- 1193 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
GİLGAMEŞ DESTANI
Yerin dibindeki suyun kaynağını görenin hikâyesini dinle, yurdum!
Gilgameş Destanının MÖ 1250 yıllarına ait olan bir kopyası bu hitapla başlıyor. Eserin en kapsamlı metni Akad dilinde yazılmış ve Asur Kralı Asurbanipalin Ninivedeki kütüphanesinde bulunmuştur. ( MÖ 668- 627 )
Destana konu olan Gilgameş, Uruk şehrinin tufandan sonra iktidarı ele geçirmiş ilk hanedanın beşinci hükümdarıdır. Uruk Kralı Gilgameş MÖ 2650 yıllarına doğru tahta çıkmıştır. Mezopotamya bölgesinde yapılan kazılarla Gilgameş Destanı ile ilgili ele geçen en eski kil tabletler MÖ 2000 yıllarına tarihlenir. O halde elimizde tuttuğumuz bu bilinen ilk edebi aktarmalar bundan 4000 yıl öncesine aittir.
Uruk şehri bugün Irak sınırları içinde bulunur. Uruk, Fırat kıyısında bir ören yeridir. Destan 3500 satıra ulaşan nazım türünde yazıya geçirilmiş bir eserdir; elimize kil tabletler şeklinde ulaşmıştır. Zamanın acımasızlığı karşısında parçalanan bu tabletler destanın bir bütün halinde okunmasını engellemiştir. Bugün tercüme edilen parçalar destanın yaratıcısı olan Sümerlere değil onlardan sonra Anadolu ve Mezopotamya bölgesine hâkim olan Asur, Babil ve Hitit dönemlerinden kalmadır.
Eser 12 tabletten oluşmuştur. Destan, Uruk Kralı Gilgameşin kendisini bir tanrı gibi görmesi ve halka zulmetmesiyle başlar. Ölüm karşısında duyduğu korku onu ölümsüzlüğü bulma arayışına itmiştir. O, ölümsüzlüğü bulmak için tahtını tacını tek etmiş ve bir keşiş gibi yollara düşmüştür. Çektiği sıkıntılar ve bu uğurda başından geçenler eserde işlenmiştir. Onun gösterdiği kahramanlıklar ve ölümsüzlüğü arama düşüncesi her devirde insanlığın ilgisini çekmiştir. Eser, Ön Asya uygarlıkları tarafından farklı dillere çevrilmiş ve yüzyıllarca insanların beğenisine sunulmuştur. Esere bu gözle baktığımızda bu yapıtın dünya tarihinde ilk bestseller eser olma özelliğine sahip olduğunu görürüz.
Gilgameş Destanı üzerinde çalışmaları bulunan tüm Sümerologlar eserin 11. tablette sona erdiği ve 12. tabletin bu destandan ayrı olarak ele alınması gerektiği konusunda hemfikirdirler. Buna neden 7. tablette hayatını kaybeden Enkidu’nun 12. tablette canlı olarak tasvir edilmesi ve Gilgameş’in telkinlerine rağmen yeraltına inmesi ve orada ikinci kez can vermesidir.
Ben bu konuda Sümerologlar gibi düşünmüyorum. Bana göre 12. tablet eserde ulaşılmak istenen sonuçtur. Ana fikre 12. tablette ulaşılmıştır. Ben bu son tabletin bir rüyadan ibaret olduğu fikrindeyim. Böyle düşünmeme neden verilen mesajla ilgilidir. Eserin geneline baktığımızda rüyaların yoğun olarak kullanıldığı ve bunların önemli düşünceler içerdiği görülür. Buradaki ana fikir doğurganlığın övülmesidir.
— Yedi oğlu olanı, gördün mü?
— Gördüm: Tanrıların yanına oturmuş müzik dinliyordu.
Sümerlere göre, kişi ne kadar uğraşırsa uğraşsın cennete giremez. Cennet Tanrıların mekânıdır. Ölümlülerin ise gideceği mekân yeraltıdır, yani cehennemdir. Önemli olan kişinin yaşarken oradaki yerini sağlamlaştırmasıdır. Bu da çok fazla erkek çocuğa sahip olmakla gerçekleşir. Gilgameş’in öldükten sonra Yeraltı âleminde Güneş Tanrısının vekili sıfatıyla “Ölüler Mahkemesinin Baş Hâkimliğine” getirildiği düşüncesi onun amacına kısmen de olsa eriştiği düşüncesini akla getirir.
Sümerler, iki bin yıldan fazla Aşağı Mezopotamya da varlıklarını sürdürmelerine rağmen büyük bir krallık veya imparatorluk kuramamışlar şehir devletleri halinde yaşamışlardır. Onlar için en büyük tehlike sınırlarının dışındaki barbar kavimler ve yine kendi ırkından olanlarla mücadelelerdi. Buna Anadolu’nun ve Suriye’nin bakir toprakları da eklenince Sümerler için halkını elde tutmak ve eksilen nüfuslarını çoğaltmak en büyük mesele haline geliyordu. Dışarıdan takviye görmediği anlaşılan Sümerler için en büyük sorun azalan nüfustu. Sahip oldukları nüfus varlıklarının biricik güvencesiydi. Bu açıdan ele alındığında eserin vermek istediği mesaj daha net bir şekilde anlaşılıyor. Bu da 12. tableti eserin merkezine yerleştirilmesiyle gerçekleşir. 12. tablette özetle dünyanın geçiciliği, ölümsüzlüğü aramanın boş bir uğraş olduğu, amaç öteki âlem için çalışılması gerektiği bunun da çok sayıda erkek çocuğa sahip olmaktan geçtiği üzerinde duruluyor. Bu eserden yaklaşık 2500 yıl sonra Göktürkler devrinde bu düşünce Uruk şehrinde olduğu gibi yine bir taşa kazınır. Kültigin yazıtlarının güney yüzünde:
- O yere doğru gidersen ( ey ) Türk halkı, öleceksin! Ötüken topraklarında oturup
( Buradan Çine ve diğer ülkelere ) kervanlar gönderirsen, sonsuza kadar devlet sahibi olup hükmedeceksin.
Kültigin yazıtlarının doğu yüzünde:
- Kutsal Ötüken dağlarının halkı, gittin. Doğuya gidenler gittiniz, batıya gidenler gittiniz. Gittiğiniz yerlerde kazancınız şu oldu, hiç şüphesiz: Kanlarınız ırmaklar gibi aktı, kemikleriniz dağlar gibi yığıldı; bey olacak evladınız köle oldu, hanım olacak kız evladınız cariye oldu.
Öyle anlaşılıyor ki bir Türk devleti olan Göktürklerden çok önce Sümerler, halkı bir arada tutmanın önemini kavramışlar ve dini açıdan konuyu ele alarak meseleyi çözmeye çalışmışlardır. Göktürkler nüfuslarının erimemesini mevcudiyetleri için elzem görüyorlardı. Onlar, kalabalık Çin tehlikesine karşı Türkleri bir arada tutmaya çalışmışlardı. Çin tehdidi karşısında, atalarının ruhlarını barındıran Ötüken dağlarının kutsiyeti ile insanların sahip oldukları en değerli serveti yanı onurlarını ve canlarını kaybedecekleri fikrini taş anıtlara işleyerek bu birlikteliği korumayı amaçlamışlardı.
Dünyanın ilk edebi aktarması olan bu destan içinde tüm insani değerleri barındıran, işlenen konu itibariyle de ölümsüzlüğü yakalayan bir eserdir. Bu destanı yaratan Sümerlerim menşei gibi destanın ilk nüshaları da belki sonsuza değin bulunamayacak ne var ki insanlığa mal olan bu şaheser kuşaklar boyu değerinden hiçbir şey kaybetmeyecektir.
YORUMLAR
Tarih her zaman araştırmaya değer. Tarihten bir sayfaya tekrar ışık tuttuğunuz icin Teşekkürler ve yazınız için tebrikler.