- 849 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Gıdım Mavi
Pencereye kaydı gözlerim. Bir sokak uzanıyordu önümde. Ucunda da bir gıdım mavi... O kadarı bile yetiyordu İstanbul’u getirmeye.
“Sen de o ufacık deniz parçası gibisin.” dedim. “Bir ucundan yakalıyorsun maviyi, ‘dahası da var’ diyorsun.”
Pencereye baktığımı görünce hemen anladı demek istediğimi. Oradan görünen manzaranın en güzel parçası olmaktan hoşlanmıştı anlaşılan. Tatlı tatlı gülümsüyordu çünkü.
Bana genç kızlığında başından geçen bir olayı anlatmıştı az önce. Şimdi yumurtayı çırparken hiç de anlattığı o hikâyedeki dünyaya meydan okuyan kıza benzemiyordu. Arkadaşlarıyla hafta sonu kampa gitmek için ailesine karşı ne mücadeleler vermişti! Onun zamanında şimdi sıradan olan böyle şeyler düpedüz bir savaşımı gerektirecek kadar topluma ters düşen durumlardı. Ama teyzem ne yapıp edip oraya gitmiş, sivrisineklerle dolu o kamp yerinde ateşin başında şarkı söyleyen gençlerin en gözdelerinden biri olarak o zamanın en sevilen şarkılarını söyleyip oradaki herkesi kendine hayran etmişti.
İşte bu anlattıklarından sonra o sözleri söylemiştim ona. Daha doğrusu içim dudaklarımdan taşmış, kelimelere dökülmüştü.
“Eee, anlat bakalım.” dedi her zamanki derin anlayışıyla. “Bu sefer kim yaktı canını? Sen durduk yerde böyle büyük laflar etmezsin.”
“Üzümlü kek yapsana falan derim, değil mi?” dedim, “Keşke yine öyle şeyler diyebilsem” diyen bir ifadeyle.
Teyzemin kelimelerden çok ifadeleri duyduğunu hatırlamam gerekirdi... Ama çok geç kalmıştım.
“Bence çok farklı bir şey istemiyorsun benden.” dedi. “Tek fark aç olanın bu kez ruhun olması...”
Neden bu kadar zor olmalıydı ki hayat denen şey?! Kolaylaşması için ille bir pencere çerçevesine tıkıştırılması mı gerekliydi? Ucundan, köşesinden mi yakalamalıydı onu ille de, içine karışıp dalgalarında kaybolmamak için?
Ben birkaç saat önce önümde uzanan bu sokakta yürümüş, o maviyi an be an büyütmüştüm her adımımla. Sokağın ucuna varmış, penceremden görünmeyen taraflarını da görmüştüm. Sadece onu değil, bir ucundan görünen her şeyi tamama erdirecek kadar sınırsız bir açıklık vardı önümde. Çerçevesiz kalınca çok mu fazla şey doluyordu görüntünün içine? Seyrettiğin herhangi bir şeyi daha sindiremeden başka onlarca şey araya giriyor, şekiller sınır çizgilerini kaybediyorlardı.
Ben mi bakmayı bilmiyordum yoksa? Çok mu içeride kalmış, pencerelerle hayatı çerçeveleme ihtiyacı duyar olmuştum?
“Seni kıracak bir şey mi yaptı yoksa?”
“Keşke öyle basit bir şey olsaydı...”
“Anlatsana...” dedi, sesimi duyarak yine. “Anlatmaya ihtiyacım var” demişti sesim, teyzem de ona beklediği karşılığı vermişti. İkisinin arasına girmekten vazgeçeli çok uzun zaman olmuştu.
“Görmedi beni.” dedim, o masayı mutfağa getirecek kadar canlı renklerle dolu o anları zihnimde an be an yaşayarak. “Arkadaşlarına bir şeyler anlatıp duruyordu. Sanki ben yoktum orada.”
“Engin sana çok değer veriyor. Arkadaşlarının yanında dikkatinin bir parça onlara yönelmesi çok doğal...”
Hafif bir tebessüm yüzünü yalayıp geçti birden. Önceden defalarca geçtiği bir yoldan daha yeni geçen birine karşı duyulan o yoğun şefkat vardı içinde. “Hep gözleri senin üzerinde olsun istiyorsun, değil mi?” diyen...
“Sen şimdi Allah bilir neler geçiriyorsundur aklından onun için? ‘Deniz bitti. Dahası yok!’ diyorsundur hatta belki.”
Dakikalardır gözlerimi ayırmadan sokağın ucuna bakıyordum. Teyzem anlattıklarımla orası arasında bir bağ kurduğumu düşünmüş olmalıydı.
Öyle düşündüyse haksız da sayılmazdı. Baktığım o mavilikte sözlerimle örtüşen bir yan vardı çünkü. Keşfedilmemiş şeyleri çağrıştıran, dahası da var diyen...
“Yani sen deniz bitmemiş olabilir mi diyorsun?” dedim açtığı yoldan giderek. “Ben ötesini göremedim de... Bir duvar vardı aramızda sanki... Duvarın ardında da o ve çok sevdiği arkadaşları...”
Teyzemin gözleri pencereye kaydı, birkaç saniye bekledi söyleyeceklerini tartmak ister gibi, sonra derin bir nefes alarak “Kendin söylüyorsun ya...” dedi sözlerimde çok komik bir yan bulmuş gibi hınzır bir gülümsemeyle. “Duvar vardı diyorsun. Yani ötesini görmeni engelleyen bir kütle... Aslında seninle onun arasına değil, onunla kendisi arasına dikilmiş o duvar... Diken de arkadaşları... Gündelik yaşamında var olan insanlar yani... Ve giyinilen kimlikler... Takılan maskeler... Kendisiyle arasına dikilen o duvarı oluşturan tuğlalar yani...”
Pencereden bakmayı sürdürerek devam etti konuşmasına. “Sen şimdiye dek hep ikiniz baş başayken gördün onu. Toplumsal kılıflarından soyunmuş, en gerçek kimliğiyle... Kendi olarak yani... O yüzden bugün bu kadar yadırgadın onu. Aşkınızın dışarıyla aranıza gerdiği o şeffaf perde yırtılmıştı çünkü. Onu ilk kez gerçek dünyanın saldırılarına karşı maskelerini takınmış olarak gördün.”
Aklına çok hoş bir sahne gelmiş gibi kocaman bir gülümseme kapladı yüzünü birden. “Birkaç saatliğine kıyıya yanaştınız yani.” dedi gülüşü daha da genişleyerek. “Şehre indiniz.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.