- 1449 Okunma
- 0 Yorum
- 3 Beğeni
UZUN ÖNLÜK
UZUN ÖNLÜK
Dört tarafı meşe, çam, gürgen ormanlarıyla kaplı, yüksek dağların arasında, çiçeklerin halı gibi süslediği şirin vadiye kurulmuş elli haneli küçük köyün taş duvarlı toprak evlerinin birinde yaşıyordu İsmail. Henüz beş yaşında, sessiz sedasız, kendi halinde bir çocuktu.
Yaz mevsimi bitmesine rağmen Eylül sıcakları yakıp kavuruyordu ortalığı. İsmail, ikindi üzeri bahçedeki dut ağacının koyu gölgesinde çam ağacının kabuğundan yaptığı oyuncaklarıyla oynuyordu. Annesi Sıdıka’nın “İsmaiiiiiiiil” diyen kulakları yırtan sesiyle irkildi. Annesine baktı. Annesi:
- Oğlum gel! Baban şehirden geliyor. Haydi, yardıma gidelim.
İsmail, oyuncakları bıraktı. Koşarak babasının geldiği yöne hareket etti. Babasına yaklaşırken avazı çıktığınca bağırıyordu:
- Babaaaa! Bana ne aldın?
Babası:
- Ne almadım ki; al bu güzel çanta senin.
İsmail çantayı aldı. Çanta epeyce ağır olmasına rağmen yine de koşar adımla
eve döndü. Çantayı heyecanla açtı. Kalem, defter, silgi gibi her çeşit ders araçları vardı. Bir de kömür karası, simsiyah önlük. İsmail bunları babasının niye aldığını anlamaya çalışırken annesi kapıdan girdi. Okul eşyalarını görünce eşine dönüp:
- Bekir Bey, bunlar da ne?
Bekir:
- Görmez misin hanım? Okul eşyaları.
Sıdıka:
- Görüyorum elbette. Okul için İsmail çok küçük değil mi?
Bekir:
- İsmail için okulun tam zamanıdır. Oğlum, babasının yaptırdığı bu güzel
okulun ilk öğrencilerinden olacak.
İsmail, okula başlayacağını duyunca hiç sevinmedi. Okula gitmek gibi bir hevesi yoktu ama babası kaydını çoktan yaptırmıştı.
Okulun ilk günü gelip çattı. İsmail, “Gitmem de gitmem! Ben okula gitmem.” diyerek ağlıyordu. Annesi ikna etmeye çalıştı. İsmail bir türlü ikna olmadı. Annesi, güç bela önlüğünü zorla giydirdi. Kömür karası önlük, zaten esmer olan İsmail’i simsiyah gösterdi. Önlük uzundu. İsmail’in diz kapaklarına kadar iniyordu. İsmail, “Ben bunu giymem!” dese de annesi, “Seneye uzarsın. O zaman tam üstüne göre olur.” diyerek İsmail’i ikna etmeye çalıştı.
Annesi, İsmail’in elinden tuttu. Okul yoluna düştüler. İsmail, gitmemek için direniyordu. Annesi baktı olacak gibi değil, İsmail’i sırtına aldığı gibi okula vardı. İsmail’i öğretmene teslim etti. Öğretmeni gören İsmail, sesi soluğu kesti.
İlk teneffüse çıktıklarında arkadaşları İsmail’in uzun önlüğünü kastederek koro haline; “İsmail kız olmuş! İsmail kız olmuş!’ diye alaya aldılar. Günlerce bu alay devam etti. Zaten okul hevesi olamayan İsmail, arkadaşlarının bu davranışıyla okuldan iyice soğudu.
İsmail, okulda mutsuz olmasının ve isteksizliğinin sebebiyle hırçın, başarısız bir öğrenci olmuştu. Bu durum öğretmeni ve ailesini çok üzüyordu. Çözüm bulmaya çalıştılar ama nafile…
Günler su gibi geçmişti. İsmail, üçüncü sınıfa başlıyordu. Uzun önlüğü artık tam üstüne göreydi. Biraz da solmuş, rengi açılmıştı. Önlük yüzünden arkadaşları alaya almaz oldular fakat bu sefer de tembelliği başına bela oldu. Arkadaşları İsmail’i bir türlü rahat bırakmadılar. İsmail, beş yıllık başarısız bir öğrencilikten sonra ilkokulu bitirdi.
Çocuklarının başarısız bir öğrenci olduğunu bilmelerine rağmen ailesi İsmail’den ümidini kesmedi. Üç km uzaklıkta bulunan komşu köydeki ortaokula yazdırdılar. Bazı aileler ise çocuklarının başarılı olmalarına rağmen okulun uzaklığını bahane ederek ilkokuldan sonra ortaokula göndermediler.
İsmail, ailesinin güvenini boşa çıkarmadı. Büyüdükçe okumanın önemini kavradı. Derslerine çok çalışarak başarılı bir öğrenci oldu. Bu başarısının ödülünü öğretmen olarak aldı.
Uzun önlüklü İsmail, ülkesinin çocuklarını en güzel şekilde yetiştirmeye çalışırken, onunla alay geçen arkadaşları Çukurova’nın uçsuz bucaksız toprağında ırgatlık yaparak hayatlarına devam ediyorlardı. İsmail, arkadaşlarını her gördüğünde üzülerek şöyle diyordu:
“Eeee, ne oldum dememeli ne olacağım demeli!”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.