Hâdi ver de gideyim
Sabah yeni uyanmıştım. Daha ayağıma çorabımı bile giymemiştim. Uykumu tam almadığım için biraz
kırgındım. Birden kapı zili çaldı. Önce açmak istemedim. Sabah sabah dilenciyle uğraşamam dedim.
Anladım ki gelen ısrarcı. Zili tekrar tekrar çaldırıyor. Bizimkilerden, yani kardeşlerimden biri olmalı
diyerek dış kapıyı açtırdım. Apartmana giriş kapısını açarak kim geliyor diye merdivenlerden aşağıya
baktım. Biraz sonra tanıdık bir köylü kadın belirdi. Sen miydin dedim.Yabancı biri diye kapıyı açmak
istemedim.
Kadın yanımda soluğunu almaya çalışırken, hakkını helâl et demeye geldim. Kim öle, kim kala. Allah
senden razı olsun. senin yaptığını kimse yapmaz. Önemli değil dedim,kadın ayakkabısını çıkarıp içeri
girerken. Hoş geldin derken samimiyetle boynuma sarıldı. Hoş bulduk dedi gün yanığı esmer yüzüyle
gözlerime bakarken.
Önce oturma odama aldım. Kahvaltı yapacağımı düşünerek, gel mutfağa geçelim. Henüz kahvaltımı
yapmadım, birlikte yaparız dedim. Kadın oruç olduğunu söyledi. Yine de benimle mutfağa geldi. O
biraz dar olan mutfak kanepesine otururken ben çayı koydum ocağa.
Bu kadınla ilk kez evimizin önünden kuşburnu toplarken karşılaştım. Pencereden bakınca onun benim
toplamayı düşündüğüm kuşburnuları toplarken gördüm. Hemen aşağıya indim. Onları toplamayı ben
düşünüyordum dedim. Kadın hayat öyküsüne bir başladı ki adeta ben ona borçlu çıktım. Üç tane altın
borcu olduğunu , kuşburnu, ot satarak geçimini sağladığını. Kocasının çoktan öldüğünü, çocuklarının
ise her birinin kendine göre ayrı tasası olduğunu kendilerini bile geçindiremediklerini söyledi.İnandım
ona. Eve götürüp bir küçük altın verdim. Altın borcunun birini olsun vermesi için. Daha sonra da geldi
para verdim. İki yıldır görünmüyordu. Bu arada göğsünden ameliyat olmuş. Tek göğsünü almışlar. Hep
çocukların sıkıntısından dedi. Beş çocuk beş dert. enin ne güzel iki çocuğun var üstelik hayırlı ikisi de.
Konuşurken kahvaltımı hazırlamış bir tepsiye koymuştum. Gel içeri odaya geçelim. Orada koltuklar
rahat dedim. Ben ağır ağır kahvaltımı yaparken o sanki kurulu gibi durmadan konuşuyor anlatıyordu.
Eşinden ayrılan işsiz hasta oğlunu, çocukları saçıp kocaya kaçan akrabasını, çoktan ölen babasının iki
yüz koyunuyla Ankara’nın bir semtinde yer kiralayarak çadır kurup Ankara’lılara süt sattıklarını. O
günlerde iki yüz koyun yerine babasına yer teklif ettiklerini, babasının koyunları vermediğini. Hayat
öyküsünü öğrenmiştim. Daha on dört yaşındayken annesinin onu karısı ölmüş elli yaşındaki adamla hiç
istemediği halde evlendirdiğini. Oysa onu isteyen bir gençte gönlü olduğunu..
Arada susuyor, senden Allah razı olsun diyordu. Oğlum o kadın nasıl bir kadınmış sana altın vermiş
demişti. Bana dönüp hakkını helâl et derken bir yandan da "hâdi ver de gideyim" çıkıyordu ağzından.
Bunu üç dört kez yineledi. Şu an olsa böyle para isteyen birine kuruş vermezdim gibi geliyor. Kadının
anlattıklarına büyülenmişçe öyle daldım ki, kalkıp giderken yine para verdim. Allah razı olsun. Allah
çocuklarının acısını göstermesin dedi.Bu söyleyiş gerçekten samimiydi. Hâdi ver de gideyim yoktu bu
sözde. Ya da bana öyle geldi. Amin cümlemizin çocuklarının acısını Allah bize göstermesin derken
kapıya yönelmişti bile..
20. 11. 2017 / Nazik Gülünay
YORUMLAR
siz doğrusunu yaptınız, vicdanınız rahat
güzel bir anı yazısı
tebrik ederim, sevgilerimle
glenay
Çok teşekkür ederim,
sevgilerimle..
acabalar içinde okudum biliyorum ki sen yine gelse yine verirsin de bu işi acaba alışkanlık haline mi getirdi bu kadın...ne kadar acabalar içinde bir hayata döndü hayatımız...
glenay
Çok çabuk inanıyoruz insanlara. İçimizdeki merhamet duygusu ağır basıyor.
Yazımı okumana sevindim.
Çok çok teşekkürler,
sevgiler..
seni çok iyi anlıyorum, bir taraftan da kızıyorum, hem sana hem kendime
ancak yine olsa yine geri çevirmezsin değil mi?
selam ve sevgimle
glenay
Yine gelirse, yine göndermem ama kandırılıyorsam eğer, kendime çok kızarım. Ama şimdi gözümün önüne geldi kadının çoraplarının eskiliği..
Yoksul ya..
Çok teşekkürler Filiz,
selâm ve sevgimle..