bilim adamları davet edildi. Çok zengin malzeme ve bilgilere ulaşıldı. Yine de Türkler’in nereden geldikleri tam açıklık kazanmadı.
1932’de emekli General Tahsin Bey Atatürk’ü ziyaret etti. Maya dili ile Türkçe arasındaki benzerliklerden bahsetti. Mayalar Meksika’da yaşamışlar, Aradaki uzaklığa rağmen, Gazi konuyla ilgilendi. Tahsin Bey’i Meksika’ya elçi olarak atadı. Ona iki dil arasındaki benzerlikleri ortaya çıkarma görevini verdi. Tahsin Bey Meksika’ya gitti. Orada kendisine Amerikalı Arkeolog William Niven ’in bulduğu tabletlerden bahsettiler. Maya dilinin kökeninin bu tabletlerde olduğu anlaşılmıştı. Türkçe ile Maya dilindeki benzerlik bu tabletlerde aranacaktı.
Bu tabletler Tahsin Bey’i şaşkına çevirdi. Çünkü tabletler MÖ 200.000 ile 12.000 yıllları arasında Pasifik’de yer almış bir kıtayı haber veriyordu.Kıtanın adı MU idi. Avustralya’dan birkaç kat büyüktü. Yüksek bir uygarlığa ulaştıktan sonra deprem veya tufan sonucu battığı sanılıyordu.
Konuyu derinlemesine araştıran İngiliz Albay James Churcward da Hindistan’daki benzer tabletleri Tahsin Bey’e bilgi olarak sundu. Bunlar da kayıp Mu Kıtası ile ilgiliydi ve Churcward tabletleri çözebilmek için üzerlerinde elli yılı aşkın çalışmıştı. Bu konuda beş kitap yayınlamış bir uzmandı.
Churchward’ın iddia ettiğine göre Mu uygarlığını araştırma merakı, Batı Tibet’teki, adını vermediği gizli bir tapınağın arşivlerinde bulunan, çok eski bir dilde yazılmış olan Naacal Tabletleri’ni okumasıyla başlamıştır. Söylediğine göre, bu tabletleri okuyabilme becerisini de yine o tapınakta bulunan bir Tibet rahibinden öğrenmiş. Churchward sonraki yıllarda, mineralog ve arkeolog olan Dr. William Niven tarafından Meksika’da ortaya çıkarılan tabletler üzerinde de çalışmıştır. Çin’e, Hindistan’a, güney asya ülkelerine ve çevre adalara kaçanların kitabelerinde kıtamız battı, biz de buraya kaçtık yazmaktadır. Bu yazılı kayaların 14 bin yıllık oluşu, c14 karbon testleriyle sabittir.
Churchward’a göre,Mexico City yakınlarında 1921–1923 yılları arasındaki kazılarda keşfedilen bu 2600 tablet, Tibet’te öğrendiği Naga-maya dilinde yazılmıştı ve 12.000 yıldan daha eskiydi.
Tahsin Bey, ögrendiklerini, bulduklarını düzenli olarak Atatürk’e rapor ediyordu. Gazi, Churcward’ın Mu ile ilgili kitaplarını getirtti ve altmış kişilik bir tercüme heyetine Türkçe’ye çevirme emrini verdi. Kitaplar basılmadı. Daktilo edilerek Atatürk’ün önüne kondular. Atatürk metinleri büyük bir dikkatle okudu. İnsanın yaradılışını anlatan bölümle özellikle ilgilenmişti. Mu’nun insanlığın ana vatanı olduğunu, nüfusun altmış dört milyona çıktığını anlatan bölümlerin altını çizmişti. Mu’da geçen Tanrı kavramıyla da yakından ilgilenmiş, yaratıcının insan aklıyla anlaşılamayacağı, tasavvurdan vareste olduğu üzerinde durmuştu.
Tercümelerde Maya dili de dahil tüm lisanlarin Mu dilinden türediği belirtiliyordu. Mu kıtasının batışını anlatan bölümde halkın "Ya Mu bizi kurtar." diye bağırdığına dikkat çekerek Mu’nun bir ilah adı olduğu sonucuna vardı. Mu kökenli özel isim ve sıfatları, Öztürkçe ile karşılaştırarak not alıyordu. Atatürk, önce Türkler’in kökenini ve Mu dilinin Türkçe ile bağlantısını incelemiş sonra da Mu sembollerini Göktürk ve eski Latin alfabesiyle karşılaştırmıştı... Daha ilginç olan Mu’nun demokrasi ile yönetildiğini ve güneş enerjisinin aydınlatmada kullanıldığını anlatan satırların yanına kendi notlarını da iliştirmişti.
Atatürk bütün bu araştırmalarının sonucunda bir teori geliştirmişti. Bu teoriye göre Türkler, MÖ 12.000’lerde bir doğal afet sonunda Pasifik Okyanusu’nda sulara gömülen Kayıp Kıta Mu’dan diğer kıtalara göç etmişlerdi.
Bugün bu kitaplardan Kayıp Mu Kıtası ve Mu’nun Çocukları Anıtkabir kitaplığında 1301, 1302 no. ile kayıtlıdır. Çeviri metinleri ise kitaplıkta dört dosya halinde bulunmaktadır.
Emekli general Tahsin Mayatepek Meksika’daki araştırmalarında çok daha fazlasını bulmuştu. Maya, Aztek ve Inka uygarlıklarının Türkler’in kullandığı eşyalara benzer eşyalar kullandıklarını Atatürk’e iletmisti. Davullar, kalkanlar üzerlerindeki ay ve yıldız sembollerine kadar bizimkilere benziyordu. Düğün ve ölüm merasimleri de öyle... Tahsin Mayatepek, çalışmalarını belge ve fotoğraflarla üç ciltlik defterde toplayarak Atatürk’e gönderdi. Bunların ikisi 1970’lere kadar TDK kütüphanesinde idi. (No:57-56). Üçüncü defter her nedense kayıptır. Bu defterlerde dini tören, ibadet ve tapınakların bile şaşılacak kadar Türk kültürüne benzerliği gösteriliyordu.
“Maya” sözü Türkçe “kök, asıl cevher” anlamına gelir. Bira mayası, ekmek mayası hepimizin bildiği sözlerdir. Şu halde Maya kültürü Ön-Türkçe “Kök kültür” anlamına gelmektedir. Keza, “Aztek” adı da iki heceye ayrıldığında Türkçe d/y/z dönüşümüyle " ay gibi " anlamını taşımaktadır. Az sözcüğü z-s dönüşümü göz önüne alındığında ASYA sözünde de vardır. Asya sözü de “Az-öyü”demek olmaktadır. Öyü sözü “yerleşim bölgesi” demek olup bugün kullandığımız “köy” sözü “OK-öyü” deyiminden kısalmıştır. OK Ön-Türkçe birlik anlamında olup oköyü birlikte yerleşilen yer olmaktadır. Az/er ya da As/ar ise Oğuz’un Ayhan kolundan inenlerin kendilerine verdikleri uruk adıdır. Son Maya kralının adı da Ata-Hualpa idi. Hu-Alp " Gök alp" anlamını taşır.
Kuzey Amerika’da yaşayan ve halen varlığını sürdüren bir diğer gurubun adı ANASAZI’dır. Bunu da Ön- Türkçe Ana-Sözü şeklinde okuduğumuzda "anadilli" anlamı apaçık ortaya çıkmaktadır.
Maya kültürünün kendi şehirlerine verdikleri isimlere de bir bakalım. Bunlardan bazıları: Tikal, Palenque, Kopan,Kalakmul, Uaxactun ve Altun-Ha şehirleri veya daha doğrusu yerleşim merkezleridir. .
Ön-Türkçe’den türeyen dil guruplarından Proto-Maya dili sadece bir tanesidir. Diğer önemli guruplar: Eurasiatic olarak adlandırılmış olan büyük dil gurubuna Altay, Ural, Hind-Avrupa, Na-Dene ve Dravidian dil guruplarına girer. Ayrıca Afroasiatic adı ile bilinen kuzey Afrika ve Mezopotamya dil guruplarına Sümer, Babil, Asur, Hitit, İskit, Hami ve Sami dilleri girer. Bunların da kökeni Ön-Türkçe yani Kengerce’dir. İlginç diğer dil ilişkisi de Asya dilleri olan Çin-Tibet dilleri ile bazı Kafkas dillerinin, Bask ve Buruşaski dillerinin ve Kuzey Amerika dil gurubu olarak bilinen Na-Dene dillerinin yakın akraba oldukları gerçeğidir. Ayrıca Bask dili ile kuzey Afrika Berber ve Tuareg dilleri arasındaki ilişkiler de barizdir...
Burada Maya dillerinden Bazı Maya sözcüklerini ve onların parantez içinde Türkçe karşılıklarını da gösterelim. Kaynak: Saim Ali Dilemre “Genel Dil Bilgisine Bakış, Birinci Kitap”tır. Ahau (ağa, yönetici), Baat (balta), Ça (çam), Çetun (çetin), Çol (çolak), Kutz (kuş), İçil (içinde), İş (dişi), Kaşnak(kuşak), Kin (gün), Kiniş (güneş), Kişe (kişi), Koça (koca, büyük, yaşlı), Kul (kul), Naa (ana), Na (ev), Ol (olmak), Tamazkal (hamam), Tepek (tepe), Top (toplamak), Toz (toz), Tul (tolu, dolu), Tulan (dolgun), Tup (dip), Tzekel (çakıl),Ueez (uyuz), Uiş (işemek), Ul (Ulaşmak), Uy (oy), Yaş (taze,yaş), Yaşıl (yeşil).
Hem anlam hem de telaffuz olarak çok yakın olan tam otuz bir sözcük.. Bu kadar sözcüğün halen ortak olması tesadüf ile açıklanamaz. Anlaşılan odur ki Proto-Maya dili Ön-Türkçe’dir. Sadece dil ilişkileri değil, aynı zamanda genetik araştırmalar da bu ilişkiyi kanıtlamaktadırlar... Maya halklarından bir gurup “Kiche Maya” diye bilinir. Oysa ki “kiche” Türkçe “kişi” demektir ve “Kiche Maya” doğrudan “Maya insanı”anlamını taşımaktadır.
Kişe Maya halkını yöneten ve onları İspanyol saldırısından koruyan son yönetici, yaklaşık MS 1500 yılında doğmuş“Tekun Uman” idi. 1524 yılında İspanyol saldırgan ( konkiestador ) Pedro de Alvaro tarafından yirmi dört yaşında katledilmiştir. Tekun Uman adını şu şekilde açıklayabiliriz. Tekun genelde genç Türk prenslerine verilen isimdir. Tek kök sözcüğü de ilk prens olduğuna işarettir. Uman, Ön-Türkçe “Gelen misafir” demektir. Kaynak, Divan-i Lügat-it Türk. Şu halde Tekun Uman “Gelen ilk misafir” olmaktadır. Burada doğan çocuğun bir mal olmadığı ve sadece bir misafir olduğu vurgulanmaktadır ki, Ön- Türklerin bilgeliğine güzel bir örnektir.
Konuya ilgi duyanlar için Yrd. Doç. Dr. İsmail DOĞAN’ın Mayalar ve Türklük kitabı, bu bağlamda iki bin sözcük üzerinden çok daha detaylı bilgiler içermektedir.
Atatürk’ün Mu kıtası ve Maya - Aztek araştırmaları sıradan bir merak olamazdı. O, neyi nerede arayacağını iyi bilen kurmay bir zekaya sahipti. Bugün Atatürk’ün gizli kalmış bazı düşünceleriyle birlikte bu araştırmalar da Anıtkabir’in sessizliğinde uyumaya devam ediyorlar. Mu Kıtası kalıntılarının Pasifik’in derinliklerinde durduğu gibi...
Ancak günümüzde Pasifik’te yapılan araştırmalar Mu kıtasının varlığını kanıtlar nitelikte. 17 Şubat 2017 de medyaya düşen haber bunun belgesi... Haber özetle şöyle:
Bilim insanları uzun zamandır, Yeni Zelanda’nın en yüksek ucu Mount Cook dağının önündeki deniz dibi yükseltisiyle Zelandiya’nın kıta olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.
Zelandiya ismi ilk kez jeofizikçi Bruce Luyendyk tarafından 1995’te konulmuştu. Araştırmacılar, Amerika Jeoloji Topluluğu dergisinde yayımlanan son çalışmada, Zelandiya’nın yüzölçümünün beş milyon kilometrekare olduğu belirtiliyor. Yani neredeyse Türkiye’nin altı katından daha büyük.
Araştırmanın baş yazarı Nick Mortimer, "Zelandiya’yı bir kıta olarak tanımlamanın bilimsel değeri, kıtaların listesine bir isim daha eklemekten çok daha fazla" diyor. Mortimer, Zelandiya’nın suyun altında bütün şekilde durabilmesinin, toprağın birbirine tutunma özelliği ve kıtasal kabuk üzerindeki araştırmalara yardımcı olacağını belirtiyor.
"Zelandiya: Açığa Çıkan Kıtamız" adlı kitaplarında da araştırmacılar Nick Mortimer ve Hamish Campbell, Zelandiya’nın aynı zamanda Yeni Zelanda’yı "ada" konumundan "’kıta" konumuna taşıyacağı için önemli olduğunu söylüyorlar. Mortimer ve Campbell, kıtanın potansiyel enerjisinin, mineraller ve doğal kaynaklarının ülkeyi ekonomik anlamda güçlendireceğini vurguluyorlar.
Araştırmacılar bir kara parçasının kıta sayılabilmesi için şu kriterleri inceliyorlar: Normal okyanus tabanından daha kalın bir kabuk olması, kendine özgü bir jeolojiye sahip olması, iyi tanımlanmış bir bölge olması, okyanus tabanından ne kadar yüksek olduğu.
Zelandiya’nın yüzde 94’ü suyun altında bulunuyor. Yalnızca birkaç ada ve üç büyük kara parçası suyun üstünde duruyor, bunlar: Yeni Zelanda’nın Kuzey ve Güney adaları ile Yeni Kaledonya.
Kıtaları tanımlayan ve ilan eden bilimsel bir kurum yok. Dolayısıyla dünyanın sekizinci kıtanın varlığını kabul etmesi, gelecekte yapılacak araştırmaların Zelandiya’yı kıta olarak kabul etmelerine kalıyor.
Zelendiya... Namı diğer MU kıtası...
YUSUF BİLGE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.