- 1192 Okunma
- 5 Yorum
- 3 Beğeni
MAHLEP
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ali askerden geleli bir hafta geçmeden annesini kaybetmişti. Onun üzüntüsüne babaları daha fazla dayanamamış hakkın rahmetine kavuşmuştu. Daha bunların acıları geçmeden başka bir acı yaşamıştı. Ağabeyi mirası bölmek istiyordu. ‘’Sen nasıl istersen’ ’deyince, paylaşmaya başladılar. Önce ev paylaşıldı. Küçük oda Aliye verildi. Bir tencere bir tava. Sen tek kişisin ne yapacaksın, bunlar sana bol bile gelir demişti ağabeyi. ‘’He’ ’dedi. ‘’Yeter ne olacak’’ Sonra bir inek ve bir öküz düştü payına. Sıra tarlaları bölmeye geldi. Ağabey kendini çok akıllı ve uyanık sanıyor, iyi verimli yerleri kendine ayırıyor, çorak verimsiz gördüğü yerleri de bak sana büyük olan yeri veriyorum. Kıymetimi bil diye kardeşine veriyordu. Oda ne derse sağ ol abi. Allah Büyük deyip razı oluyor, ağabeyi kırmak istemediğinden sesini çıkarmıyordu. Buralarda kalacak değildi. Ana gitmiş. Baba gitmiş. Bununla da kalınmaz Zaten verimsiz yerler. Ekersin bitmez, bitse büyümez diye düşündü. Gurbete gidip çalışmayı aklına koydu. Bir tanıdığı Almanya’ya gitmesini tavsiye etmiş. Olur, aslında neden olmasın diye dilekçeyi verdi. Müracaatını yaptı. Beklemeye başladı. Zaman geçtikçe sıkılıyordu. Ne ses var ne seda. Ağabeyi ikide bir edalı bir sesle soruyordu:
-ne oldu senin Alamanaya işi? Hani ağabeyi olmasa açacaktı ağzını, yumacaktı gözünü. Yutkundu.
- Yok, ağabey henüz bir haber çıkmadı.
Boş durmak olmaz iyi kötü gene bir şeyler ekerim diye tarlaları sürmeye başladı. Tam ekecek beklediği haber geldi. Başvurusu kabul edilmişti Apar topar ne varsa öküz inek sattı. Almanya’ya gidecek, ağabeyi dedi ki:
- O tarlaları ben ekeyim.
‘’Ne kadar fırsat düşkünüsün sen’’ diyecek oldu. Söyleyemedi. Yutkundu. Durdu. Kesin ve net bir ses tonu ile ilk defa karşı çıkmanın mahcubiyetinizde takınarak,
-Olmaz, yazın geri döneceğim yulaf ekeceğim. Sakın bir şey ekme. Sakın ha. Gelince ne varsa sökerim, konu komşuya ayıp olur.
O gittikten sonra ağabeyi ne zaman sürülü tarlalardan geçse sinir küpüne dönüyor, ona ektirmemek için ne yapsam diye düşünüyordu. Bir gün keçileri otlatırken dere kenarında, etrafını çalılarla kaplamış bir ağaç gördü. Yuvarlak küçük tohumları yerlere dökülmüş, çukur olan yerlerde avuçlar dolusu birikmişti. Baktı, baktı. Sonra yanında taşıdığı azık torbasına doldurmaya başladı. Getirdi kardeşinin sürdüğü tarlalara atmaya başladı. Bir yandan da kendi kendine söyleniyor gülüyordu.
-‘’Sen gör, sen gör. Bunlar büyüsünde bakalım başka bir şey ekebilecek misin? Yulaf ekecekmiş. Ek bakalım, ek’’.
Ektiği tohumlar ilkbaharda yeşermeye başlamıştı. Komşular görürde bir şey derler diye o taraflara pek gitmiyor, uzaktan uzağa yeşeren büyüyen çalılara bakıyordu. Köylüde şaşırmış gelip soruyorlar. Oda için, için gülerek cevap veriyordu.
-Ne biyeyim ben Alinin tarlasını, gitmem, gelmem. Ekeyim dedim hasetliğinden vermedi. Hal bu ki ben onun ağabeyi idim. Kim bilir ne bitti. Adamlar uzaklaşınca gülmekten katılıyor ellerini ovuşturuyordu. ‘’Ekecekmiş. Ek bakalım’’. Yıllar geçtikçe tarla bir fundalığı andırmaya başlamıştı.
Ali beş yıl gelmedi. Ağabeyi geleceğini haber alınca gülmeye başladı.
-‘’Gelsin, gelsin bakalım. Gelsin de ormanı görsün. Nereye gelecek, tarla yok, yer yok. Her taraf çalı oldu. İyi oldu. Oh olsun. Ekeyim dedim ektirmedi, nankör. Hâlbuki ben onun ağabeysiyim’ ’diyordu.
Ali akşam geldi. Ağabeyi buyur etti. İki kardeş sarıldılar. Hediyeler getirmişti. Onları ağabeye, yengesine, yeğenine verdi. Ağabey dönüp dönmeyeceğini merak ediyordu. Dönmek istemediğini öğrenince,
-Burda nedeceğen. Tarla yok yer yok.
-Niye ki tarlalara ne oldu?
-Ne olacak bakımsız yere. Orman oldu. Birazda sitem karışık. Sana dedim ki ekeyim. Olmaz dedin. Şimdi ne yapacaksın bakıyım. Çalıdan içine girilmez. Orman olmuş.Ormannnn.
-Nasıl orman?
-Ne bileyim. Yarın gider bakarsın. Sustular. Ali tarlaya ne olabileceğini düşünürken, ağabeyi yüz ifadesini görmek için sabırsızlanıyordu. Sabah olunca tarlalara doğru yola çıktılar. Uzaktan sık bir çalılık gibi gözüküyordu. Yaklaştıkça ağaçlar belirlenmeye başladı. Ağabeyin gözü Alinin üstünde idi. Onun üzüntüsünü görmek, oturup ağlamasını seyretmek istiyordu. Tarlaya varınca Ali şaşkın:
-Abi bu ne?
-Dedim oğlum, ekilmeyen tarla ne olacak. Bundan sonrada ekilmez? Kardeşine baktı. Ellerini açmış. Yalvarıyordu. Şaşılacak şey ağlamıyordu.
-Allah’ım Şükürler olsun sana, verdiğin nimetlere. Ağabey şaşkın aptal aptal kardeşine bakıyordu. Acaba şoka mı girmişti. Sonra doğruldu. Ağabeyinin elini tuttu. Gözlerine bakarak:
-Ağabey biliyor musun? Bunlar İdris ağacı. Küçük küçük meyveleri olur. Yabani kiraz da derler. Mahlep derler meyvelerine. Çok pahalıdır. Çok değerli bir ağaçtır bunlar. Nasıl gelmişler buraya. Allah’ın hikmeti işte. Biz elin memleketinde sürünürken kısmet ayağımıza gelmiş. Hemen birkaç adam bulup diplerini temizletmem budama yapmam lazım. Köyde adam bulabilir miyiz? Yevmiye önemli değil. Birde diplerine gübre döktük mü? Oh! Ağabeyi ne diyeceğini ne yapacağını şaşırmış bir halde idi. Dizlerinin bağı çözülmüş, gözleri kararmıştı. Yere düşerken,
-Beni tut diyebildi. Bayılmıştı.
YORUMLAR
Oh içimin yağları eridi...
Allah garibanın mazlumun yanındadır.
Çokça tebriklerimle
Duran çardak
Duran çardak
Mevlam neylerse güzel eyler, kalbi güzel ve temiz olan mutlaka mükafatını alıyor. Ne mutlu Ali'ye.
Çok güzel bir öykü, tebrik ediyorum sizi, saygılar.
Duran çardak
Merhaba Duran kardeş, öncelikle kutlarım güne gelen öykünüzün özgünlüğünü.
Kabil değil de Habil'in kazanması güzel. Dilerim yer karasında sonunda hep öykünüzdeki gibi iyi kalpler kazanan olur.
Emeğe ve sanata saygımla.
Duran çardak
Hocam,
su gunlerde okudugum en guzel yazi.... paylasim icin tesekkurler.
Selamlar,
abdullah