- 937 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
540 - PORTAKAL ÇİÇEĞİ
Onur BİLGE
“Portakal Çiçeği’m,
Nasıl da dolardı dükkân, Kaleiçi’nde. İçerisi tıklım tıklım, belediye otobüsü gibi et ete, balık istifiydi. Dışarılara kadar taşardınız, yetmezdi de karşı arsadaki badem ağacının altına yayılırdınız. Düğün eviymiş gibi bir kalabalık… Şimdi, suyu çekilmiş değirmene döndü oralar.
Hafiften bahar geldi ya yine yeşillendi Antalya. Evlerin içinde, sobaların başında pinekleyenler kapı önlerine çıkmaya başladılar. Kaleiçi akşamlarını bilirsin, gülüş cümbüş… Eline kemanını, darbukasını, klarnetini alan Roman vatandaşlar eski usul çalmaya başladılar mı etrafta ne kadar ehlikeyif varsa toplanıyor başlarına, vur patlasın, çal oynasın! O küçük kızlar nasıl da kıvırtıyor, büyüklere taş çıkartıyorlar! Bildim bileli eğlencelidir Antalya geceleri.
Bugün yine sabahtan akşama kadar bizim çocuklarla çalıştık, yorulduk. Akşam yemekten sonra şöyle bir parka doğru gidelim dedik. Herkes açmış radyosunu, çıkmış sokağa… Kimisi çaput kilim sermiş kapısının önündeki betona, üstüne minderler atmış, kimisi iskemleler, küçük oturaklar çıkarmış. Konu komşu bir araya gelmiş bazı yerlerde. Çaylar kahveler içilmekte, gülünüp eğlenilmekte. Birisi iki kanadını da açmış yerden evinin kapısının, girişe yan gelmiş yatmış. Biz geçerken şöyle bir doğruldu, baktı. Bizim gençlerden birini tanıdı. Selamlaştılar.
“Ne yapıyon, ne ediyon Hasan Emmi?” dedi, Fethi.
“Dengilivedim, yatıyon, yorgunluk çıkarıyon. Siz nereye gidiyonuz?”
“Şöyle bi dolaşcez. Yemeği çok gaçırmışız da…”
“Hadi bâlım! Gezin eğlenin, bizim yerimize de! Uğur ola! Bubangile selam söyle!”
“Baş üstüne!”
Bahar kendisini iyice belli etmiş. Etrafta çam ve çiçek kokuları… Meşhur Burhan Kilit Kolonyaları vardır ya, Antalya Geceleri, Beyaz Zambak, Altın Damla, Menekşe, Tütün, Çam, Limon gibi… Tek katlı evlerin, taş duvarlarla çevrili bahçelerinden çiçek, yanımızdan geçen insanlardan kolonya kokuları geliyor, bazıları alkol, sigara veya ter kokusuyla ağırlaşmış oluyordu. Erkeklerin hemen hemen yarısının elinde sigara olduğu için aldığımız nefeslere ara ara sigara dumanı karışıyordu. Hele Çamlıca’nın kokusu uzaktan fark ediliyordu.
Ara sokaklardan caddeye çıkınca sıra sıra dükkânlar, kahvehaneler… Kimilerinin kepenkleri inik, kör, sağır, dilsiz, kimilerinin vitrinleri ışıklı, gözleri fıldır fıldır… Dondurmacı dükkânları da iş yapmaya başlamış. Elmas Dondurmacı ile Tektat karşılıklı faaliyette… Sıra sıra külahlar, dizi dizi salepler…
Kalekapısı’ndan sağa saptık, Tophane’ye kadar gittik. Orada dolaştık biraz, denizi seyrettik, sonra da İskele’ye indik. Bir de baktım ki bizim millet orda! Oturmuşlar denizin kenarındaki kayalıklara, gel keyfim gel! Haluk udunu almış eline, o çalıyor, İsmail söylüyor, diğerleri de tempo tutuyorlar. Hemen karşılarındaki sandalda Kaptan’ın oğluyla bir arkadaşı, gece balığa çıkmaya hazırlanıyorlar… Az ilerde Yorgo’’nun meyhanesi… Onda da her gece şarkı, türkü, fasıl…
Seninle birlikte her zamanki oturduğumuz kaya yastaydı. Karalar bağlamış, kapkara kararmış kalmış, hastaydı. Gayriihtiyari yanına kadar gittim. Gözleri yaş içindeydi. Yanaklarındaki damlalar, ay ışığı altında pırıl pırıl parlıyordu. Dalgalar da onun matemine iştirak ediyorlar, dizlerini döve döve ağıt yakıyorlardı.
Bir ara Deniz Kızı halinde hayalini görür gibi oldum. Bir belirdin bir yok oldun, serap misali. Altın balık, üstün çıplak, simsiyah saçların belinden aşağıya kadardı ve bembeyaz tenini gizliyordu. Denizden yeni çıkmış gibiydin. İlk gördüğüm günkü gibi ıpıslak… Bana sırtın dönüktü, yüzünü göremedim. Bir bilsen, o anda orda bir an için de olsa, hayalen de olsa görmeyi ne kadar çok isterdim! Burnumun direği sızladı, gözyaşları gözlerimi yaktı. Kirpiklerime kadar geldi dayandı, az kalsın akacaktı! Bu koskoca adam neredeyse bunca gencin arasında utanmadan ağlayacaktı!
Sen, Portakal Çiçeği’mdin benim. Yanı başımda oturur, başını omzuma dayar, gözlerini kapatır, hayallere dalar, geleceğe dair planlarını anlatır, beklentilerini sıralarken adeta kendinden geçerdin. Bense çıt çıkarmadan dinlerdim seni. Ürkek bir kuş omzuma konmuş da azıcık kıpırdasam uçuverecekmiş gibi hisseder, ruh gibi dururdum. Nefes almaya korkardım inan! Oysa dalga sesleri vardı, dış sesler vardı. Bahar ve yaz günlerinde gündüz gece hiç uyumazdı ve hiç susmazdı ki bu şehir, hep böyleydi.
Alçak sesle şarkılar söylerdin. Biliyor musun, en çok da o huzuru özledim! Yeni çıkan şarkılardı, benim anlayacağım tarzda değildi ama onlar, senin sesinden olunca, dünyanın en güzel, en romantik aşk şarkılarına bedeldi! Daha çok espri yapardım seni güldürmek için. Komik olaylar, fıkralar anlatırdım. Ne kadar güzel kahkahalar atardın! “Hep gülse, hiç bitmese!” derdim. Neşem olurdun, mutluluğum, her şeyim…
Sonra karşıma otururdun. Anlatırdın da anlatırdın, o aşkmavi gözlerinle gözlerime baka baka. Arada dizime, omzuma da vururdun, farkında mıydın? Bir gün de mandolin çalmıştın bana o kayanın üstünde. Hüzünlü şarkılar söylemiştin. O gün çok konuşmamıştın. Bir derdin vardı, durgundun. Neler düşünüyordun, bilmiyordum. Merak ediyor, sormaya cesaret edemiyordum. Çalıp söylerken gözlerin dolmuştu. Bir ara elinin tersiyle yanaklarından akan damlaları sildiğini gördüm. İnan ki her damla için ayrı ayrı öldüm!
Yaşayan Ölü”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 540
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.