- 814 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DEBİH VELEDİ
DEBİH VELEDİ
Uçsuz bucaksız bozkırların asi yüreğinde yaşayan, yerleşik hayata henüz ayak uyduramayan, yüreği tabiat sevgisiyle dopdolu bir kavim varmış. Yaşamın zorlu ipini göğüsleyen nice yiğitleri; kendisine saygı duyulan güler yüzlü, ak sakallı, bilgi küpü, bilge insanları varmış.
Binlerce deve, koyun, keçi besleyen tabiat dostu, bu esmer tenli ve iyi yürekli insanların gözleri hep tabiat olaylarının akışındaymış. Bu yarı göçebe kavmin gün, ay ve mevsim hesabını iyi yapan ve sözleri altın değerinde bilge insanları varmış. Hangi mevsimin kaçıncı gününde hava olayların nasıl geçeceğini engin bilgileriyle genç kuşaklara aktarırlarmış bilge insanlar.
Köy odalarında, kızıl ateşin etrafında bağdaş kurup oturan bu insanlar; uzun kış gecelerinde köze sürülmüş fokur fokur kaynayan Yemen kahvesini büyük bir keyifle içerlermiş. Kahve, büyüklere ve askerlik yapanlara verilirmiş.
İnsanın ruhunu dinlendiren bu güzel ortamlarda bilgeler, kendilerine karşı çok saygılı davranan ve dizlerinin dibinden ayrılmayan gençlere tabiat olaylarını bir bir anlatırlarmış.
Ayrıca dini motifli hikâyeler, efsaneler, cin ve peri masaları, destanları da anlatırlarmış yediden yetmişe herkese.
Gel zaman git zaman derken göç vakti gelip çatmıştır . Yayla yoluna kervanın düzülme vakti gelmiştir. Yapılan hesaplara göre kara kış artık bitmiş, bahar mevsiminin geldiğine hep beraber inanmışlar.
Bilgelerin hesaplarına göre "Kara Kış" kırk gün sürüyormuş ve bu kırk günlük zaman diliminde hava olayları her an olağanüstü bir hal alabiliyormuş. O yıl obanın içerisinde sevilen adamın zeki mi zeki oğlu olan Debih Veledi, kış mevsimin hesaplanmasını büyük bir zevkle üstlenmiş.
Sayılı günler için ayrılan kırk tane kara, kuru üzümden iki tanesi birbirine yapışmış. Üzüm tanelerinden ikisi yapışık olduğu için bir tane üzüm hesabıyla Debih Veledi görmeden yemiş.
Yani Kara Kışın çıkmasına bir gün kala kervan yanlışlıkla yola çıkmış
Yakalanmış kervan yolda şiddetli tipiye. Göz gözü görmüyormuş. Sarmış kervanın etrafını zifiri bir karanlık. Etrafta bir zerre ışık bile yokmuş.
Gençliğinin coşup köpürdüğü bir çağda olan Debih Veledi’nin kalbi göğsünden fırlayacak gibiymiş. Tipinin korkunç uğultusu, donmak üzere olan adamın kulak zarlarını neredeyse yırtıyormuş.
Çaresizlik içerisinde kıvranıp duran arkadaşlarının karşısında vicdan azabının ağır baskısı altında eziliyormuş Debih Veledi. Hayatın kör kuyusuna düşmek üzere olduğunu apaçık gören Debih Veledi, yaptığı hatanın kendisine verdiği acıyı yenerek aklın muhteşem sığınağına sığınmış.
Gecenin ilerleyen saatlerinde Debih Veledi arkadaşlarını etrafına toplamış. Yol arkadaşlarına: "Biz bu soğukta sabaha kadar donarız, gelin her birimiz en iyi devemizi keselim." demiş.
Devemizin içini bir güzel boşalttıktan sonra içine girip uyuyalım, ancak bu şekilde kendimizi soğuktan korumuş oluruz .Yoksa bu yer gök donduran soğuktan kesinlikle kurtulamayacağız, demiş.
Ancak mal canlısı arkadaşları Debih Veledi’nin bu teklifine yanaşmayıp en iyi develerine kıyamamışlar. Debih Veledi dediğini yapmış, en iyi devesini kesmiş ve içini boşaltmış. Sonra ateşle devenin içini güzelce kuruttuktan sonra devenin içine girip yatmış.
Karanlığın içinden gelen uzun, acılı kurt ulumaları zaten bitkin halde olan Debih Veledi ve arkadaşlarının sinirlerini altüst ediyormuş. Izdıraplı ufukta sürüklenen birer yıldızlarmış. Ölümün gerçekliği karşısında kaderine ağlayan ve acı içinde titreyen Debih’in arkadaşları ömürlerin son gecesini yaşıyorlarmış. Ateşin yanına öylesine sokulmuşlar ki ateşin alevi elbiselerini yakacakmış.
Bu arada kervanın tipiye tutulduğunu duyan Debih’in babası oba halkına şöyle söylemiş: Eğer Debih Veledi bana çekmiş ve babasının oğluysa bir yolunu bulup bu felaketten sağ salim Kurtulur, demiş.
Hafif bir rüzgarın sesiyle uyanan Debih Veledi, beyaz felaketin rüzgarında daha önce bir tüy gibi uçuşan arkadaşlarının şimdi cansız, kımıltısız bedenleriyle karşı karşıyaymış.
Gece acı acı çınlayan o saf, o dur durak bilmeyen beyaz esaretin korkunç gücü karşısında sürekli hareket halinde olan Debih’in arkadaşları birbirine sokulmuş şekilde ruhunu Allah’a teslim etmişler.
Ağır ve yakıcı soğuk, bedenlerini ve ruhlarını ezip geçmiş.
Bazı irili ufaklı kurumuş çalıların dalları üzerindeki karı eritmeye başlayan gün ışığı, ölenlerin buz tutan bıyık ve kirpiklerinin üzerindeki buzu da çözüyormuş. Yüreğinin loşluğundan gelen hüzne boğulan Debih Veledi, arkadaşlarının hafif morarmaya başlayan bedenleri karşısında gözyaşı dökmuş. Her birinin yüzündeki karı silmiş. Ölen arkadaşlarının alnından öperek elleriyle gözlerini kapatıp onlardan uzaklaşmış.
Beyaz ölümcül felaketin başladığı anlarda zor bela pişirdiği devesinin ciğerini yiyormuş. Uzun, yorucu yolun dar geçitlerini sarp kayalıklarını aşarak ikindiye doğru köye ulaşmış. Köyün aç ,sefil köpeklerinin havlamasıyla büyük merak içerisinde bekleyen köylüler, dışarıya fırlamışlar. Karşılarında yılmadan, umutsuzluğa düşmeden kara bata çıka köyüne ulaşan Debih Veledi’yi görmüşler. Kirpikleri, yanakları, dudakları buz tutmak üzereymiş.
Debih Veledi, kendilerini izleyen ve kendisine kulak kesilen kalabalık karşısında boğuk ve ürkek bir ses tonuyla bütün gücünü kullanarak konuşmuş. Bir an susmuş Debih Veledi. Sonra kendini toparlayarak konuşmasını ağır ağır sürdürmüş. Debhi Veledi’nin ağzından bir buhar demeti çıkıyormuş. Soluğunun havaya karışmasıyla bu buhar, buz taneciklerine dönüşüyormuş.
Sessizliği bir bıçak gibi yırtan acı çığlıklar yeri göğü inletiyormuş. Karalara bürünen kadınlar yüzlerini yırtıyor, saçlarını yoluyorlarmış. Gözyaşı sel olup akmış. Yediden yetmişe herkesin gözü yaşlıymış. Derin bir hüzün köyü sarmış. Nice kapılara kilit vurulmuş. Baykuşlar damlarda ötmeye başlamış.
Ölülerini getirmeye giden köylüler, düşlerin evrenine ölülerini gömmeye giden korkunç varlıkları andırıyormuş. Geniş kar ayakkabıları giyen ve kara soğuğa kafa tutan bu dev cüsseli insanlar; ıssız, tehlikeli evrenin içine giriyorlarmış. Güneşin ilk ışıklarıyla yola çıkan köylüler ikindiye doğru cenazelerini köye getirmişler.
Büyük ve yenilmez beyaz esaret, Debih Veledi’nin arkadaşlarını avuçlarının içine almış. Doğa olaylarına karşı yetersiz bilgiye sahip olmaları, dünya nimetlerine aşırı tutkuları, kendilerinden daha küçük olan Dehib Veledi’yi dinlememeleri onların sonunu getirmiş.
İrfan GÖRGÜN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.