- 1257 Okunma
- 7 Yorum
- 1 Beğeni
ATATÜRK'DEN BİR ŞİİR
Evet, bu gün 10 Kasım. Yani Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük önder Atatürk’ün ebedi aleme göçüşünün 79. Yıl dönümü.
Bu gün mutlaka Atatürkle ilgili şiirler, yazılar pek çok edebiyat platformlarında okuyucularla buluşacak. Ben bu gün için her zamanki klasik yazıların dışına çıkıp sizlere aşık Atatürk’ü tanıtayım biraz istedim.
Atatürk’ün hayatı da aşkı da maalesef oldukça hüzünlüdür. Mesela Annesi Zübeyde Hanım henüz 14 yaşındayken evlenmiştir babası Ali Rıza Efendi ile. Evlendiğinde takvimler 1871 tarihini göstermektedir.
Bu evlilik maalesef sadece on sekiz sene sürmüş ve 1889 yılında Ali Rıza Efendi hayata gözlerini yummuştur.
İşte bu on sekiz sene içinde Zübeyde Hanım altı çocuk dünyaya getirmiştir. Bunlardan Ahmet 1874 de doğmuş, 1883 de ölmüştür. Ömer 1875 de doğmuş, 1883 de ölmüştür. Naciye 1889 da doğmuş, aynı sene ölmüştür. Fatma 1872 de doğmuş, 1875 de ölmüştür. Yani Mustafa kemal Atatürk’ün kardeşlerinden sadece 1885 de yani kendisinden dört sene sonra doğan kardeşi Makbule hayatta kalabilmiştir.
Ali Rıza Efendinin ölümünden sonra bir süre Langaza’da ağabeyisinin yanında kalan Zübeyde Hanım, ağabeyisine daha fazla yük olmamak için Selanik Gümrük Başmüdürü Ragıp Efendiyle evlenmişse de onunla evliliği de uzuan sürmemiş, Balkan Savaşlarından sonra ondan boşanmıştır.
Ancak, her ne kadar Ragıp efendiden boşanmış olsa da onun erkek kardeşinin kızı olan Fikriye adeta Zübeyde Hanım’ın elinde büyümüştür. Çünkü Fikriye’nin de oldukça çileli bir hayatı vardır ve hayatta tutunacağı Zübeyde hanım dışında bir dalı yok gibidir.
Evet, 1897 Yılında dünyaya gelen, yani Mustafa Kemal’den 16 yaş küçük olan Fikriye ve ailesi Yunan saldırıları yüzünden önce Larisa’dan Selanik’e, oradan da İstanbul’a göç etmişlerdi.
İstanbul’a göç ettiklerinde önce annesini, sonra babasını, ve nihayet kızkardeşini kaybeden Fikriye için sığınılacak ya da omuzunu koyarak ağlayacağı baş ancak amcasının eski eşi Zübeyde Hanımın omzu olabilirdi. Zira çocukluk aşkı Mustafa Kemal’in Annesi de İstanbul’a gelmiş ve artık bir Paşa olan oğlunun I. Dünya Savaşından hemen sonra Akaretlerde satın aldığı eve yerleşmişti.
Fikriye bu eve sık sık geliyor ve Mustafa Kemal’i görüyordu. Gördükçe de ona olan aşkı depreşiyordu. Öte taraftan Mustafa Kemal de Fikriye’ye karşı boş değildi. Ama önlerinde oldukça önemli bir engel vardı: Zübeyde Hanım.
Zübeyde Hanım, Fikriye elinde büyümüş olmasına rağmen onu oğlu Mustafa Kemal’e asla layık görmüyordu. Çünkü Fikriye, Zübeyde Hanıma göre kaba ve görgüsüzdü.
1920 Yılı ortalarında Mustafa Kemal hakkında Osmanlı Hükumetince idam kararı verildiğini öğrenen Fikriye hemen tası tarağı toplayıp Ankara’ya geçti. Mustafa Kemal onu "Nasıl geçti yolculuğunuz? Çok sıkıntı çektiğiniz muhakkaktır ama gönül ferman dinlemiyor, değil mi çocuk?" Diyerek gayet içtenlikle karşıladı.
Fikriye kısa süre içinde Çankaya köşkünü çekip çevirdi, herkese iyilikler yaparak saygı ve takdir topladı ama bu mutlu günleri uzun sürmedi. Çünkü 1922 de Zübeyde Hanım da Ankara’ya geldi.
Zübeyde Hanım Ankara’da bir süre kaldı ama Ankara havası ona yaramıyordu. İzmir’e geçmeye karar verdi ve İzmir’de Uşşakizadelerin kızı Latife ile tanıştı. İşte bu kız tam aradığı gelindi. Hem güzel, hem kültürlü, entelektüel bir gelin adayı...1922 de İzmir’e giren Mustafa Kemal de çalışma mekanı olarak Uşşakizadelerin köşkünü seçmiş ve latife hanımı görerek oldukça beğenmişti.
Peki tüm bunlar olurken Fikriye nerede?
Annesini İzmir’de bırakıp Ankara’ya dönen Mustafa Kemal, Ankara’ya geldiğinde Fikriye’nin oldukça hasta olduğunu öğrendi ve tedavi olması için onu Almanya’ya gönderdi.
Bu arada sene 1923 oldu. Zübeyde Hanım 14 Ocak 1923 de hakkın rahmetine kavuştu Latife hanımın
yaşadığı evde. Bu tarihten on beş gün sonra da Mustafa Kemal, annesinin son arzusunu yerine getirerek Latife Hanımla 29 Ocak 1923 de evlendi.
Mustafa Kemal ve Latife hanımın evlendiklerini gazetelerden okuyan Fikriye ilk fırsatta yola çıkarak Türkiye’ye geri döndü.
Geri dönmesine döndü ama artık köşkte ona yer yoktu.
İşte bu noktadan sonrası için maalesef gerçekler değil, rivayetler, söylentiler söz konusudur.
Bir rivayete göre köşke alınmamasını hazmedemeyen Fikriye kendisini tabanca ile vurarak intihar etti.
Bir başka rivayete göre köşkün merdivenlerinden geri dönerken hemen orada vurularak öldürüldü.
Sonra?
Sonrasında mezarı bile olmadı.
Atatürk’ün yaveri Salih Bozok , Fikriye’nın Kuğulu Park’a defnedildiğini söyledi notlarında .
Yazar Fatih Bayhan’a göre Fikriye Hanım, bugün üzerinde bankaların bulunduğu Ankara’nın Ulus semtindeki eski mezarlıkta yatıyor.
Gazeteci Can Dündar’a göre ise Etnografya Müzesindeki Atatürk heykelinin altında gömülüdür.
21 Mayıs 1924 de intihar eden ya da öldürülen Fikriye’nin arkasından ise Mustafa Kemal Atatürk şu şiiri yazıyor :
FİKRİYE!
Varsın çeksin bu dimağ, unutmaz seni.
Kimse dolduramadı yürekteki yerini.
Bir kadeh gibi sunmuştun ölümsüz sevgini.
Çaresiz yürek nedendir, bilmedi kadrini.
Terk-i hayat ne der, bilemem amma,
Bir ümmid-i hayaldir buluşmak orada
Dilerim sübut bulur, kanayan yarada.
Aşk-ı muhabbet biter mi cennet-i âlâda.
“İçsem de bir kadeh hayat iksirinden,
Zamansız ayrıldım, bilinsin Fikriye’den.
Bıkmadım ki doyayım o narin ellerinden,
Ümmid-i aşkım saracak seni, cefakâr teninden.”
Mustafa Kemâl 26 Ağustos 1926 sabahı/Çankaya
YORUMLAR
Çok çok hüzünlü bir hikâye...
Ulusal bir kahraman, bir önder de olsa; Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK' de nihayetinde duyguları olan bir insan; aşk acısı da çekebilir başka acılar da...
Merhum Zübeyde Hanım' a gelince...
Bakmış, sahiplenmiş bir çocuğu, büyütmüş...
Fakat oğluna hayat arkadaşı olarak görmemiş, kalben -bu anlamda- onaylamamış; olabilir!
Muhtemelen büyük önder, üstlendiği sorumluluklar, bu vatan için yapmak istediği çaba ve çalışmalar vs. gibi ağır ve süreklilik isteyen mesuliyetler dolayısıyla kendine ait ( evlilik adına) bir yaşam kurmak istememiş, üstlendiği sorumluluklar gereği hayatina / yaşamına alacağı bir kadının ne gibi fedakarlıklara katlanmak zorunda kalabileceğini düşünerek onu hayal kırıklığna uğratmak, yaşamını kısıtlamak istememiş, aynı zamanda özel yaşamıyla da milletine örnek olması gerektiğini bilerek, gönül işlerine mesafeli yaklaşmıs olabilir! Yazıdan da anlaşilacağı gibi, annesinin vasiyetini yerine getirmek adına ( Latife Hanım' ın, var olan duygularını da gözönüne alarak) bu evliliği gerçekleştirmiş de olabilir!
Sonderece yalın ve samimiyetle kaleme alınmış anlamlı, güzel bir paylaşımdı. Kalbim çarparak, yüreğim sıkışarak okudum...
Değerli kaleminize, samimi üslubunuza ve güne duyarlı yüreğinize saygı ile hocam...
Hocam, Fikriye Hanım Çankaya Köşkünde Zübeyde Hanım da olmadan ne sıfatla kalmıştır? Atatürk'ün eşiydi diyebilir miyiz? Ya da sevgilisi miydi? Ya da sade bir akraba olarak mı kaldı köşkte? Neydi zavallı Fikriye? Hayat hikayesi bana hep ilginç ve çokça hüzünlü gelmiştir.
Bir de görüyoruz ki, kaynana her yerde kaynana. Koca devletin kurucusunun annesi de olsa kaynana :)
Hepsini rahmetle anıyorum.
Saygılarımla.
Hem korkusuz gözü pek bir asker, hem emsalsiz bir devlet adamı, hem günümüzde bile yol gösterici onlarca kitabın yazarı, hem alim, hem bilge, hem kurtarıcı, hem lider ve hem de mükemmel bir şair.
Bu şiirinden haberdar değildim, çok teşekkür ediyorum size Sami Öğretmenim, saygımla...
İnsanların, görünüş vitrindekileri hep konuşuyoruz!...
Oysa, atölyesindeki zahmetler, herkesin kendi yüreğinde küllenmekte ve ilk bakışta, soğumuş kül gibi hissi vermektedir.
Kimsenin özel hayatını ve kendi iç dünyasını sorgulayacak ve o'ndan netice çıkaracak aklı ve bilgisi yoktur.
Suskunluğa ulaşmış ve tarihe mâlolmuş plakların gönül raflarında birer hâtıra kalmasında mâni yoktur.
Sağlıkla kal... kendi iç dünyânızla barışık kal.
kadiryeter Kadir Yeter. 10 KASIM 2017 CUMÂ. TRABZON.
w.edebiyatdefteri.com/169131-ataturk-den-bir-siir/
sami biberoğulları'na