- 1220 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
KALLEŞLİK VE İHANETİN DORUK NOKTASI - MEZHEPLER NASIL VE NEDEN ORTAYA ÇIKTI? MUTLAKA GEREKLİ MİDİR?-- 4. BÖLÜM --
Muaviye’nin Şam’da aleyhine propagandaları ve kendisini halife ilan etmesi üzerine Hz. Ali Şam üzerine harekete geçti. Ancak aynı anda Hz. Ayşe de Hz. Ali’ye karşı bir ordu hazırlamış ve bu orduya Talha, Zübeyr gibi büyük sahabeler ve daha pek çok Müslüman dahil olmuştu.
Hz. Ayşe ve oluşturduğu ordu Basra’yı ele geçirip Basra valisi Osman Bin Huneyf’i esir ettiler ve ona çok kötü davrandılar. Bu olay üzerine Hz. Ali de Basra önlerine geldi . Önce Talha ve Zübeyr’i böyle bir savaşın olmaması için ikna etmeye çalıştıysa da muvaffak olamadı. Savaş kaçınılmazdı ve nitekim 9 Aralık 656 Tarihinde başladı bu savaş.
Savaş Hz. Ayşe’nin bindiği Asker adlı devenin etrafında cereyan ettiği için tarihe ’’ Cemel Vak’ası’’ olarak geçti.
Bu savaş bittiğinde Hz. Ayşe taraftarlarından 13.000, Hz. Ali taraftarlarından 2.000 insan öldürülmüştü.
Bu, akıl almaz bir savaştı. Talha ve Zübeyr’in öldürüldüğü, Hz. Ayşe’nin esir edildiği böyle bir savaşın altında yatan ana sebep ise maalesef hırs ve intikam duygularıydı.
Hz. Ayşe’ye atılan zina iftirası ile ilgili olarak Hz. Ali, kendisine fikrini soran Peygamberimize ’’ Araştırınız ’’ , hatta bazı kaynaklara göre ’’ Boşa gitsin’’ demişti ve Hz. Ayşe bunu asla unutmamıştı. Öte taraftan Zübeyr Basra, Talha, Kufe valiliklerini istemiş ama Hz. Ali ’’ Hayır’’ demişti. İşte bu sebepler toplamda 15.000 Müslümanın canına mal olmuştu.
Ancak, ’’ İhanetin doruk noktası ’’ Dediğim olay bu değildir.
Cemel Savaşından hemen sonra artık Muaviye ile Hz. Ali Arasında bir savaş daha da kaçınılmaz hale gelmişti.
Cemel Savaşından sonra Kufe’ye çekilen Hz. Ali biraz toparlanıp Şam üzerine yürümek için Nuhayle denilen yerde ordu kurdu. Bu arada Muaviye de Mısır fatihi, büyük komutan, kurnaz diplomat Amr İbn’ül As’ı yanına aldı ve Hz. Ali’nin ordusu ile Muaviye’nin ordusu Rakka yakınlarında Sıffin denilen yerde karşı karşıya geldiler. Karşılıklı barış görüşmeleri, anlaşma teşebbüsleri üç ay kadar sürse de bir sonuç alınamayınca 26 Temmuz 657 de savaş başladı.
Savaşın başlarında Muaviyenin ordusu perişan oldu. Yenilgi artık kaçınılmazdı onlar için. Ancak herşeyin aleyhlerine gittiği bir anda Amr ibn’ül As Muaviye ordusundaki askerlerin mızraklarının ucuna Kur’an-ı Kerim sayfaları taktırdı ve ’’ "siz ve biz birbirimizi mahvettikten sonra sınırları kim muhafaza edecek. Aramızda Allah’ın Kitab’ı hakem olsun" diye bağırmağa başladılar.
Bunlar aslında pek çoğumuzun daha orta okul sıralarında öğrendikleri bilgiler ama az sabır. Çünkü bilinmeyen bir konu da var burada.
Evet..Şimdi gelişmeleri dikkatle takip edelim ve neden ’’ İhanetin doruk noktası ’’ dediğimi anlayın.
Hz Ali, Mızrakların ucundaki Kur’an sayfalarını görünce çoğunluğu Kufe’li olan kendi ordusuna şöyle hitap etti: "Ey Allah’ın kulları ! Haklı ve doğru yolda olduğunuzdan şüpheniz mi var? Bu yolda ayak direyin,düşmammnızın cezasını verin. Muaviye, Amr ve ibn Ebi Muayt ve onlarla bulunan kimselerden çoğu din ashabı ve Kur’ân erbab ı değillerdir. Ben onları sizden iyi bilirim. Bunlar gençliklerinde gençlerin şeriri ( şer sahibi, kötü ) oldukları gibi yetişkinler sınıfına dahil olduktan sonra da o sınıfın şeriri olmuşlardır. Tanrıya yemin ederim ki bu bir hiledir. Maksatları sırf uğramakta bulundukları mağlubiyeti ve zaifliklerini kurtarmakt ır"
Lakin Kufe’liler ’’ "Allah’ın Kitabına dâvet edilmemize karşı ona uymamak elimizden gelmez" diye cevap verdiler.
Hz. Ali, kendisinin bunlarla savaşmasının, Kur’ân hükümüyle amel etmelerini teminden başka bir maksatla olmadığım, zira bunların Allah’ın emirlerine karşı ayaklanıp isyan etmiş olduklarını söyledi ise de bazı hafızlarlardan oluşan bir topluluk "Ya Ali! Kur’an’a dâvete uy. Yoksa seni tamamiyle onlara teslim eder veyahut Osman b.Affan’a yaptığımızı yaparız" dediler. Hz. Ali bir anda kendi ordusunun ihaneti ile karşı karşıya kalmıştı. Ya onların dedikleri gibi ’’ Kur’ana uyacaktı’’ ki bununla neyi kastettikleri bile belli değildi. Ya da yalnız başına savaşa devam edecek ve öldürülecekti, çünkü ordusu kendisine ayak diriyordu. Hz. Ali de savaşmakta daha fazla ısrar ederse ’’ Muhakkak ki Mü’minler birbirlerinin kardeşleridir. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allahtan korkun ki size rahmet edilsin’’ ( Hucurat Suresi 10. Ayet ) ayetine muhalefet etmiş durumuna düşürülecekti.
Hz. Ali, çaresiz kabul etti. Kur’an, Muaviye ile Hz. Ali arasında hakem olacaktı. Bunun için de her iki taraf birer hakem tayin edecekler ve halifelik konusunda bu iki hakemin vereceği ortak karara uyacaklardı.
Muaviye, hakem olarak Amr İbn’ül As’ı seçerken Hz. Ali’ye yine kendi ordusu baskı yapmaya başladı ’’ Ebu Musa El Aş’ariden başkasını hakem tayin etmezsen asla kabul etmeyiz’’ diye. Oysa Hz. Ali, halife olur olmaz ilk iş olarak Ebu Musa el Eş’ari’yi Basra Valililiğinden almak istemişti bunu gerçekleştiremese de... Yani Ebu Musa’ya güvenmiyordu. Nitekim de güvenmemekte haklı olduğunu gördü.
Hz. Ali fitne daha fazla büyümesin diye Ebu Musa’nın hakemi olmasını da kabul etti ve sonrası bilinen bir olay...
Muaviyenin hakemi ile Hz. Ali’nin hakemi anlaştılar. Her ikisini de halifelikten atacaklardı. lakin öyle olmadı. Önce konuşan Ebu Musa ’’ Parmağımdaki yüzüğü nasıl çıkarıyorsam Ali’yi de halifelikten öylece çıkardım’’ dedi ve parmağındaki yüzüğü çıkardı kürsüye koydu. Amr İbn’ül As ise ’’ Ebu Musa’yı duydunuz. Ali’yi halifelikten çıkardı. Ben de bu yüzüğü alıp nasıl parmağıma geçiriyorsam hakemi olduğum Muaviye’yi öylece halifeliğe geçiriyorum’’ dedi ve yüzüğü parmağına geçirdi.
Bu düpedüz bir hileydi. Ancak Hz. Ali’nin ’’ Bu bir hile ’’ demeye bile fırsatı olmadı zira karmakarışık olan bu ortam içinde taraftarlarının çoğu yine Hz. Ali’ye yüklenmeye başladılar.
Şimdi sıkı durun...
Hz. Ali’ye ’’ Kur’anın emrine uy ’’ Diyenler bu sefer de ’’ Sen niçin hakeme rıza gösterdin. Hüküm Allah’ın olduğu halde hakem tayinine rıza göstererek Allah’ın yolundan çıkıp kafir oldun’’ Demeye başladılar. Evet, Hz. Ali’ye diyorlar bunu. Onu tevbe etmeye davet ediyorlar ve diyorlar ki : ’’ Şimdi sen tevbe edip yeniden iman tazelemezsen biz sonuna kadar senin düşmanınız’’
Hani ’’ Kufelilerin ilk ihaneti bu değil’’ Demiştim ya..’’ İhanetin doruk noktası’’ dediğim işte budur.
Hz. Ali’den tam olarak istedikleri şey şuydu: Diz çökecek, el açacak ve ’’ Ey Allahım. Ben senin hükmünü çiğneyerek kafir oldum. Şimdi tevbe ediyorum ve tekrar Müslüman olmak istiyorum. Tevbemi kabul et’’ Diyecek, kelime-i şehadet getirip tekrar Müslüman olacaktı (!)
Hz. Ali ’’ Benden kendi ağzımla kafir olduğumu söylememi mi istiyorsunuz? Bunu hiç bir kuvvet bana dedirtemez ’’ Dedi. Eh bu hainler topluluğu da elbette biliyorlardı Hz. Ali’nin böyle bir şey demeyeyeceğini.
Ancak, burada şunu da belirtelim. Hz. Ali’ye ’’ Hüküm yalnız Allah’ındır ’’ Diyerek itiraz edip daha sonra onu şehit ederken bile hâla aynı ifadeyi kullanarak başına kılıç çalan hainlerin yanında ’’ Kanımızın son damlasına kadar her zaman senin yanındayız Ya Ali’’ Diyen ve gerçekten de kanlarının son damlasına kadar Hz. Ali’nin yanında olan insanlar da vardı ve maalesef İslam dünyası artık üç parçaya ayrılmıştı: Hz. Ali taraftarları, Muaviye taraftarları, Her ikisine de taraftar olmayanlar.
Hz. Ali, Sıffin Savaşından sonra şehit olduğu tarihe kadar artık Muaviye ile savaşmadı. Onunla yeni bir savaşa fırsatı da imkanı da olmadı çünkü İslam Dünyasının başında çok çok daha büyük ve önemli bir bela vardı: Hariciler.
Bu öyle bir belaydı ki Hz. Ali’nin karşısına İbn-i Mülcem olarak çıktı ( Onu şehit eden Katil ) Büyük Selçuklu Sultanlığnın en büyük devlet adamı Nizam’ül Mülk’ün karşısına Hasan Sabbah olarak çıktı. Daha sonra da Vehhabi’den, Selefiye, Selefi’den Boko Haram’a, Boko Haram’dan İşid’e, İşid’den Fetö Terör örgütüne kadar daha pek çok adlarla karşımıza çıktı.
----------------------------------------------------------------------
Devam edecek de etmeyecek de diyemiyorum. Ama havanda su dövmek de istemiyorum. Bakalım artık...
YORUMLAR
Kıymetli Sami hocam, ilginç bir yazı dizisi kaleme almışsınız, emeğinize kaleminize sağlık.
Yazınızın son satırında bu yazı dizisi için ‘’Devam edecek de etmeyecek de diyemiyorum. Ama havanda su dövmek de istemiyorum. Bakalım artık... demişsiniz ya, hiç şüpheniz olmasın gerçek okuyucularınız, her bölümünü ve her satırını ilgiyle okuyordur.
Saygı ve sevgilerimle.
Değerli hocam, az araştırma yaptım ve tek kelime ile özetleyecek olursam, Haricilik'in tam karşılığı yobazlık...
Fakat bu öyle bir yobazlık ki, akıl tutulması, Nuh deyip peygamber dememek olarak da kodlanabilir...
Putperestliğin bir türevi gibi de anlaşılabilir...
'Kötücül özneler'i tanımlamak da mümkün bununla...
Ülkelerin, kültürlerin yıkımlara uğramasını önemsemeyen bir özne...
İnsanoğlunda var böyle bir damar...
Çevremdeki öznelerden bir tüme varacak olursam;
-Bu damar korkak ve kalleştir,
-Bu damar bencil ve sorumsuzdur,
-Bu damarın iffet ve ahlak anlayışı riyakardır,
-Bu damar yaratıcılıktan yoksundur,
-Bu damar fırsatçı ve yağmacıdır,
-.........
-.........
Aslında bu damarı Türkçe'de yüzde 100 tanımlayan bir kelime var: Kancıklık...
İşte bunlardır trafiğe alkollü çıkanlar...
İşte bunlardır düğünlerde silah sıkanlar...
İşte bunlardır spor karşılaşmalarında saldırganlaşanlar...
İşte bunlardır Gezi çirkefliğinde duvarlara "Zulüm 1071'de başladı" yazanlar...
İşte bunlardır "Lut kavminin çocuklarıyız" pankartı açanlar...
İşte bunlardır onca hizmeti hazmedemeyenler...
...........
...........
...........
Siyaset sahnesinde kimin bu damardan beslendiğini de yazacak değiliz...
Selam ve saygılarımla.
Serhat BİNGÖL
Saygı ve sevgilerimle.