- 673 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
SUSABİLİRSİN SADECE (EDEBİ METİN)
Sustuğun yerde konuşacaksın ki dalgaların boyut değiştirsin evreninde. Sakladığın her gülümseme yanılgıya dönüşsün düşlerinde. Bir avuç mutluluğu, bir tutam rüzgara bıraktığında, geriye dönüşün toz bulutları da bir bebek masumluğuyla ağlayacaktır o zaman.
Açarın açmazı sadece birkaç paslı kilit değildir aslında. Evren öylesine şaka yapar ama sen kadınını kıskanırsın kendi varlılığının yetimliğinden. Sorularının sorun olacağını hissedince susarsın ebediyen.
Çözemediğin çözdüğünü sandığındır, korkmadan dalga geçerken ceviz kabuğuyla, ellerinin yeşil lekesine sunduğun, inişinde.
Bu mudur dersin bütün sebebi savaşların, yok oluşların, kandırılışların, ağıtların, bombaların, yıkıntıların, yaraların, sahra çadırlarının, mermilerin, postalların, palaskaların, apoletlerin, sipoletlerin… Yoktur cevabı hiçbir sorunun sen sustuğunda. Konuşan yalnızca yıldızlardır yüreğinde ayak bastığı her noktada kalan izlerin ardından…
Bir matara kadardır yalan. Dolup dolup boşaltır kendini. Sen onu duymak istediğinde seken mermilerin sakarlığında. Hiçbir buluş buluşturamaz seni ölümle kendi savaşın kadar. Dört döndüğün her efsane etrafında kendinin, yemin eder aradığında.
Yalnız adamın, şuh kadınla buluşmasında ki dramatikliği yaşarsın sakil bir kabullenişle, makineli tüfeklerin ritmik melodisinde.
Buna kader dersinde, yazanı göz ardı edersin cennetten kovulmanın panik depresif atağıyla. Düşünce boyutunda algılanan, bir pazubantın çakallığıdır, gamalı haçın kırmızılığında cinselliğin akıllandıkça.
Cesaretini sorguladığın her kahramanlık, bir düşüşün yükseliş yankısında; ah dediğin vah olur adım adım ağıtlarında. Sıcaklık yavaş yavaş gelir her koşuşunun nefes alışında. Terin süzmesidir cam kavanozun ışık huzmelerinde kristalleşen gençliğin.
Tükenişe birkaç adım kala bülbüle dönüşür yüreğinde, yaralı gülün hareleri, buluştukça döküntülerin, kendi sahra çölünün vahalarında. Ellerinde kalan, bir hoyrat çığlığına dönüşen ezgilerin, hoyratça harcanışıdır kimseye duyuramadığın.
Ferhat’ın özlemi, Tahir’in düzlemi, Mecnun’un gizemi kadar çelişkilidir; Şirin’in kibri, Zühre’nin kabri, Leyla’nın sabrı hastalandıkça ruhun; ruhsuzluğun puştluğunda.
Deli deli akarsın., çılgın çılgın bakarsın, arsız arsız ağlarsın ama; dört dörtlüktür formatı, kuralzade elbiselerin kumaşı.
Ne bedenini örter gelgitler, ne ruhunu çıplak bırakır çaydanlık buğuları…
Elinde bir bardak çay…
“Güzeldi.. Ama bitti.. Allahaısmarladık..” diyen yarin arkasından öyle bakakalırsın…
Askere giderken geriden bıraktığın hiçbir şeyin askerden döndüğünde aynı olmadığını kafana vura vura bir daha anlarsın…
Bu askerin kaderidir….
Susabilirsin sadece.....