- 449 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Gönül Sultanı: Aziz Mahmut Hüdâyî
M. NİHAT MALKOÇ
İnsanlar vardır, zifirî karanlıklarda insanlığa ışık olmuşlardır. İnsanlar vardır, uçurumun eşiğindeki çaresizlere el uzatıp onları sahil-i selâmete taşımışlardır. İnsanlar vardır, cehennemin dikenli yollarında ayakları kanayarak yürüyenleri, taşları yakuttan olan gül kokulu cennet yoluna sevk etmişlerdir. İnsanlar vardır, hayatın dik yokuşlarında soluksuz kalanlara soluk olmuşlardır. İnsanlar vardır, isarın zirvesine erişerek kendi nefislerini başkalarına tercih etmişlerdir. İnsanlar vardır, manevî erzakını bitirenlere umut olmuşlardır. İnsanlar vardır, dünyevîleşmenin batağına saplanıp kalanlar için kurtuluş olmuşlardır. İnsanlar vardır, yürekleri buz tutanlara güneş olmuşlardır. İşte bu insanlardan biri de Hakk ve hakikat dostu Azîz Mahmûd Hüdâyî’dir. Bu yazımızda bu büyük insanı anlatmaya çalışacağız.
Asıl adı "Mahmûd" olan Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri 1541 yılında Şereflikoçhisar’da doğmuştur. Fazlullah bin Mahmûd’un oğludur. İlk eğitimini babasından almıştır. Çocukluğu Sivrihisar’da geçmiştir. İlk tahsilini de burada yapmıştır. Daha sonra ilmini ilerletmek için İstanbul’a gelerek Küçük Ayasofya Medresesi’ne girmiştir.
“Hüdâyî” ismi ve “Azîz” sıfatı kendisine sonradan verilmiştir. "Hüdâyî" ismini ona Şeyhi Üftâde Hazretleri vermiştir. 87 yıl ömür süren bu gönül sultanı sekiz Osmanlı padişahı(Kanûnî Sultân Süleyman, II. Selim, III. Murad, III. Mehmed, I. Ahmed, I. Mustafa. II. Osman-Genç Osman, IV. Murad) gören ender şahsiyetlerden biridir. Eminönü ve Üsküdar’da olmak üzere hayatının üçte ikisini İstanbul’da geçirmiştir. Kadılık ve müderrislik yapmıştır. Vazifesi gereği Bursa’da, Edirne’de, Mısır’da ve Balkanlar’da bulunmuştur.
Nefis terbiyesinde zirve şahsiyet olan Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin Cüneyd-i Bağdadî’nin mübarek soyundan geldiği ve "Seyyid" olduğu rivayet edilir. O; mutasavvıf, âlim ve şairdir. Celvetiye tarikatının kurucusudur. Vicdanını bir yalınkılıç gibi kuşanan bu büyük Allah dostu; eserleri, sohbetleri, irşat, vaaz ve nasîhatlarıyla haklı bir şöhrete kavuşmuştur.
Hüdâyî’nin çok zeki bir insan olduğunu fark eden Nâzırzade onunla özel olarak ilgilenmiştir. Tefsir, hadis, fıkıh ve zamanın fen ilimlerinde büyük yol almıştır. Kâmil bir mürşid olan Azîz Mahmûd Hüdâyî, Nâzırzade Ramazan Efendi’nin muîdi(asistanı) olmuştur. Hüdâyî, hocası Ramazan Efendiye yardım ederken, bir yandan da Küçük Ayasofya Camii şeyhi Muslihuddin Efendi’nin sohbetlerine devam etmiş; tasavvuf yolunda ilerlemiştir. Hocası Nâzırzade’nin Edirne’deki Sultan Selim Medresesine tayini üzerine onunla Edirne’ye gitmiş ve onun yardımcısı olmuştur. Nâzırzade Ramazan Efendi, Edirne’de müderrislik yaptıktan sonra Şam ve Mısır’a kadı tayin edilince talebesi Azîz Mahmûd’u da oraya götürmüştür.
Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin İstanbul’a geldiği yıllarda Osmanlı tahtında III. Murad Han bulunmaktaydı. Şeyhülislâm Hoca Sâdeddin Efendi’nin emriyle tayin edildiği Küçük Ayasofya Camii Tekkesi’nde sekiz yıl şeyhlik yaptı. Bir yandan da Fâtih Camii’nde vâizlik yaptı, tefsir ve hadis okuttu. Kanûnî’nin kızı Mihrimah Sultan’dan torunu Ayşe Sultan’la da evlendiği rivayet edilen Hüdâyî burada kaldığı müddet içinde, ilim ve devlet adamlarına kadar uzanan geniş bir muhit edindi. Daha sonra Üsküdar’da Hüdâyî Dergâhı’nın bulunduğu yeri 1589’da satın aldı. Bu araziye bir dergâh inşa eyledi. Burada binlerce talebe yetiştirerek İslâm’ın hizmetine sundu. 1599 yılında Fâtih Camii vâizliğini bırakarak Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nde perşembe günleri vaaz vermeye başladı. Sultan Ahmed Camii’nin açılışında (1616) ilk hutbeyi okudu ve her ayın ilk pazartesi burada vaaz verdi.
Üftâde’nin Yolunda Bir Gönül Sultanı...
Hüdâyî otuz üç yaşında iken, hocası Nâzırzâde ile Bursa’ya gelmiştir. 1573’te Bursa Ferhâniye Medresesi’ne müderris, Câm-i Âtik Mahkemesine nâib olarak atanmıştır. Bursa’daki görevi esnasında gördüğü bir rüya üzerine müderrisliği ve kadılığı bırakarak Şeyh Muhammed Üftade’ye intisap etmiştir. Bunun ibretli bir hikâyesi vardır. Şöyle ki: "Hüdâyî, Üftâde’ye talebe olmak arzusuyla yanına gidince şu cevabı alır: "Yazıklar olsun ey Kadı Efendi! Herhâlde yanlış yere geldiniz. Burası yokluk kapısıdır ve biz bu kapının kuluyuz. Hâlbuki sen varlık sahibisin. Bu hâlde ikimizin bir araya gelmesi mümkün mü? Senin ilmin, malın, mülkün, şânın ve mâmûr bir dünyan var. Bizim gibi kulların Allahü teâlâdan başka kimsesi yoktur. Atın bile gelmek istemeyip ayakları kayalara saplanmadı mı?" buyurdu. Bu sözler ve yaptığı hata Azîz Mahmûd Hüdâyî’ye çok tesir etti. Gözlerinden iki sıra yaş döküldüğü hâlde; ’Efendim! Her şeyimi mübarek kapınızın eşiğinde terk eyledim. Dileğim talebeniz olabilmek ve hizmetinizi görmekle şereflenmektir. Her ne emrederseniz yapmaya hazırım.’ dedi. Bu samimi ifade üzerine Üftâde tane tane buyurdu ki: ’Ey Bursa kadısı! Kadılığı bırakacak, bu sırmalı kaftanınla Bursa sokaklarında ciğer satacaksın. Her gün de dergâha üç ciğer getireceksin!’ Her şeyi bırakacağına, her emri yerine getireceğine söz veren Mahmûd Hüdâyî derhal kadılığı bırakıp ciğer satmaya başladı. Sırtında sırmalı kaftanı olduğu halde, ciğerleri, Bursa sokaklarında, ’Ciğerci! Ciğerci!’ diye diye bağırarak satıyordu." Hüdâyî, Üftâde’nin rahle-i tedrisinden ve çilelerden geçerek manevî kemalâta ermiştir.
Bereketli Bir Ömrün Meyveleri....
Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin 19’u Arapça, 7’si Türkçe olmak üzere tasavvuf, tefsir, fıkıh, siyer alanlarında, nasihat ve vaaz türlerinde eserleri bulunmaktadır. Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin Arapça eserleri şunlardır: "Ahvâlu’n-Nebiyyi’l-Muhtâr aleyhi Salevâtullahi’l-Meliki’l-Cebbâr", "Câmiu’l-fazâil ve kâmiu’r-rezâil", "el-Es’ile ve’l-ecvibe fi ahvâli’l-mevtâ", "Fethu’l-bâb ve refu’l-hıcâb", "el-Fethu’l-ilâhî", "Habbetu’l-mahabbe", "Hâşiye Kuhistânî fî Şerh-ı fıkh-ı Keydânî", "Hayâtü’l-ervâh ve necâtü’l-eşbâh", "Hulâsatü’l-ahbâr fî ahvâli’n-Nebiyyi’l-Muhtâr", "Keşfu’l-kınâ an-vechi’s-semâ", "el-Mecâlisu’l-va’zıyye", " Mecmûa-i Hutab", "Merâtibu’s-sülûk", "Miftâhu’s-salâh ve mirkâtü’n-necâh", "Nefâisü’l-mecâlis", "Şemailu’n-nübüvveti’l-Ahmediyyet’il-Muhammediyye", "et-Tarîkatü’l-Muhammediyye vesîle ilâ’s-seâdeti’s-sermediyye", "Tecelliyât", "Vâkıât..."
Türkçe eserleri " Divân-ı İlâhiyyât", "Ecvibe-i Mutasavvifâne", "Mirâciye", "Nasâyıh ve Mevâız", "Necâtü’l-ğarîk fi‟l-cem‟i ve‟t-tefrîk", "Tarîkatnâme", "Nasîhatü’l-mülûk li-husni’s-sülûk", "Akâid Manzûmesi", "Tevhid Risalesi" adlarını taşımaktadır.
Azîz Mahmut Hüdâyî’nin Duası...
Hüdâyî "ene(ben)" değil, "ente(sen)" diyen bir hakikat ışığıdır. Ziyasını rahmanî bir güneşten alan bu ışık, nice kör karanlıkları aydınlatmıştır. Anadolu toprağında yetişen bir gönül insanı olan Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin sevenlerine duâsı ne kadar da güzeldir: “Yâ Rabbî! Kıyâmete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kere türbemize gelip rûhumuza Fâtiha okuyanlar bizimdir. Bize mensup olanlar, denizde boğulmasınlar; âhir ömürlerinde fakirlik görmesinler; îmanlarını kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bilsinler ve haber versinler ve de ölümleri denizde boğularak olmasın!..”
Azîz Mahmud Hüdâyî Câmii
Osmanlı Döneminden kalma bir mabet olan Azîz Mahmûd Hüdâyî Câmii, İstanbul’un Üsküdar ilçesinde yer almaktadır. Caminin olduğu yere "Azîz Mahmûd Hüdâyî Mahallesi" adı verilmiştir. 1589 yılında yapımına başlanan cami, 1595 senesinde ibadete açılmıştır. Kanûnî Sultan Süleyman’ın torunu olan Ayşe Hümaşah Sultan tarafından, üçüncü eşi Azîz Mahmûd Hüdâyî adına yaptırılmıştır. Cami zaman içerisinde eskimiş, 1855 senesinde Sultan Abdülmecid tarafından tamir ettirilmiştir. Son olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyon çalışmaları yapılmış ve 23 Mayıs 2014’te yeniden ibadete açılmıştır.
Azîz Mahmûd Hüdâyî Câmii önceleri bir tekke olarak inşa edilmiş olsa da daha sonra camisi, imareti, türbesi, kütüphanesi, hünkâr mahfeli, çeşmesi, derviş hücreleri, şeyh evi, fırını ve hamamı yapılmıştır. Azîz Mahmûd Hüdâyî ’nin kabri külliyenin bahçesindeki türbededir. Aynı türbede Azîz Mahmûd Hüdâyî ’nin oğullarından Evliya Mehmet Muhtar Efendi, Mustafa Ebrar Efendi, Ali Murtaza Efendi, Abdülvahit Efendi, Ahmet Sıddık Efendi ile kızları Ayşe Hanım, Fatma Zehra Hanım, Zeynep Hanım ve torunu Fatma Zehra Hanım medfundur.
İstanbul’un en çok ziyaret edilen camilerinden olan Azîz Mahmûd Hüdâyî Câmii’nin giriş kitabesinde 1855’te Sultan Abdülmecid tarafından tamir edildiğine dair şu beyitler bulunmaktadır: "Hazret-i Abdülmecid han-ı ila yevmi’l-hisab/Ömr-ü şevketle Hüda tahtında kılsun kâmyab//Pir Mahmud Hüdaînin uluvv-i himmeti/Asitanın iyledi ma’mure ve zerrin kubab(Hazreti Abdülmecid Han tarihi hesaplattı/Allah onu yüce ömrüyle tahtta muradına erdirsin//Pir Mahmûd Hüdâyî’nin yüksek yardımı/İstanbul’u bayındır ve altın bir halk eyledi"
Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin Şairliği
Hakk ve hakikat dostu Azîz Mahmûd Hüdâyî hem bir âlim hem de iyi bir şairdir. O, ilmî ve tasavvufî eserlerinin yanında şiir ve ilâhîler de yazmıştır. O, divan edebiyatına vakıf olmasına rağmen şiir alanında Hoca Ahmet Yesevî ve Yunus Emre gibi mutasavvıf şairlerin yolundan yürümeyi tercih etmiştir. Tasavvufî halk edebiyatı alanında hikemî, tasavvufî ve ahlâkî konuları içeren pek çok şiir yazmıştır. Duygu ve düşüncelerini şiir diliyle ifade etmiştir. Aslında o, bu tarz şiirler yazarak dinî, tasavvufî ve ahlâkî malumatları geniş kitlelere aktarmaya çalışmıştır. Bu şiirlerin büyük çoğunluğu Divân’nda bulunmaktadır.
Vahdet-i Vücûd anlayışını benimseyen Hüdâyî, kaleme aldığı eserlerde ve şiirlerde bunu başarıyla yansıtmıştır. Bu şiirlerdeki derinlik ve içerik zenginliği kendisini belli eder.
Azîz Mahmûd Hüdâyî ömrünü Rabbine iyi kul olma gayreti içerisinde geçirmiştir. Bununla kalmamış, bu yolda birbirinden kıymetli talebeler de yetiştirmiştir. O, Allah’ı dünyanın içindekilerden daima üstün tutmuş, onunla hemhâl olmuş, dünya malına, dünyevî makam ve mevkilere hiçbir zaman değer vermemiştir. Bu görüşünü şiirlerine şöyle yansıtmıştır: "Neyleyeyim dünyayı/Bana Allah’ım gerek./Gerekmez mâsivâyı/Bana Allah’ım gerek//Ehl-i dünya dünyada/Ehl-i ukbâ ukbâda/Her biri bir sevdada/Bana Allah’ım gerek//Dertli dermanın ister/Kullar sultanın ister/Âşık cânânın ister/Bana Allah’ım gerek/Bülbül güle karşı zâr/Pervâneyi yakmış nâr/Her kulun bir derdi var/Bana Allah’ım gerek//Beyhûde hevâyı ko/Hakk’ı bula-gör yâ hû/Hüdâyî’nin sözü bu/Bana Allah’ım gerek"
Dünya kurulalı beri nice kere dolup boşalmıştır. Kimler gelmiş, kimler geçmiş bu fani dünyadan. Her gelen burada bir gurbet hayatı yaşayıp ömrün ahirinde asıl yurduna göçmüştür. Bazıları bu yalan dünyada hoş bir seda bırakırken, bazıları da zulmüyle anılmıştır. Onlardan geriye sadece mezar taşları kalmıştır. Onun içindir ki dünyadan vefa ummak kuru bir hayaldir. Bunu Hüdâyî Hazretleri bir şiirinde "Yalan dünya değil misin?" nakaratıyla bakın ne veciz bir şekilde ifade ediyor: "Kim umar senden vefâyı/Yalan dünya değil misin?/Muhammedü’l-Mustafâ’yı/Alan dünya değil misin?//Yürü hey bî-vefâ yürü,/Sensin hod bir köhne karı/Nice yüz bin erden geri/Kalan dünya değil misin?//Kastedip halkın özüne,/Toprak doldurup gözüne,/Ehl-i gafletin yüzüne/Gülen dünya değil misin?/Eğer, şâh u eğer bende/Her kişiyi salan bende/Kimse mekân tutmaz sende/Vîrân dünya değil misin?//Kimisini nâlân edip/Kimisini giryân edip/Âhir-i kâr uryân edip/Soyan dünya değil misin?//İşin gücün dâim yalan/Çok kişiden arta kalan/Nice kerre boşaluben/Dolan dünya değil misin?"
Hüdâyî’nin Peygamber sevgisi tarif edilemeyecek kadar büyüktür. O, ömrü boyunca Peygamber-i Zîşan’ı kendisine rehber edinmiş, onun mübarek izinden aşkla yürümüştür. Hâl ve hareketlerini nebevî süzgeçten geçirmiştir. Peygamberimize şöyle seslenmiştir: "Kudûmun rahmet ü zevk u safâdır yâ Rasûlâllâh/Zuhûrun derd-i uşşâka devâdır yâ Rasûlâllâh/Nebî idin dahî Âdem dururken mâ u tıyn içre/İmâmü’l-enbiyâ olsan revâdır yâ Rasûlâllâh/Hüdâyî’ye şefâat kıl eğer zâhir eğer bâtın/Kapına intisâb etmiş gedâdır yâ Rasûlâllâh"
Dostun Dost’a Hicreti Yahut Bereketli Bir Ömrün Hitamı...
Hayat, doğumla ölüm arasında rüzgar gibi geçen sert bir (a)kıştır. Her şey bir paranteze sığacak kadar kısadır. Doğumla ölümü ayıran o kısa çizgiye çok şey sığdırmıştır Hüdâyî. "Buyruğun tut Rahman’ın, tevhide gel tevhide/Tazelensin imanın, tevhide gel tevhide" diyen Hüdâyî son nefesine kadar ilmi, irfanı, tasavvufu ve irşat vazifesini aksatmadan yürütmüştür. Ömrünü Allah yolunda geçiren Azîz Mahmûd Hüdâyî 1628 yılında Üsküdar’da vefat ederek çok sevdiği Rabbine kavuşmuştur. Allah rahmet eylesin.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.