- 882 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ARTVİN FIKRALARI-13
196-ZATEN HAYVANLAR YİYER
Artvin’den İstanbul’a yerleşerek zamanla yükselmiş bir bürokrat, Şile Köylerinin birinden geçerken “Süt Bulunur” diye yazan bir evin bahçe kapısında arabasını park eder, bahçeye girer. Bahçede sıra sıra dizili meyve ağaçları içindeki dutlar dikkatini çeker. Dut mevsimi olduğundan aşağı sarkan dalları ve yerler beyaz iri dut meyveleriyle doludur, çekinerek bir tanesini dalından koparır ağzına atar, bal gibi tatlıdır. Kendisini karşılayan evin yaşlı hanımından süt ister. Süt gelinceye kadar ağaçlara bakarak köydeki çocukluk günlerini anımsar, dut pekmezi kaynattıkları, pestil döktükleri anlar bir film şeridi gibi gözleri önünden geçer. Gözleri yaşarır, sütü getiren yaşlı hanımın “buyur” sesi üzerine rüyadan kendine gelir. Ücreti öder, sıkılarak “dalından birkaç dut yiyebilir miyim?” diye sorar. Yaşlı hanım hiç düşünmeden cevap verir.
-Ye Oğul ye!..Zaten hep hayvanlar yiyer.
197-OKUMADAN- DOKUMADAN
Halk Müziğimize önem verilmeye başlandığı yıllarda Artvin’den Zurna-Ney Sanatkârı Cevri Altuntaş da Ankara Radyosu’nda çalışmaya başlar ve ismi anons edilince akrabalarının övünç kaynağı olur. Poşa kökenli olan sanatçımız için “Cevri Emim, okumadan-dokumadan Celal Bahar’ın sofrasına kondi” diye yakınları halka caka satarlar.
Yıllık izninde akrabalarının yanına gelen Cevri Usta’ya halkın ilgisini görmek için kendisinden Artvin’in bir caddesinde tek başına gezmesini isterler. Sanatçımız sahnede giydiği takım elbisesi, başında fötr şapkası ve gözlerinde de güneş gözlükleriyle gezmeye başlar, uzaktan da bir yakını da takip eder. Dükkânlarının önünde oturmakta olan esnaf ve caddede bulunan halk hiç oralı olmaz, ilgilenmez. Duruma canı sıkılan takipçi, dükkânı önünde oturan bir esnafın yanında durur:
-Af buyur!.. Buradan fötr şapkalı bir Beyefendi geçti mi? Gördün mü? Diye sorar. Esnaf gittiği yöne bakarak:
-Biraz evvel, fötr şapkalı bir akraban geçti, onu gördüm yalnız, der.
198-KEŞKE KOVULSAYDIM DA
Ardanuç-Yolağzı Köyü’nden Feyzullah Acar, öksüz ve yoksul olarak çocukluğunu köyünde geçirdikten sonra hizmetkâr iken İstanbul’a kaçar. Orada kendi azmi, kısmen de hemşerilerinin yardımı ile okur, Yüksek Mühendis olur ve zaman içerisinde yükselerek bir kurumun başına getirilir.
Yıllık izninde köyünü ziyarete giderken Irmaklar Köyü’nde Şirnagiller’in kapısına gelir, bahçedeki kırmızı kirazlar dikkatini çeker ve çocukluk anıları depreşir. Makam aracını bir ağacın altında durdurur, aracın üstüne çıkarak kırmızı kirazlara ulaşır, bir tanesini kopararak midesine indirir. Bu arada ev tarafından bağırmaların, köpeklerin ve taşların üzerine geleceğini düşünür, birkaç tane daha koparır, ama evden hiçbir hareket görülmez. Son kopardığı kirazı ağzında çiğnese de yutamaz, boğazına takılır. Hıçkırarak ağlar, arabasına biner ve Kontrom Taşı Yokuşunu tırmanırken kendi kendine:
-Keşke köpeklerle, taşlarla ve küfürlerle hurdahaş kovulsaydım da o eski hayat dolu evin üstündeki ölü toprağını görmeseydim, der.
199- NUMARASINDAN KOVANINI BİLİR
Artvin’in bol çiçekli, hoş kokulu yaylalarının birinde; yüzlerce arı kovanında binlerce arı vızıldayarak çalışmakta, İstanbul’dan gelen arkadaşı kovanların sahibi ile çayını yudumlarken bu eşsiz ahengi hayranlıkla izler. Bir ara kovan sahibine sorar:
-Yahu bu arılar, kendi kovanlarını nasıl bulurlar? Bir bileni var mı? Mal sahibi biraz düşündükten sonra kovanların üzerlerindeki numaralara gözü takılır ve cevaplar.
-Arıları eğittim, her arı kendi kovan numarasını bilir, ona göre hareket eder, der. Arkadaşının şaşkınlığı iyice artar:
-Arıların bu özelliğini yeni duyuyorum, der.
200-AYININ OKUMASI
Doğal hayatın korunması için Artvin’de boz ayıların avlanmasına yasak getirilir. Ancak insanların malına, canına verilen zararı doğal karşılanır. Bu durumdan rahatsız olan köylümüzün biri değişik bir yöntem uygular. Tarlasının uygun bir yerine ayı kapanı kurar ve her yerden görülecek şekilde “Dikkat!.. Ayı Kapanı Var” yazılı bir levha asar.
Aradan uzun zaman geçer, tarlasına ayılar gerçekten uğramaz. Ancak bir süre sonra ayının birinin kapana yakalandığını görür ve yanına yaklaşır:
-Ayı Kardeş!..Akrabaların yazıyı okudular,üç aydır tarlama uğramadılar.Senin ya okuman yok,ya gözlerin görmüyor ve yahut şansın yok.Ben şimdi seni ne edeyim? Der.
201-ASIN BENİ!..
Ayı avlanma yasağı Artvin’de yürürlüğe girdikten sonra köylü, ürünü koruyamaz duruma düşer. Dikilen korkuluk ve ses tuzakları da fayda etmez, zamanla umursamazlar. Durumdan iyice rahatsız olan yaşlı bir köylümüz, mısır tarlasında koh yaparak tüfeği ile nöbet tutmaya başlar. Bir kaç gece sonra bir ayının tarlasına girdiğini anlar ve korkutmak için havaya bir el ateş eder, ancak ayı tüm hızı ile üzerine koşar, kendine yaklaşırken ikinci kurşunu da ayıya sıkar, öldürür. Ayı öldürmekten hâkim karşısına çıkarılır, hâkim:
-Bir ayı öldürmüşsün, cezasının hapis olduğunu bilmiyor musun? Diye sorar. Yaşlı Adam:
-Bilirim Hâkim Bey de, ayı beni öldürseydi, o da yargı karşısına çıkacak mıydı? Onu bilmiyorum, öğrenmek isterim, der. Herkeste bir gülümseme olur, hâkim biraz düşündükten sonra:
-Kanun ve mevzuatımızda bu konu açık değil, konuyu saptırma diye köylüyü azarlar. Köylümüz tekrar ayağa kalkar ve yalvarır gibi:
-Sayın Hakimim !..Bana hapis cezası vermeyin,asın. Ayının yaşama hakkı var ama benim yok. Böyle memlekette yaşanmaz, lütfen asın beni, der.
202-VE TANRI BİR ÖĞRETMEN YARATIR
Ardanuç-Yolağzı Köyü’nde ilköğrenim 3 yıllık olduğu dönemde Bahaddin Pehlevan, diğer sınıfları Şavşat-Karaağaç Köyü’nde tamamlayarak Cilavuz Öğretmen Okulu sınavlarına girmeye hak kazanır. Sınavlarını başarı ile vermesine rağmen sağ eli işaret parmağının eğriliğinden dolayı sağlık raporunda takılır.
Üzgün bir şekilde odayı terk ederken; yıllar önce köy çayırında atının kaçmasını engellemek için ipinde sürüklenmesini, elinin yaralanmasını ve çektiği acıları anımsar. Daha da kötüsü bu olaydan dolayı öğretmenlik hayalleri de suya düşmek üzeredir. Bu düşünce ve öfke içinde hastane bahçesinde dolaşırken taş duvardaki delikli bir taş dikkatini çeker. Yanına yaklaşır ve tüm gücü ile eğri parmağını o deliğe sokar, düzeltir ve sevinç gözyaşları içinde sağlık kurulu odasına dalar. İki elini heyete doğru uzatır ve ağlamaklı sesle:
-Bakın Efendim, parmağım düzeldi, artık sağlamım der. Bu sırada göz damlaları üzerine bir de parmağından akan kandamlaları dökülmektedir. Durumu gözleri fal taşına dönerek izleyen heyetin yaşlı başkanı üyelere bağırır:
-Yaptığınızı beğendiniz mi? Bu çocuğu sağlam yazalım,demedim mi size?.Şimdi sağlam yazıyoruz ve çocuğu tedavi ediyoruz,der. Ve:
Tanrı bir öğretmen daha yaratır.
203-VERMEZSE MABUT…
Artvinli bir Celep, çobanı ile birlikte sürüsünü Hopa üzerinden gemiyle İstanbul’a götürür. Kesimhaneden parasını aldıktan sonra çobanın ücretini de öder. Celep purti(1) almak için uğraşırken çoban ortalıkta görülmez, niyeti iş bulmak ve İstanbul’da kalmaktır. Bu arada kendisine piyangodan yüklü bir para çıkar. Zengin olduğunu göstermek ve patronuna caka satmak için baştan aşağı yeni giysilerle donanır, eski elbiselerini bir paket yapar. İkramiyesini almak için Galata Köprüsü’nde ilerlerken elindeki paketi denize fırlatır. Piyango İdaresinde biletini göstermesi istenir, tüm ceplerini arar fakat bulamaz. Sonra bileti eski ceketinin özel bir yerine sakladığı aklına gelir, kaynar sular başına dökülmüş gibi olur. Zira denize attığı paketin üzerinden kayıklar, mavnalar ve gemiler geçmiş, piyango bileti de bilinmez bir limana demir atmıştır.
Çobanımız patronun kaldığı otelin yolunu tutar. Durumu üzgün şekilde anlatır, köye dönüş parası dahi kalmamıştır. Elbiselerini dönüş parası için patronuna uzatırken; Patronun dudaklarından meşhur söz dökülüverir:
-Vermezse Mabut, neylesin Sultan Mahmut.
1-Purti: Manifatura malzemesi
204-SON İKİ ŞART
Ardanuç-Yolağzı Köyü’nden Berta-Sakalar Köyü’ne Köy İmamı Molla Dursun’un kızı Fadime gelin gider. Örf ve adetlerin geçerli olduğu o devirlerde; gelenek gereği bir hafta sonra eşi Harun Şimşek ile baba evine ziyarete gelir. Damat köy erkeklerine hizmet ederken imamın kızı da arkadaşları ile özlem giderir. Kızların en çok merak ettikleri, zifaf gecesi ilk defa karşılaştığı kişiyle nasıl tanıştığıdır. Bu konu çok sorulduğundan imam kızı:
-Kocamın bena ilk sozi “De bahah(1) İmam Kızı!..İman’ın son iki şarti nadur? Suali oldi, der. Arkadaşları daha da meraklanır; “Eee!.. Sonra, sonra; sen na dedin? Diye sorarlar. Fadime Hanım biraz çekinir, sonra gülerek:
-“Senla, ben” dedim, der.
1-De bahah: Söyle bakalım
205- NA SAN,NA DA BİZ TERLİYAH!..
Yusufeli’nin bir köyündeki camiye imam atanır, zamanla imam kendine inek satın almış. İnekleri otlatmaya götürmüş ama bahar ayında olunduğundan otlak bir süre için koruma altındadır. Sağa sola bakar kimseyi göremeyince ineklerini otlağa salar.
Durumu uzaktan izleyen köy korucuları sessizce yaklaşırlar. Hava sıcak olduğundan bir ağacın gölgesinde durur, imama seslenirler:
-İmam Efendiii,İmam Efendiii!..Oki sani dogacayuh,ya gal habela golgaya,na san terla,na da biz terliyah…(1)
1-Seni nasıl olsa döveceğiz, şöyle gölgeye gel de, ne sen terle, ne de biz terleyelim…
DEVAM EDECEK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.