- 1336 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
17 İSRA 72
Sevgili gönül dostlarım,değerli kardeşlerim; bugün kü sohbet konumuz Kur’ân-ı Kerîm’in 17 İsra Sûresi: 72.ci Âyeti’nin anlatmak istedikleri hakkında konuşacağız Allâh’ın izniyle. Evvelâ Âyeti bir görelim ne diyor bize. 17 İsra 72: وَمَن كَانَ فِي هَذِهِ أَعْمَى فَهُوَ فِي الآخِرَةِ أَعْمَى وَأَضَلُّ سَبِيلاًVe men kâne fî hâzihî a’mâ fe huve fîl âhıreti a’mâ ve edallu sebîlâ(sebîlen). (Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır. Diyanet Vakfı.) Evet değerli canlar; âyet bize böyle sesleniyor ve ne diyor!. Eğer siz insanlar dünyada iken Allahü Teâlâ’yı görmüyor ve onun sesini işitmiyorsanız, ebedi hayattaki dirilme günü kör olarak uyanacaksınız işte o zaman yolunuzu şaşrırmış olacaksınız ve Allahü Teâlâ da kendi Cemâlini sizlere göstermeyecektir diyor aslında bu âyet!.
Âyet böyle diyor demesine ama biz bu ayetten ne anlayalım?.Biz ona bakalım. Ehl-i Zahir bu âyeti istedikleri gibi anlasınlar bizi ilgilendirmez,biz dervşleri ilgilendiren bu mübarek âyetin zahir anlamı değil,tamamen bâtın anlamı olmalıdır. Sevgili dervişler, dilerseniz şimdi bu ayeti Melâmet anlayışı içinde zevk edelim ve görelim bu mübarek âyet,ehl-i zahiremi yoksa biz fakir dervişlere mi hitap ediyor?.Kardeşlerim,değerli canlar,ne diyor âyetin başında!."Bu dünya da kör olan kimse ahirette de kördür."
Şimdi evvelâ dünya ve ahiret nedir,dünya ve ahiret deyince biz dervişler ne anlamalıyız?!.Tabii ki bizler,dünya deyince fena mertebelerini,ahiret deyince de bekâ mertebelerini anlamamız lazım gelir ki bu mübarek âyeti gereği gibi zevk edebilelim. Hep ne deriz üç günlük yalan dünya. Ve bu üç günlük yalan dünyada Rabbimiz Allâh’ı görecek,O’nunla konuşacağız,ki ahirete kör olarak uyanmayalım. Aslına bakarsak hakikat de âyette geçen dünya fena mertebeleridir dedik ya,işte insanoğlu, İlm-i Tevhidi okuyacak ve ilm-i tevhidin ilk üçmertebesi olan fena makamlarında Allâh’ı enfüsünde ve afakında zahir görecek sonra ahirete yani bekâ mertebelerinde kör olmayacak. Hatırlarsanız her sohbetimizde ne diyoruz hep. Hakikat de kendimize ait olmayan Fenai efal,Fenai sıfat,Fenai Zât ki bu üç yer dünyayı temsil eder ehl-i tasavvufun gözünde ve gönlünde...
İşte değerli derviş kardeşlerim bizler aldığımz ilim üzere bu üç yerde Allâh’ı göreceğiz. Peki nasıl göreceğiz Allâhü Teâlâ’yı?!.İşte bütün mesele burada zaten. Çünkü Allâh et ve kemik’ten oluşmuş beşeri bir varlık değil ki,kafa gözü ile görünsün. Buradaki görmek, bilmekle olacak,şuhudi olacak,ilim gözü ile olacak. Şimdi bir kişi;fenai efalini terk eder ve tevhidi efal elbisesine büründü mü artık onun nazarında enfüs ve afakta tek işleyenin Allâh olduğu tecelli edecektir.Yani tevhid ettiği efali ilahiyesi tecelli efale bürünüp bir kez, "Lâ Fâile İllallâh." dediğinde cennet-ül efali tecelli ile şuhudu zahir olacaktır.Tevhid’in ilk mertebesi olan Efal’de Allâh’ı; cümle işlerde tek işleyen olarak görecektir. Allâh’ın göründüğü ilk yer Efal’dir.Aynı şekilde Tevhid-i efal’i geçen salik, ikinci mertebe olan sıfat mertebesinde de fenai sıfatını terk ederek tevhid-i sıfat elbisesine büründü mü, yine salikin nazarında enfüs ve afakta tek sıfat sahibinin Allâh olduğu tecelli edecektir. Burada da tevhid ettiği sıfat-ı ilahiyyesi tecelli sıfat’a bürünüp burada bir kez, "Lâ Mevsûfe İllallâh." dediğinde Cennet-ül sıfatı tecelli ile şuhudu zahir olacaktır. Tevhidin ikinci mertebesi olan sıfat mertebesinde Allâh’ı tek mevsuf (sıfatlanan) olarak görecektir. Üçüncü mertebe olan Zât mertebesinde ise salik,fenai zâtını terk ederek tevhid-i sıfat elbisesine bürünür ve onun nazarında enfüs ve afak’ta tek vüc’ud sahibinin Allâh olduğu tecelli edecektir burada da tevhid ettiği,zât-ı ilahiyyesi tecelli zât’a bürünüp bir kez, "Lâ Mevcûde İllallâh." dediğinde Cennet-ül zât tecellî ile şuhudu zahir olacaktır.
Değerli kardeşlerim, dervişin dünyası üç fena mertebeleridir ki, derviş bu üç mertebede Allahü Teâlâ’yı zahir görecektir. Yoksa dediğim gibi,Allâh et ve kemikten oluşmuş bir beşer değildir ki,kafa gözü ile görünsün.Allâh’ın görünmesi meratiplerle olacaktır. Bakınız canlar; Hasan Fehmi Efendi Hazretleri ne diyor kınu hakkında!.
Bu mümkinat seraptır hep,
Vücûdu Hak ile kâim.
Meratiple olur zâhir,
Muhittir cümle eşya’yı.
Eğerki bir ihvan, aldığı,okuduğu bu ilmi doğrultusunda, bu üç yerde Allâh’ı enfüsünde ve afakında zâhir edemiyorsa, her ne kadar bekâ mertebelerine geçse bile Allâh’ı zahir edemez,eski haline geri döner,bir gün ölüp, toprak altında dirilip Allâh’ı Toprak altında göreceği hayaliyle kendini avutur durur ve "Aşağıların aşağısı duruma düşer." Demek ki,derviş Efendisinin okuttuğu bu üç mertebeyi iyice okuyup anlayacak,kabul edecek sonra bekâ makamlarında rahata ersin,yani Hakk’ı Ahiret’te (Bekâ Makamları)’nda da görebilsin. Sevgili kardeşlerim,değerli canlar, hep diyoruz ya!.Senin varlığın varsa,kendi varlığınla,Hakk’ı
âyân edemezsin, kendinden dışarıda bir Allâh var ve bir gün ölüp karşısına çıkacağım sonra O’nu göreceğim zannıyla boş yere ömür tüketirsin de kendini kandırırsın. Oysa ki, Allâh’ı görmek, Hasan Fehmi Efendi Hazretlerinin dediği gibi "Mertebelerle olur." Bazı meczupların yaptıkları gibi, ben gece uykuda Allâh’ı Peygamber’i gördüm vesvesesi ile kafayı sıyırırsın mazallah. Bakınız sevgili derviş kardeşlerim, yine Allâh dostlarından bir velî olan Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri ne buyuruyor Allâh’ı bilmek, görmek hakkında bir beyitinde!.
Kim bildi ef’alini,
Ol bildi sıfâtını,
An’da gördü zâtını,
Sen seni bil sen seni.
Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretlerinin buyurduğu üzere, kul Rabbi olan Allâh’ı, efal,sıfat,zat ile bilecek,yani görecek. Çünkü Allâh kulunun dışında başka bir yerde,başka bir mekânda değildir. Bunu ben demiyorum Allâh’ın kendisi diyor. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:“Biz insana şah damarından daha yakınız.” (Kaf: 16) ne demek,biz insana şah damarından daha yaınız?!. Şah damarı can damarı demek değil mi?! Demek ki şah damarından yakın dediğine göre cünle yaradılan bedenlerde yaşayan tek hayat sahibi Allah imiş ve bizlerde Allâhü Teâlâ’yı Cümle mevcûdat da göreceğiz ama dediğim gibi göreceğiz,efal’in,sıfat’ın ve zât’ın Allâh’a ait olduğunu şuhud ile göreceğiz. Yoksa et ve kemikten oluşmuş bedenlere haşa; Allâh demeyeceğiz. Bakınız değerli ihvanlar, Allaü Teâlâ; Diğer bir Âyet-i kerime’sinde buyurur ki: “Resulüm! Kullarım sana beni sorunca haber ver ki, ben onlara yakınım.” (Bakara: 186) şimdi bu âyet’e göre de Allâh bizlere yakın olduğunu söylüyor. Peki ama; Allah bizlere nasıl yakın?!.Ehhh dedik ya!.Efal, Sıfat, Zât ile yakın. İşler ona ait işleyen o, sıfatlar ona ait mevsuf o, zât ona ait vücûd sahibi (vacib-ül vücûd) o. Sen zannetin bunlar sana ait sonra bekle, Allâh’ı zahir edecen bir gün. Çok beklersin toprak altında dirilip Allâh’ı görmeyi. Sen şimdi canın yerindeyken,gözlerin görüyorken,aklın yerindeyken,Allâh’ı zahir etme,bekle kara toprak altında görmeyi. Görürsün........
Ehl-i zâhir ulemalarına bu mevzuyu açtığımızda kimi bize deli gözü ile bakıyor, kimi ise, haşa Allâh görünür mü yok öyle şey diyorlar!. Ama şunu bilmiyorlar ki,bu söylevleri ile ayan beyan ortada görünen Allâh’ı inkâr ediyorlar da farkına bile varamıyorlar. Ya da biliyorlar da bile bile bu hakikati âvâm-ı nâs’dan gizliyorlar ki halk gözünü açıp da uyanmasın. Oysa ki Allâh’ın, inkâr ettikleri görünürlüğünü, yine Allâh kendisi onların inkârlarını âyeti ile yüzlerine vuruyor. Bakın şimdi onların yalancı olduklarını ve inkârlarını nasıl da yüzlerine vuruyor Allah-u Teâlâ; ne diyor âyetinde Allâh’ü Teâlâ: “Evvel O, âhir O, zâhir O, bâtın O...” (Hadid: 3) demek ki bu âyet’e göre Allâh; bizlere üstüne basa basa " ZAHİR " im yani görünüyorum, açın gözlerinizi de beni dünyada görün ki ben de sizlere ahirette görüneyim diyor!
Allâhü Teâlâ göründüğünü bundan daha açık nasıl söylesin. Ammaaa... Allâh’ı kim / kimler görür!. Hiç olduğunu bilen, zerre hakir olduğunu gören Hakk’ı görür, sevgili kardeşlerim,değerli canlar, Zira Allâh; Âyet-i kerime’sinde buyurur ki: “Bu Allah’ın fazl-u ikramıdır, kime dilerse ona verir.” (Cumâ:4) Bu tecelliyât-ı ilâhî işidir, lâf işi değil. Lâfla peynir gemisi yürümez. Bakınız kardeşlerim yine Allâh;başka bir âyeti kerîmesinde: “Allah dilediği kimseyi nuruna kavuşturur.” (Nur: 35) buyurmaktadır. Demek ki Allâh dilediği kulunU nûruna "İLM-İ TEVHİD"e kavuşturur ve o kuluna / kullarına (Velîlerine) kendini aşikâr eder. Allâh’ın nûru tevhid-i ef’ali,tevhid-i sıfat’ı ve tevhid-i zâtıdır ki her kul’a bu nasip olmaz. Nasibi olan bazı kulları ise kıymetini bilmez bizim gibi gevezelik yapar da Âlîm’im diye ortalarda dolaşır.
Sevgili kardeşlerim, değerli gönül dostlarım, güzel insanlar. Allâhü Teâlâ’nın bizlere bahşettiği bu ilme layık olmak için var gücümüzle çalışalım, çabalayalım. Zira fena mertebelerinde enfüsümüzde ve afakımızda Yaradan Allâh’ı cümle yarattığı kullarında ve dahi mahlukatında bile,ef’ali, sıfat’ı ve zât’ını tecelli ile şuhud edelim ki, ahirette (beka mertebeleri)’nde Allâh bizlere zahir olsun. Değerli can kardeşlerim sohbetimizi, Allâh erenlerinden Hasan Basri Taptık Efendi hazretlerinin güzel bir ilahisi ile soktalarken cümlenizi, Allâh’ı her an müşahade etmemiz için gözlerimizden kalkan perdelerin tekrar kapanmamasını diler, cümlenizi Allâha emanet ederim. Aşk-ı Niyaz ile huuu...
MELAİK SIFATIM,ZATIMDIR ADEM
Melaik sıfatım,zatımdır adem
Sıfatım zatıma eyledi sücud
Zatımla sıfatım her anda hemdem
Arif olmayanlar oldular merdud
Kesrette zatımı eyledim ıyan
"Te’vem" dir buyurdu ademle Kur’an
Anlamaz bu remzi sireti hayvan
Çünkü verdi onlar kendine vücud
Zat-ı Hakk’da ifna eyleyen varın
Çıkarır gönlünden kamu ağyarın
Her nazarda görür vechini yarın
"Semme vechullad" da sacid ü mescud
"Basri" basiretten dur olma zinhar
Dünya vü mafiha budur ey yar
Görünen kendinsin bil yoktur ağyar
Anasır donunda kulsun,hem mabud
Fakirullahmelâmî.
İstanbul.
06/05/2011/Cuma.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.