- 690 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ÜÇ...
Konum atan mülkiyetimi sahiplenen Tanrı.
Aslında ıslah edilmeyi bekleyen bir beynamaz gibi konakladığım değil de kovulacağım cennetin giriş kapısı.
Severek hüznü çoğaltmaktan gayri ne geliyor ki elimden? Belki de hüzün katsayıma kafayı takık bunca imge ve insan cümbüşü varken.
Sözlerin yetersiz olduğu duyguların zirvesindeyim. Aklamaya çalıştığım kara geceden çıkıp da yola, kara çaldığım an’ıma isyanım.
Ya dünde takılı ya da aşkı dilinden düşürmeyen gayri meşru bir rehavet konuşlanmışken ağır havaya.
Silkelendikçe ceplerimden sözcükler dökülüyor. Peki, öncem nasıldı? Ya da öncesizliğim mi yarınımı bu kadar önemsediğim? Öncesiz değilsem nasıl oluyor da aklım dünde takılı?
Somurtuk bir lehçede belki de ceplerimin dibi delikmişçesine evveliyatımda, belli ki bir şey bırakmamışım geride. Gerileyen mantığın insanüstü bir gücü belki de bunca duyguyu sırtlanıp da adeta yürek mikserinden geçirip şiire ve yazıya döktüğüm bir o kadar mutluluğa katık yaptığım.
Sözüm ona hüzün kiminde yankı kiminde yargı vesilesi. Belki de gözlerinin feri sönmüş şiirlerden çaldıklarını satıyorlar bana. Çocuk aklımla… demekten de imtina etmiyorum hele ki; beden yaşımdan ayrı gayri yine delişmen ruhumda çöreklenen bunca duyguyu nasıl öğüteceğimi bilemezken.
Kalıbımı basacağım bir önsözüm de yok ya da kalıbının adamı, nitelendirilmesine haiz bir insan evladı sadece süzüyorum gözlerimi ve süzüyorum içimin ilhamını ve gözlerimi alamıyorum hayattan.
Kaygılarımı uyutup uyutup yazıyorum. Yazdıklarımı silip silip dönüyorum başa. Başımın derdi kelamın ayracını bulamazken bir türlü gerekli sihri de yapamıyorum hayatın duraklarında gelip gidenlerin de çetelesini tutmaktan yorgun düşmüşken.
Gelenler.
Gidenler.
Ya, kalanlar?
Kalantor bir gülümseme konduruyorum bu kez belki de kalıcı olmasını arzu ettiğim. Kalıntılarını toparlıyorum peşi sıra.
Sırasız ölümlere tanık oldukça umursamıyorum hazanı. Aslında ötelenen mevsimi değil de tetiklenen heyecanımı bastıramıyorum.
Huzur tutanağında hicveden heceler kadar değişkenim belki de aşk kadar isyankâr.
Üç harf topu topu belki de ismim gibi şakıyan:
Aşk.
Gül.
Üçle öğütüyorum geceyi. Üçe bölüyorum acılarımı ve soruyorum?
‘’Üç seferde çekmeniz mümkün mü? Ne de olsa limit aşımı?’’
Doz ayarı yapamıyorum.
Aşkın doz aşımına yenik düşüyorum bu sefer ve soruyorlar:
‘’Gül, kızım. Hiç mi gülmezsin?’’
Ya, adım yağmur olsaydı…
‘’Hadi, yağ kızım. Hiç mi yağmazsın?’’
Ne malum?
Ne malum adım gül iken yağmadığım?
Ne malum gülmediğim oluk oluk rahmetle yağarken?
Gem vurduğum belki de dem vurduğum. Hep tezat olgularla muhatabım hep de yanık sesi hüznün. Atılımda ise mutlak bir önyargı saklı.
Önsözü olmayan bir roman gibiyim belki de asla başlamamış olmam gerektiğini bilmeden ve aslında sonumu da merak etmediğim sanki merhalesinde sadece konum ve mekân iken sütliman.
Aşka nazire eden şiirlerde büklüm büklüm imgeler; şaibeli hayatların da depozitosu iken yalanlar.
Yalandan sevip sevip ölenler ya da sevdiği için ölenler ya da öldüğü için sevdiğine kavuşamayanlar.
Ya, siz hangi guruptansınız?
Lütfen duygu örneğinizi bırakın da bir duygu/yıldız haritası çıkaralım size.
Aç mı tok mu bırakacağım duygu örneğini?
Âşık olmadan gelin ve bırakın örneği sonra gidip kime isterseniz âşık olabilirsiniz.
Gözleri kamaşan bir seyirci ve yanındaki torununu dürtükleyen.
‘’Oğlum, adamın adı neydi? De bakim.’’
‘’Nine be, sen çok yaşlısın bu işler için.’’
‘’Geliyor terlik.’’
‘’Aşk doktoru.’’
Sevmek için çok mu geç peki?
Ya da aşkı sadece ergen seviyesinde yaşayıp masum kalmak mümkün mü?
Hacizli aşklara konulan engeller.
Engelli aşklara örnek olan sağlam ve mantıklı izdivaçlar.
Severek sevilmeyi dileyen belki de sevmeden evlenip seveceğine inanan.
Sanrılarını uyutan bir toplum. Belki de aklını bile uyutan. İyi de aşkta aklın ne işi var?
Dingin yolların yolcusu olamaz ki aşk belki de rehavetin çöreklendiği bir düzlemde kalburüstü bir nizam da olamaz.
Olmazın oluru bir şiire düşmüşken yolunuz, yoldan çıkmış göçebe bir ruh iken yarına taşıdığınız naşınız, siz, siz olun asla da yüklenmeyin umudu hele ki içinde aşk varsa şiirin ya da umut tarhınıza sadece huzur ekin ve huzura yelken açın yeter ki içinde aşk olmayan bir tarlada konaklayın ve büyüyüp serpilin ya da büyütüp yüreğinizi nadasa bırakın. Eğer ki; aşk ise hürmet ettiğiniz o zaman unutun huzuru da dingin bir yüreği de. Çırpınışlarına nail olmadan mümkün değil asla durgun bir göle dönüşme ihtimaliniz.
Hadi, gülümseyin: Çekiyorum.
YORUMLAR
Gülüm Çamlısoy
Selam ve saygılarımla...