- 900 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
YAŞLILAR TUTUK-EVİ…(1)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bakışları hep aynı noktaya takılı kalmıştı. Öylece kımıldamadan, yüzündeki donuk ifadeyle pencereden bakmaktaydı. Yaşının 70, ya da 80 olduğunu tahmin ettiğim yaşlı kadını o an, gözlemlemeye başladım.
Yüzündeki derin oluklar, her iki yanağının dudak kenarından çenesine doğru iki nehir halinde uzanmaktaydı. Aynı benzer derin çizikler dudaklarını da çevrelemişti. Dikine taranmış teraslı topraklar gibi ince ince aşağılara doğru uzanmaktaydı. Üç derin çizgi de alnındaydı. Elmacık kemiklerinin üzerindeki ince deri pembemsiydi. Yaşlı kadın, pamuk renkli saçlarını başının arkasına tarayıp ensesinde küçük bir topuz halinde toplamıştı.Kulaklarında beyaz inci küpelerle oldukça zarifti.
Pencere kenarındaydı. Üzerinde yakası ve kolları beyaz biyeli siyah bir elbise giyinmişti. Sade ve çok şıktı. Sanki birini bekler gibi sıkıntılıydı. Öylece kıpırtısız oturuşu dikkatimi çekmişti. İçeriyle hiç alakalı değildi. Dışarıdaki hava güz mevsimini muştular derecesinde kapalıydı. Sağanak halinde yağan yağmura gök gürültüsü eşlik etmekteydi. Yağmur kesintisiz son hızıyla devam etmekteydi.
Pencere kenarında küçük vazoda iki kırmızı, bir pembe olmak üzere üç karanfil vardı. Acaba hangi ziyaretçi, kime getirmişti o karanfilleri?
Gördüğüm öyle güzel bir kareydi ki...
Pamuk saçlı kadının bakışlarının rotasını takip etti gözlerim. Onun görünmez izlerinde yol alırken bakışlarım, az ilerideki yolcu terminaline takılınca ürpermişti yüreğim. Pamuk saçlı kadın, demek birini bekliyordu. O an bir sesle sıçramıştım yerimden;
" Boşuna vakit kaybetmeyin. O kadın tırlatmış. Tam 5 gündür hep orada. Galiba geçmişe daldı yine. Haydi, gelin çayımızı soğutmadan içelim."
Yanıma gelen kişi huzurevinin yöneticisiydi.
"Acaba kimi bekliyor?"
Fısıltım dudaklarımdan yüksek çıkmıştı ki yanıt buldu:
"Kimi kimsesi yok ki... Bir kızı vardı. O da yok artık... Beklediği inle cin olmalı..."
Müdüre hanımın esprisi hiç de hoş değildi. Röportaj için geldiğim huzurevinde düşüncelerimi açıp işimi bulandırmak istemiyordum.
"Belki de kızını bekliyordur…" diye tamamladım yarım kalan cümlemi.
Bakışlarımdaki şaşkınlığı yakalayan kadın gülerek yanıt verdi.
" Ölmüş kızını mı? Ha ha ha… Size anlatmaya çalıştım ya az önce...”
Müdüre Hanımın ne demek istediğini o an kavramakta zorluk çekmekteydim. Üstüne basa basa sordum:
“Bana anlatmak istediğiniz neydi ki?”
Kuru kemikli elleriyle dirseğimden yukarısını sıkıca tutup beni kendisine doğru sürükledi:
“ Dedim ya... belki de in cin bekliyordur, diye... Öldü onun kızı öldü, anlıyor musunuz? Bırakın o moruğu şimdi. Haydi, gelin çaylarımızı soğutmayalım…"
İçimden ’la havleler ’ çekiyordum. İnsan denen varlığın, bir diğer insana verdiği acı, doğadaki en vahşi hayvanın keskin dişlerinden bile daha acı vericiydi.
Duymak istemediğim yanıtı alırken çok sarsılmıştım:
" Adı Mesude... Beş gün önce ölen kızının vasiyetini noter gelip okuduktan sonra her gün o pencereden saatlerce ayrılmaz."
Müdüre hanımdan bu sözleri duyar duymaz yüreğimdeki üşümeler, aşağılara doğru kaydı. Aynı ürperti bedenimin tüm hücrelerine yayılmıştı. Hani soğuk alırsınız da her yanınız kırılır, ateş öncesi üşürsünüz ya, ben işte aynı öyleydim.
Hikâyenin devamını dinlemek üzere müdüre hanımın odasına ayaklarım titreyerek gidiyordu.
Emine Pişiren/ Kocaeli-2017
YORUMLAR
Kendime kızıyorum :(((
Neden diyeceksiniz?
Yayınladığım yazıma geri dönüşlerim çok geç oluyor da ondan...
Günün yazısına layık görülmüş, üstelik de okur dostlarımı yazımın devamı için bekletmişim...
Bu durumda nasıl kızmam ki kendime?
Ne olur hoşgörün beni!
Bahanem çok, ama hiçbirini yazmayacağım.
Sadece size iki duygu borçluyum; Özür ve teşekkür!
Bunu bilmenizi istedim.
Özür dilerim,
Teşekkür ederim.
emine pisiren
Uyarınızı dikkate alıyorum.
Teşekkür ederim.
Selam ve saygıyla